Latif Demirtaş
Latif Demirtaş Alâeddin Köşkü

Alâeddin Köşkü

Sevgili okurlarım; Konya ile ilgili bir kişi, bir tarihi değer, bir sanatsal eser ya da herhangi bir Konya değerini İslam Ansiklopedisi’nin ışığında paylaşmaya devam ediyoruz.

Alâeddin Köşkü, bu köşk öteden beri Sultan Alâeddin’in adıyla tanınmakta ise de Kâtib Çelebi, Konya’da Kılıcarslan’ın yaptırdığı bir köşk bulunduğunu bildirmiş, 1907’de Konya kitâbelerini yayımlayan J. H. Löytved de burada pencere etrafındaki çini kitâbede Kılıcarslan’ın adının okunduğunu belirtmiş ve bunun ancak IV. Kılıcarslan (1249-1266) olabileceğini iddia etmiştir. Sonraları Max van Berchem ise yazıdaki “izzü’d-dünyâ ve’d-dîn” ifadesine dayanarak bâninin II. Kılıcarslan (1155-1192) olması gerektiğini ileri sürmüştür (bk. Sarre, Der Kiosk von Konia, s. 37). Buradaki çinilerin teknik özelliklerini göz önünde tutan F. Sarre gibi Abdülkadir Erdoğan, Mehmet Önder ve Oktay Aslanapa da bânisinin II. Kılıcarslan olması gerektiği görüşünü benimsemişlerdir. 1648’de Konya’ya gelen Evliya Çelebi, İzzeddin Kılıcarslan’ın 569’da (1173-74) Konya Kalesi’ni yaptırdığını ve bu arada Eyvân-ı Kisrâ’yı andıran kemerli büyük bir köşk ve divanhâne inşa ettirdiğini bildirmektedir. Ancak yine Evliya Çelebi’nin ifadesine göre, zelzeleden yıkılan bu köşkü Alâeddin Keykubad tamir ettirmiş ve böylece buraya Sultan Alâeddin’in adı verilmiştir. Selçuklular’dan sonra Karamanoğulları tarafından da kullanılan köşk, XVII. yüzyıla kadar Osmanlı beylerbeyilerine ikametgâh olmuş, fakat bu yüzyıl içinde terkedilmiştir. Çevresinde bulunan sarayın taşlarının alınmaması için 1083’te (1672-73) bir ferman çıkmıştır. Ch. Texier, XIX. yüzyıl başlarında da köşkün harap halde olduğunu yazmaktadır. Birçok süsleme unsurları ile yüzyılın başlarında hâlâ ayakta duran bu çok değerli Türk sanat ve tarih anıtı, ne yazık ki bakımsızlıktan kısmen çökmüş, sonra da 1905-1908 yılları arasında, yapılan itirazlara rağmen, Konya Valisi Cevad Bey’in emri ile yıktırılmıştır.

Alâeddin Köşkü, Konya’nın ortasında yükselen ve Alâeddin tepesi denilen höyüğü çeviren Selçuklu devri surlarının bir burcu üzerine oturtulmuştu. Etrafında ve surların iç tarafında Alâeddin Camii’ne doğru Selçuklu sarayının diğer binaları ve bahçelerinin yer aldığı muhakkaktır. Köşk bu sarayın cihannümâsı durumunda idi. Alâeddin Camii’nin kuzeyindeki yamaçta bulunan bu yapı, 1835’te Texier’nin çizdiği resimden anlaşıldığına göre, daha o vakit de harabe halinde olmakla beraber bütünlüğünü ve tezyinatını koruyordu. 1907 yılında köşk ve altındaki burcun büyük kısmı yıktırılmış, kalıntının bir bölümü de zamanla yok olmuştur. 1961’de burada evvelce yapı olduğunu gösteren şekilsiz, kerpiç bir iç dolgu, betondan garip bir sundurma ile örtülerek güya korunmaya alınmıştır.

Konya surlarının pek çok yerinde olduğu gibi, köşkün kaidesini teşkil eden kesme taş kaplı burcun alt tarafında iki niş içine yerleştirilmiş oturur vaziyette birer aslan heykeli vardı. Bunlardan biri 1908’de İstanbul’a müzeye getirildi. Kare burcun üst tarafında her cephede dışarı taşkın üçer konsol bulunuyordu. Mukarnaslarla süslenen bu konsolların aralarında çini ile yapılmış geometrik süsleme vardı. Bu konsollar burcun üstündeki ve tek mekândan ibaret köşkün evvelce etrafını çeviren bir balkonu taşıyordu. Kare planlı köşk ise şehre bakan tarafta sivri kemerli geniş bir açıklık ile bu balkona geçişi sağlıyor, yan cephelerde ikişer pencere bulunuyordu. Cami tarafındaki cephe evvelce yıkıldığından, ne biçimde olduğunu tam olarak anlamak mümkün değildir. Herhalde köşke esas saraydan geçişi sağlayan bir bağlantı mekânı ile belki de bir merdivenin bulunduğu düşünülebilir. Köşkün şehre bakan cephesinde üstte yine iki konsol vardı. Bunlar balkonu da örten geniş ahşap bir saçağı taşıyordu. Anlaşıldığına göre yapının üstü piramit biçiminde ahşap bir çatı ile örtülü idi.

Köşkün dış ve iç duvarları çini ve alçı bezemelerle kaplanmıştı. Balkona açılan sivri kemeri çerçeveleyen bir yazı şeridinde, lâcivert üzerine beyaz kabartma harflerle Kılıcarslan adına kitâbe uzanıyordu. Sivri kemerle yazı arasındaki üçgenleri sekizgen ve yıldız biçiminde çiniler süslüyordu. Bunların sekizgen şeklinde olanlarında insan tasvirleri vardı. Nitekim bir tanesinde bir süvari görülmektedir. İçeriye ait çiniler ise genellikle yıldız biçiminde olup, bunlarda “minaî” tekniğinde işlenmiş, bağdaş kurmuş halde karşılıklı oturan, çalgı çalan insanlar veya kanatlı aslan (sîmurg ?) tasvirleri yer alıyordu. Bu çinilerden bir kısmı Almanya, Fransa, İsveç ve Amerika’daki müze ve koleksiyonlara gitmiştir. Çini satıhları etrafında şerit halinde dolaşan alçı (mermer tozu) kabartmalarda ise çeşitli süs motiflerinden ve zencireklerden başka, koşuşan av hayvanları ile onları kovalayan av köpekleri, at üstünde ejderlerle çarpışan kahramanlar, çeşitli hayvanlar ve kuşlar vardı. Bu süslemelerden bazı parçalar bugün Berlin, Paris ve İstanbul’daki müzelerdedir. Texier’nin çizdiği bir resim bütün mukarnasların içlerinin bile renkli alçı süslemeler ile dolu olduklarını göstermektedir. Konya’dan Berlin’e götürülen çok ufak ve üzerinde renkli motifler bulunan bir tahta parçası da büyük bir ihtimalle bu köşkün ahşap aksâmına aittir. 1941’de yapılan bir kazıda bulunan çiniler ise şimdi Konya Müzesi’ndedir.

Anadolu’da Selçuklu Türkleri’ne ait bu çok güzel ve değerli sanat eserinin tahribi, medeniyet tarihimizde yeri doldurulamayacak bir kayıptır.

Gelecek haftaki yazımızda sizlere Konya ile ilgili başka bir kişiyi daha tanıtmak üzere, hayırlı hafta sonlarınız olsun.

Allah’a emanet olun.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Latif Demirtaş Arşivi