Sizin dininiz size, bizim dinimiz bize
Olağanüstü halin altıncı günündeyiz. Gündüz işimizde, gücümüzde, geceleri ise meydanlarda nöbetteyiz.
Ciddi bir badire atlattık. Elhamdülillah ki, Allah esirgedi ve yıllarca geriye dönmekten bizleri korudu. Zalimi yerin dibine soktu, mazlumu güldürdü. İnananları sevindirdi, neye inandıkları beli olmayanları zelil etti. Ettikleri bedduaları başlarına çevirdi.
Sahi neye inanarak bunları yapmış olabilirler?
Dindarlık düşüncesini empoze etmeye çalıştılar. Biz dini bütün insanlarız; namaz kılarız, başımızı örteriz, tesbihat yaparız, Peygamber’i çağırma seansları düzenleriz, bizden size zarar gelmez, algısı oluşturmaya çalıştılar.
Maddi durumu iyi olmayan öğrencileri seçtiler, onları ücretsiz okuttular, iyilik yapar gibi göründüler ve kendilerine itaatkâr yetişmelerini sağladılar. Minnet duygusu oluşturup kendilerine koşulsuz hizmet(!) etmelerini sağladılar.
Arada kalmışlık yaşayan ya da sevgisiz büyüyen çocukları seçtiler. Onlarda oluşan boşluğu meşhur kitaplarıyla, videolarıyla doldurmaya çalıştılar. Kavramları farklı anlattılar, körü körüne bir bağımlılık oluşturdular.
Üniversiteye hazırlanan öğrencileri hep gurbette okumaya teşvik ettiler. Ailelerinden uzakta, onların himayesinden kopuk bir şekilde yaşamalarını arzu ettiler. Neden mi? Anne ve babalar çocukları söz konusu olduğu zaman aslan kesilebilirler, onları koruma altına almak isteyebilirler; bu onların işlerini zorlaştıracağı için tercih zamanlarında rehberlik hocaları ikna masaları kurdular.
Evlerinde kalan öğrencilerin zaaflarını tespit edip evlerinden çıkmak isteyen ya da herhangi bir sorun olduğu taktirde bu zaafları gündeme getirdiler. Yumuşak yumuşak konuşup üstü kapalı tehdit ettiler.
Maklubeli programlar oluşturdular. Bu programlara üniversite öğrencileri çağırıldı. Yemek sonrası o malum kitaplardan bölümler okundu. Ablacım, abicim diye diye fikirlerini aşılamaya çalıştılar.
İlahiyat öğrencilerine Kuran ve Hadis kitaplarını okumak yerine risale okumayı dayattılar. Öyle ki arkadaşlarımızdan bazıları bize risalenin içinde Kuran’ın da hadislerin de tamamının mevcut olduğunu iddia eder duruma geldiler.
En tuhaf olanı da kendi içlerinden evlenecek bayan ve erkeklerin özgeçmişlerinin yer aldığı evlilik dosyalarıydı. Evlenecek kişilere bu dosyadan tavsiyelerde bulunup kendi içlerinden birileriyle evlenmeleri sağlanıyordu.
Bu yazdıklarımı okuyunca belki kimileri yok artık, abartıyorsun, diyebilir. Bu yazdıklarım gözlemlerim, onların içinde yetişen insanlardan dinlediklerim, hatta tartışmalarım üzerine kendilerini ele verdikleri anlarda ortaya dökülen bilgiler, birebir bu sorunları yaşayan arkadaşlarımın anlattıklarından ibarettir.
Şimdi tüm eğitim kurumlarında bir operasyon gerçekleştiriliyor. Bu insanlar yeni nesillere şekil veriyordu. Kendi üniversitelerinde, kendileri gibi düşünen, robotlaşmış, itaat eden, ailesinden kopuk, gurbette ömür süren, adına hizmet dedikleri ama neye hizmet ettiklerini bilmedikleri birer birey yetiştirdiler.
Son birkaç yılda ilahiyat, hukuk ve tıp fakültelerinde okuyan öğrencilere yönelmişlerdi. Onlara yurt ya da evlerinde ciddi indirimler uyguladılar. Yeter ki kendi himayelerinde okuyup kendilerine hizmet etsinler. Bu amaçları onları zelil etti.
Niyetler bozuktu, hevesleri kursaklarında kaldı. Amaçları doğruluktan oldukça uzaktı. Halis niyet, insanı yolda koymaz. Hinlik varsa bir işte, Allah razı olmaz, olmadı da.
Hangi yoldayız, arada durup bir düşünelim. Ne yapıyorum, ne haldeyim, doğru yolda mıyım diye kendimize bir soralım. Sürekli bir kişiyi dinler, sadece onun kitaplarını okursak onun gibi düşünmeye başlarız. Körü körüne bir şeylere bağlanır, bağımlı hale geliriz.
Bu bir dindarlık değildir, böyle bir din de okumadım, duymadım, bilmiyorum. Bunları dindarlık kisvesi altında yapanlara tek sözüm var: Sizin dininiz size, bizim dinimiz bize.