"Ümmet Türkiye ile yeniden ümitlendi"
2. Uluslararası İslam Ticaret Hukuku Kongresindeki sunumu için Türkiye’de bulunan Riyat, islamic İnma Bankası Politika ve Uygulama Denetimi birimi ile dini denetim idaresi müdürü DR. Mansur al-Qudah’la kongreyi, Ortadoğu’dan Türkiye’yi, Türkiye’nin 12-13 yıldır üstlendiği misyonunun Arap Dünyasındaki yansımalarını Yeni Haber'e anlattı.
Ortadoğu’nun karmaşık coğrafyasından Türkiye ve Türkiye’deki gelişmeler nasıl görülüyor? Arap Dünyası Türkiye’de son on yılda yaşanan gelişmeleri nasıl değerlendiriyor? İslam Dünyası Türkiye’yi nasıl görüyor? Organizasyonundaki başarısı, Amacı, işlenişi ve misyonuyla kongreyi nasıl değerlendiriyor? 2. Uluslararası İslam Ticaret Hukuku Kongresindeki sunumu için Türkiye’de bulunan Riyat, islamic İnma Bankası Politika ve Uygulama Denetimi birimi ile dini denetim idaresi müdürü DR. Mansur al-Qudah’a tüm bu soruları yönelttik. Ve bu Önemli isimden samimi yanıtlar aldık… İşta bir Müslüman bilginin gözünden Kongre, Türkiye ve Konya…
Öncelikle konu hakkında görüşlerinizi öğrenme fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederiz. 2. Uluslararası İslam Ticaret Hukuku için Konya’dasınız… Kongre için buradasınız ve öncelikle de bu kongre ile ilgili sormak istiyorum. Bu tip kongreleri nasıl buluyorsunuz ve organizasyon açısından bu kongreyi nasıl buldunuz? Yöntem/Usul bakımından değerlendirebilir misiniz bu çalışmayı?
Öncelikle dini konulara, muasır fıkhî meselelere, helal ve haram olan şerî hükümlerin tespit edilip insanların faaliyetlerini kolaylaştırma hususunda gösterdiği önemden dolayı T.C Devletin’e ve T.C hükümetinin bütün yetkililerine teşekkür etmek istiyorum. Konusu bakımından bu kongre hayati öneme sahiptir. Kongrede ele alınan konular eski ve yeni meseleler olup fukaha tarafından araştırılmaya ve insanlar için önemli hükümler çıkarmaya muhtaçtır. İkincisi yapılan bu kongre, uzun bir aradan sonra yapılmış ve arada çok önemli bir mesafe vardır. Bu sırada biriken problemlerin çözümü fıkıh ile mümkündür. Çünkü İslam hukuku “Ezmanın tegayyurü ile ahkamın tegayyürü inkar olunmaz” kaidesinde ifade edildiği üzere her zaman ve mekana uygundur. Aynı şekilde ortaya çıkan yeni meseleler, insanların örf ve muamelelerine mebnidir. Bunlar da sürekli gelişim halindedir. O halde insanların sıkıntıya düşmemesi için fıkhî hükümlerin de bu değişim ve gelişime ayak uydurması gerekir. Zira insanlar helal ve haram olması bakımından ahrete yönelik işleri önemserler. Bu nedenle İslam hukukçuları şerî hükümleri ortaya koyarak, bu açıdan üzerlerine düşen görevi yapmaları gerekmektedir.
Bu çalışmada yerine getirmiş midir alimler üzerlerine düşen görevi?
Muamelat alanı içtihat için büyük bir alandır. Çünkü külli bir kaide şöyledir: “Haram olduğuna dair bir delil yoksa, muamelatta asıl olan helallik ve ibahadır.” O halde hukukî bir işlem hurmeti gerektiren şu üç unsurdan birini taşımadığı müddetçe mübahtır. Riba, garar, cehalet ve insanların mallarına haksız yollarla yemek. İbâdatın hilafına bu üç unsurdan birini içermeyen bir hukukî işlem aslı itibariyle mübahtır. Zira ibadet konularında delile ve tevakkuf etmeye mebnidir. Ayrıca içtihat da caiz değildir. Mesela, bir kimse bir rekat ziyadeyle öğle namazını beş rekat kılamaz. Çünkü bu delile bağlıdır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s), “Namazı kıldığım gibi, kılın” ve “İbadetlerinizi benden öğrenin” buyurmuştur. Muamelatta ise içtihat için geniş bir alan ve dinamizm vardır. Bunun en iyi delili, İmam şafinin Iraktan Mısır’a intikal ettiğinde çevrenin ve örfün değişmesine bağlı görüşlerinin çoğunda bir değişime gitmiş olmasıdır.
Bu noktada alimlere büyük görevler düşüyor sanırım?
Fakihin gerçek görevi, şeriatın delillerine bağlı kalarak, insanların muameleleri konusunda şerî hükümleri beyan etmektir. Bu da hayatlarını ve ticarî faaliyetlerini kolaylaştırmak içindir. Zira Allah (cc), “Din konusunda size bir zorluk yoktur.” Buyurmaktadır. Aynı şekilde fakîhin meselelere ticarî işlemler için tanzim edilen; “İhtiyaç genel olsun, özel oldun zaruret menzilesindedir.”; “Muamelatta asıl olan helallik ve ibahadır.”; “Akıllı bir müslümanın yaptığı işlem mümkün olduğunca tashih edilir”; “Zarara izale olunur”; “İtibar geleceğedir, şimdiye değildir.”; küllî kaideler perspektifinden bakması gerekir. Fakih bir mesele hakkında düşünürken, uygulanması ve hedefleri bakımından islam iktisadını ve toplumun beklentilerini de dikkate almalıdır. Uygulama şayet enflasyon gibi iktisadî zararlara yol açıyorsa, bu engellenir. Çünkü topluma ve ekonomiye zarar verecektir. Fakîhin rolü insanların muamelelerini kolaylaştıracak çıkış yollarını arama konusunda ortaya çıkar. Ciddi meseleleri anlayacak ve çözümleyecek seviyede fıkıh alimlerinin varlığı Allah’ın üzerimize olan nimetlerindenir.
Hedefleri noktasında nasıl değerlendiriyorsunuz bu tarihi kongreyi?
Bu kongrede tebliğler geniş kapsamlı ve farklı konulardan oluşmaktadır. Özellikle icare, üretim ortaklığı, borsa, borçların yapılandırılması konuları böyleydi. Bu konuların hepsi yeni meselelerdir ve islam hukukçularının bu muamelelerin helal ve haram cihetinden hükmünü beyan etmeleri gerekir. Bu konularda haram denmesi yeterli olmaz. Bilakis, meselenin cevazı için bir çıkış yolu aranmalıdır. O halde helalliğe ulaştıracak bir çıkış tespit etmenin kaideleri nelerdir? Zira bir kaide şöyledir. “Akıllı bir müslümanın muamelesinin tashihi mümkünse, tashih edilir.” Zira akit bazan şeklen haramlığı gerektirebilir. Şayet biz bu işlem için bazı şartlar getirirsek, mübah olması mümkün hale gelebilir. İşte çıkış yolları araması ve cevaz yönünü bulması fakihin görevidir. Bu kongrenin hedefi de buydu.
Bir de öğrenmek istediğimiz şu var. Türkiye son 12-13 yılda büyük bir değişim bir dönüşüm yaşadı. Bu dönüşüm İslam ve Arap dünyasından da yakinen takip ediliyor biliyoruz. Ama sizin gözünüzdende bu değerlendirmeyi öğrenmek istiyorum. Türkiye’nin hizmet ve birlik amacına nasıl bakıyorsunuz? Türkiye’nin İslami misyonu o topraklarda nasıl görülüyor. Bu bizim için çok önemli. Bunu öğrenmek istiyorum?
Gerçek şu ki; biz arap toplumları olarak Osmanlı Devleti zamanında şeref ve izzet içerisinde yaşıyorduk. Ancak Osmanlı yıkıldıktan bugüne kadar Arapları ayakta tutan bir şey olmadı ve ayrılıklar içerisinde dünya toplumlarına karşı bir uzlet haliyle yaşamaya devam ettik. Arap devletlerin bir çoğu yöneticilerinin zulmünden dolayı halklarını kaybetmiştir. Allah’a hamd olsun ki bugün Türkiye’nin ekonomik gücü, hikmetli yönetimi, dünya devletlerine sesini duyurmaya ve uluslararası kararların alındığı meydanlara iştirak ettirmeye mecbur kılan siyasi ve insani duruşu sebebiyle, uluslararası arenaya dönmesinden dolayı geleceğe yeniden ümitle bakar olduk. Biz Türkiye’nin yeniden orta doğunun ve batıda islam aleminin liderliğine dönmesini istiyoruz. Çünkü, Türkiye’deki islamî anlayış en iyisi olup, dine en yakın olanıdır. Şöyle ki Türkiye’deki islam algısı ifrat ve tefritten uzaktır. Bir de arap aleminin artık bu durumdan kurtulmaya güç yetirecek bir konuma gelmesi mümkün değildir. Hepsi bugün içersinde bulunduğu durumdan kurtarıcı gözüyle Türkiye’ye bakmaktadır. Türkiye ile yeniden birlik olmamız, bizim için izzet ve şerefin yeniden geri dönmesidir. HAYRETTİN ATAK- SÜMEYRA ARSLAN KASAP / YENİ HABER GAZETESİ