"Tahir Hocaya konuşma yasağına sebep olduk"
Hasan Hüseyin Varol Hoca’yla Yaşadıkları ve Gördükleri...2. gün
DÜNDEN DEVAM…
30 YIL HATİMLE SABAH NAMAZI KILDIRDIM
- Ve hafızlık. En yüce makamlardan birine küçük yaşlarda ulaştınız. O süreci anlatabilir misiniz bize? Yada hafız olmanın sizde oluşturduğu duyguları nasıl adlandırırsınız?
O zamanlar hafız olmak bir ayrıcalıktı. Çok fazla hafız yoktu. Hafız olduktan sonra da iş onunla bitmiyor. O zamanın insanları eski medreseyi anlıyorlardı. Medresede insan hafız olabilir Kuran’ın manasını da bilebilir. Hafızım ama manasını bilmiyorum. Hafızlığı bitirdim, sıra manasını öğrenmeye geldi. Manasını öğrenmek içinde Arapça öğrenelim dedim. Karşımıza Tahir Hoca çıktı. Ondan okumaya başladık. Hafızlığı bitirdim. Arapçayı öğrendik. O zaman Diyanet’te görev alabilmek için mutlaka hafız olacaksın birde Arapça okuyacaksınız. Hafızlığı bitirmiş olmamla da hayatımın çizgisini belli etmiş oldum. Çünkü hafızı Kur'an birisinin bu hafızlığını koruyabilmesi için mutlaka cami görevlisi olması lazımdır. Değilse farklı iş kollarında çalışan pek çok arkadaşım da gördüğüm gibi, hafızlığı korumak çok zor olacaktı. Otuz yıl imamlık yaptım. Bunun 25 yılı resmi 5 yılı da fahridir. Bu müddet içerisinde özellikle sabah namazlarını hatimle kıldırdım. Hadr tarzında okurdum. Birinci rekatta üç sayfa ikincide ise iki sayfa okurdum. Her 4 ayda bir hatim yapardım. Bunları yeri gelince genişçe anlatırım, inşallah. Bizim zamanımızda imam olabilmek için hafız olmak bir bakıma tercih sebebi idi. ikinci bir sebep de Arapça bilmekti… Bizim hedefimiz de imamlık olunca hemen Arapça okuyacak bir hoca aradık.
“BEN ÇOK SIKARIM SİZİ DAYANABİLECEK MİSİNİZ?”
O günlerde merhum Tahir Büyükkörükçü askerden yeni gelmiş ve merkez vaizi olarak görev yapıyordu. Kısa zamanda ünü-şanı Konya hududunu aşmış Türkiye çapında duyulmaya başlamıştı… Çok güzel konuşuyordu. Ayetleri, hadisleri aynı konuda olunca arka arkaya sıralayıveriyordu. Gerçekten çok zeki, ihtiraslı, rekabeti seven, egosuna düşkün, mağlubiyeti asla sevmeyen bir kişiydi. Beş arkadaş aramızda görüştük. Hocaya müracaatta bulunup ders almak istediğimizi söyledik. Ümidimiz pek yoktu. Lâkin hoca bizim durumumuza dikkatlice baktı. "Ama ben çok sıkarım siz dayanabilecek misiniz?" dedi. Biz de "nasıl isterseniz biz ona varız" dedik. "Hepiniz birer sarf cümlesi kitabı alın yarın benim imamlık yaptığım Hamza oğlu mescidine gelin, sabah namazından sonra orada okuyalım" dedi. Bendeniz, Ermenekli İbrahim Koçaşlı, Eğisteli Kerim, Memiş Yöntem, Ahmet Küçük, Mehmet Cinkara, Bekir Doğanay, Mehmet Kabakçı vs. sonra bu rakam 16 ya çıktı. Sevinçten uçuyoruz. Hemen gittik hocanın dediği kitapları kitapçı Abdurrahman Etik'ten aldık. Sabah namazından sonra Hamzaoğlu mescidinde toplandık. Sene 1949'un başları. Sarıyakup mahallesi, Sarıyakup caddesi, Kanara köprüsü karşısında olan Hamzaoğlu mescidi. Şimdi Cuma kılınan büyük bir camii olmuş. Hocanın evi oraya yakındı. Orada üç vakit imamlık yapıyordu. Bizim evimiz Mengene mahallesindeydi. Mengene Camii'ne yakındı. Ben de o camide müezzinlik yapıyordum. Evimiz yakın olunca ben herkesten önce gelirdim. Üç tane uzun rahle yaptırdık. Kitapları onların üzerine koyar okurduk.
‘KELİMENİN TAM ANLAMIYLA BASILDIK’
Arkadaşlarımızın hepsi zeki çocuklardı. Hocamız da gençti. Çok heyecanlı ve canlıydık. Emsile, Bina ve Maksud bitti. Arkasından doğrudan Avamil'e geçtik. İzzi ve Merah'ı okumadık. O günlerde Konya'nın çeşitli semtlerinde bazı hocalar arapça okutuyorlardı. Batmanzâde, Nâsır Efendi, Cemil Efendi, İsa Efendi, Hacıveyiszade Hacı Mustafa Efendi, Tahir hoca ve emsali hocalar kendi çaplarında arapça okutuyorlardı. 1950 seçimleri yapıldı. Demokrat Parti kazandı. Lâkin CHP'nin kalıntıları bürokratlar hala duruyorlardı. Giderayak halkı sıkıştırıyorlardı. Bendeniz onaltı yaşında iken Bir sabah ders okumak üzere toplandık. Derse başlamadan önce Hocam "çocuklar… biliyorsunuz bu memlekette arapça okumak yasak. Konya'nın çeşitli semtlerinden bazı hocaları emniyete götürmüş ve mahkemeye vermişler. Biz de bu derslere biraz ara versek mi acaba? Ne dersiniz?" dedi. O gün bizim Avamil dersimizin sonuydu. Yani o günAvamili bitiriyorduk. Hocam'a: "Hocam! Zaten bugün Avamilbitiyor. Onu bitirelim sonra tatil edelim dedik. Hocam da uygun buldu. Ve biz o gün Avamilin son dersini bitirdik. İ'rabla ilgili son sadece onun tarafından gelen bir zata tevekkül ettik" biz bu cümleyi söyledik ve mescidin kapısı açıldı. İçeri girenler resmi polis, sivil polis, jandarmadan oluşan bir topluluk… Kelimenin tam anlamıyla basıldık.
“TAHİR HOCAYA KONUŞMA YASAĞI GELDİ”
Benim başıma gelen ikinci olay oldu bu. Birisi de köyde sıbyan mektebindeyken olmuştu. Efendim, kitaplarımızı topladılar, listesini yaptılar hocamı ve arkadaşlarımdan Eğisseli Kerim'i kitaplarla beraber alıp cipe bindirip emniyete götürdüler. Ekip de onlarla beraber gitti. O zaman da emniyet şimdiki Vilayet binasının altındaydı. Bir odaya bizi tıktılar. Birine de hocayı koydular. O gün akşama kadar orada bekledik. Savcının gelmesini beklemişiz. Savcı da kasıtlı olarak gelmesini geciktiriyordu. Hocanın ifadesini aldılar. Bize bir şey sormadılar. Akşam olunca bizi bıraktılar. Biz de evimize geldik. Hocayı mahkemeye verdiler ve konuşmasını yasakladılar. Hoca kürsüye çıkamaz oldu. Konya karıştı. Seçimler yeni yapılmıştı. 1950 seçimini Demokrat Parti kazanmıştı. CHP kaybetti. Lâkin CHP devrinin bürokratları henüz işbaşındaydı. Ne isterlerse yapıyorlardı. Taşrada halka olanca zulmü reva görüyorlardı. Giderayak ne yaparsak kâr diyorlardı.
- 6 aylık bir dönem Hür Saatçi ismiyle saatçilik, esnaflık yapıyorsunuz. Saatçilikten ziyade ismi çok şık bir isim. Bu nereden icap etti?
Bunun sebebi şudur. Biz her ne kadar hafızlığı bitirmiş olsak da kendimizde bir mücadele cihat ruhu vardı. O okuduğumuz kitaplardan aldığımız şeylerdi. İlk okuduğum kitap Nihal Atsız’ın Bozkurtların Ölümü kitabıydı. Arkasından Bozkurtlar Diriliyor onu okudum. Türk kavmini onun düşmanlarını, dostlarını tanıyorum. O halde onun düşmanlarıyla mücadele edebilmem için bir ruh lazım. Oradan gelen bir kaynakla hür olmanın hür yaşamanın hür bir dünya kurmanın idealiyle Hür saatçi dedik. Çocuklar çoğalınca imamlık maaşım yetmiyordu. Çok kitap alıyordum. Ta çocukluğumdan ve İstanbul'da okuduğum yıllardan beri almak ve okumak bende yerleşmiş bir hastalıktı. Zekat fitre almazdım. Iskat-ı Salat diye bilinen cinsten paralar almazdım. Sadece imamlıktan ve kurs hocalığından elime ne geçiyorsa onunla yetiniyordum. Bu arada ideoloji olarak İslam Hukuku'nun toplum hayatına geçmesi ve hakim olması düşüncesi bende, bir mefkure ve bir ideal olmuştu. Hayatımın her anına nüfuz eden bu düşünce aynı zamanda benim tüm ekonomik çalışmalarımın da mihverini oluşturmuştu.
‘ÇOCUKLUĞUMDA TAŞLA EZDİĞİM SAATİN ETKİSİ VAR’
"İslam namına, Allah için, insana hizmet" şeklinde formüle ettiğim bu düşüncenin önce çevreme sonra giderek topluma yayılmasını istiyordum. Bunun için bazı ekonomik çalışmalara teşebbüs ettim. Bazen siyasi denebilecek çalışmalara girdim. Eğitim-öğretim, sosyal ve kültürel çalışmalar yaptım. Pek çok gencin yönünü doğrulttum, yöntemini belirledim. Fakat, gördüm ki bu çalışmaların etkili olabilmesi için ekonomik bir gücün elimde olması lazım. İşte bu düşünceyle bir ortak bulup saatçi dükkanı açtım. Sanıyorum "Hür Saatçi" unvanıyla açtığım bu işin tercihinde, tâ çocukluğumda taşla ezdiğim kol saatinin etkisi vardır. İmam Hatip okulundaki görevimden ayrılmadan altı ay kadar önce bu işyerini açmıştım. Okuldan ayrılınca oraya ağırlık verdim. 1963 yılları başındaydı. Hem Burhandede Camiinde görev yapıyordum, hem saatçilik yapıyordum, hem de kitap okuyordum. Sene 1968'lerin sonuna doğru ayrıldım. Ortağımın benden habersiz yapmış olduğu bir tasarruf bende güven sarsılmasına neden oldu, ayrıldım. O günün parasıyla 15.000 TL. alacağım vardı. Onu da aylık 500 liralık taksitlere bağlayıp çekildim.
- Yeri gelmişken bu gün dünya Müslümanlarının en büyük sıkıntılarından biri “Para” ile olan ilişkisi. Ciddi sıkıntıları var. Göz ardı edemediğimiz bir faiz gerçeği var. Üretim sıkıntı, harcama sıkıntı, hatta cemaatlerin para ile olan ilişkisi de sıkıntılı. Bu konuyla yakından ilgilisiniz. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu çalışmalar gerek Türkiye’nin gerekse Türkiye’de bulunan Müslüman insanların faizden kaçan insanların bir takım imkanlar elde edebilmeleri için faizli yerlere gitmek yerine İslam’ın koyduğu ölçütlerin içerisinde bu işi yapabileceklerini göstermek gerekiyordu. Temelde ekonomik gücü elde tutan kimsenin bir çok insanı çalıştırma imkanı vardır. Bu sebeple de onlara inandıklarını empoze etme imkanı vardır. Biz İslam adına Allah için hizmet sloganıyla hareket edince ekonomik gücü elde etmemiz gerekiyordu. Faizsiz banka nasıl olur. Emanet Sandıkta onun bir denemesiydi.
SEYİT MEHMET BUGA, HAŞİM BAYRAM SOHBETLERİMDE YETİŞMİŞTİR
Ayrıca kolektif çalışmak icap ediyordu. Bunun içinde İşletme Tasarruf Birliği diye hareket başlattık. Şimdiki gördüğümüz İttifak Holding, Kombassan Holding, arkadaşların çoğu benim sohbetlerimde yetiştiler. Mesela Kombassan Holding’in ilk kurucusu Haşim Bayram benim sohbetlerimde yetişmiştir. İttifak Holding’de Seyit Mehmet Buga benim sohbetlerimde yetişmişler. Bugün devam eden çok ortaklı başlatan biziz. Sebebi de Müslümanlar artık bir araya gelip bir şeyler yapmalı. Yaptıkları zamanda bu hem kendilerine hem de çevremizdeki bu işe muhtaç insanlara faydalı olmak düşüncesiyle teorik olarak sohbetler ettik. Sonra bunun pratiğini de göstermem gerekiyordu. Emanet Sandığı da bunun gereğidir. Bu açıdan meseleye bakmak gerekti.
- Sizin hayatınızda, sadece bireysel değil bir vakfı idame ettiren biri olarak nasıl bir sistem geliştirmiştiniz peki? Yada uygulamıştınız?
Hayra Hizmet Vakfı'nı kurarken bir gruba, bir cemaate veya birkaç zengin ve varlıklı kişilere dayanmamıştım. 1950'den 1976'ya kadar geçen zaman içerisinde halkla hep içiçe yaşadım. Onlara hizmet ettim. Hiç kimsenin kasasına kesesine, ırz ve namusuna göz dikmedim. Bu yüzden bana karşı çok derin bir sempati tabanı oluştu. Allah'ın bana lutfettiği güzel Kur'an-ı Kerim okuma yeteneği, cami görevi, Kur'an muallimliği, hatiplik, ülfet ve sempatik olma gibi nimetlerle halkın bana karşı bir sevgisi ve güveni doğdu. Konya halkından bana karşı bu durumu bilen bazı politikacılar, benim sırtımdan kelek kesmek için epeyce uğraştılar. Tabii ki onlara fırsat vermedim. Bu hususu yukarılarda anlatmıştım. Benim bu konumum, çok önemlidir. Hayra Hizmet Vakfı'nın sıfırdan başlayıp, çok kısa bir zaman içerisinde parlaması ve önemli bir potansiyele ulaşmasının sebebi işte bu güven ve tabandır. Hareketin başlamasından sonra, idare mekanizmasınında bu güveni devam ettirebilmesi nisbetinde yaşaması mümkündür. Eğer güven sarsılırsa sıkıntı başlar, çünkü bizim en kritik noktamız burasıdır. Sermayemiz budur. Buna rağmen bir gün gelip te, bu güvenin sarsılacağını, en azından ciddi erozyona uğrayacağını tahmin ettiğim için, tedbirlerimi ona göre almıştım.
‘BAŞARILI OLURSA ÖNEMLİ BİR KAYNAK BULUNMUŞ OLACAKTI’
Nitekim kendi içimizden kaynaklanan zafiyetlerle, dışımızdan bizi kıskananların menfi propagandalarıyla, bir de benim herhangi bir siyasi partiye meyletmeyişimden dolayı, bize cephe alan particilerin, çok açık ve aleyhte yaptıkları yaygın propagandalarla bahsettiğim güven ciddi biçimde erozyona uğradı. Başka bir olumsuz yön de şudur: İçerisinde bulunduğum toplumun bilgisi, anlayışının dar olması ve ileri görüşten çok uzak kalmasıyla, belki 30 yıl sonra anlayabileceği fikir ve düşünceleri ortaya koymamız olmuştur. Nitekim bu fikir ve düşünceler, zaman içerisinde güven problemi ortaya çıkarmıştır. Doğaldır ki, biz de boş durmadık. Toplantılar yaparak, sohbetler tertip ederek, kitap, broşür ve bülten çıkartarak mücadelemizi sürdürdük. Hatta hutbelerimde cevaplar vererek. 12 Eylül 1980 askeri harekatında tutuklanmam, 1983'de tutuklanıp, 6 ay kadar içeride kalmam da, bu mücedelede bizi zayıflatan unsurlardan olmuştur. Bütün bunların olabileceğini önceden görmüştüm. Ve kimse uyanmadan ben hemen deneyeceklerimi denemek, hem de vakfın ayakta durmasını saklayacak imkanlara ulaşmak istiyordum. Benim için önemli olan bu idi. Zekat sandığı o güne dek kimsenin düşünemediği bir çalışmaydı. Onu başlattık. Toplum benimsedi ve devam ediyor. Şimdi Emanet Sandığı kurmayı düşünüyordum. Nedir Emanet Sandığı? Ne iş yapacaktır? Esprisi nedir? Kafamda tasarladığım projeye göre bu tür bir deneme sonuç verirse, İslam Devletinde mali yönden önemli bir kaynak bulmuş olacaktım. Emanet Sandığı, parasını sadece muhafaza etmek için bankaya koyan, ihtiyaç anında gidip alan, buna karşılık bankadan hiçbir şey beklemeyen insanların, bu paralarından umumun faydalanacağı hizmetler için istifade etmeyi düşünmüştüm. Bu işin herkese görünen tarafı idi, ama asıl benim denemeyi düşündüğüm şeyi arkadaşlarım dahi bilmiyorlardı. Bilmelerine de şimdilik gerek yoktu.
1. BÖLÜMÜ OKUMAK İÇİN TIKLAYIN
DEVAM EDECEK ….