Esra Doğan
Esra Doğan Şikayetlendiğimiz yeni nesil

Şikayetlendiğimiz yeni nesil

Son birkaç yıldır, yeni neslin zorluk görmediğini, şu anki koşulların öncekine göre daha iyi olduğunun farkında olmadıklarını dile getirerek bu neslin nereye doğru gittiğini sorguladık. Sorumluluk almadıklarından, savruk olduklarından, memnun edilemediklerinden şikayetlendik.

Kendi dönemlerimizi anlattık. İhtiyaçlarını karneyle aldıklarını anlattı büyüklerimiz. Bin dokuz yüz altmış, bin dokuz yüz seksen darbesini bir de. Ne kadar aciz kaldıklarını, ses çıkarmadıklarını ve evlerine çekildiklerini anlattılar.

Evlerinde ne kadar Kuran-ı Kerim ve din içerikli kitap varsa hepsinin yakıldığını, hocaların, toplum önderlerinin hapsedilip türlü işkencelerden geçirilip toplumda itibarsızlaştırılmaya çalışıldığını aktardılar.

Yirmi sekiz şubat dönemini anlattık. İmam Hatip kapısında asker ve polislerin dikildiği, başörtüsünü açmayanların okula alınmayacaklarını söyledikleri günler gördük. Rahatsız olunan bir ortaokul ya da lise talebesinin başını örtmesi değildi elbet, korkulan imanlı bir neslin yetişmesiydi. Buna ket vurmaya çalıştılar.

“Başarabildiler mi?” sorusunun cevabı olarak “Kısmen evet.” diyebilirim. Sekülerleştirmeye çalıştılar ve kısmen de başarılı oldular.

Şımarıklığın, birbirimizi ötekileştirme çabamızın zirvesindeydik. Herkes kendinin/mensubu olduğu cemaatin üstünlüğünü ispatlama derdine düşmüş durumdaydı.

Bazen bir musibet bin nasihatten evladır. Bir musibet, aklımızı başımıza getirdi. Çoğumuz resmin bir bölümüne takılıp tamamını görme yolunda ilerlemedik. Halbuki resmin bütünü farklıydı. Oyunlar ve düzenbazlıklar vardı. Yedik mi, çoğumuz afiyetle de yedik.

Şimdi eleştirdiğimiz nesil, hatta şöyle diyebiliriz AK Parti döneminde doğup büyüyen ve yetişen gençlik; sıkıntı görmeyen, rahatlık içinde yaşayan gençlik, meydanlarda vatanı için babası ile birlikte kendisini kurşunlara siper eder durumda.

Kötü bir tecrübe de olsa yediden yetmişe uyanmamıza, dirilmemize, yenilenmemize vesile olsun.

Önceki darbe dönemlerinde de mutlaka kahramanlarımız vardı, ama onlardan çok da söz edilmedi. Yapılan vurgu hep darağacına çıkarılmış bir başbakan ve asker postalıydı. Gerçeklerden ne zaman söz edilmeye başlandı? Birkaç cesur insan dillendirmeye başladı ve gerçekler gün yüzüne çıkmaya başladı.

Biri sosyal medyada şöyle bir cümle paylaşmış: “Camiye, kışlaya, okula din sokulursa bu darbeler kaçınılmaz olur. Türkiye bunu kaç yıldır yaşıyor ama ders alan yok.” Dini bir yere sokmak nedir? Din taşınabilen bir şey mi, emaneten mi bulunur?

Neresinden tutarsanız elinizde kalır.

Bu ülkede şimdiye kadar din değil dindar insanlar bir yerlere sokulmadı. Askeriyeden uzaklaştırılmaya çalışıldı. Eşinin başının açık olması istendi. Bu şartlarda halisane inananlar dinini değil, o kurumu terk etti.

Dinsizleştirilmeye çalışıldı bu millet, dindarlar her yerden uzaklaştırılmaya çalışıldı. İnsan hayatını inandığı değerler üzerine şekillendirir. Din bir yaşam tarzıdır. Sen dinini girdiğin kurumun kapısında bırakıp içeri gireceksin, demek en/ne lüzumsuz kelamdır.

Bu meydanlardaki insanları dinleri tutuyor. Din, iman olmasa şu an bu darbe girişiminde bulunan bir kimsenin dahi hayatta olması imkansızdı. Sabırla ulü’l emre itaat ediyorlar.

“Camiye din sokulması” fikrini algımı zorladı. “Hoca camide” replikleriyle büyütülen nesle bir de bunu izah etmek gerek. Buraya hiç girmeyelim, çıkışı olmayan labirent çünkü.

Yıl iki bin on altı. Hala dinden şikayetlenenler olduğunu görmek ürkütücü. Halbuki içinde bulunduğumuz durum; bir zamanlar dinden uzaklaştırılmaya çalışılan nesillerin tekrar özüne dönme çabası. Laik sistem içerisinde kendine yer bulmaya çalışan Müslümanların ikilemde kalmışlığı.

Özümüze tam manasıyla döndüğümüz günleri de görürüz inşallah.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Esra Doğan Arşivi