Selim İleri’den sevgilim roman
Edebiyatımızın yaşayan hafızası Selim İleri, ömrünce dostluk, duygudaşlık kurduğu, birlikte yaşadığı, çok şey öğrendiği, ortak bir hayatı paylaştığı roman karakterlerini önce gönül evinde, sonra yeni çıkan ‘Edebiyatımızda Sevdiğim Romanlar Kılavuzu’ adlı
İleri, Everest’ten çıkan kitapta, Ahmet Mithat Efendi’den Peyami Safa’ya, Tarık Buğra’dan Oğuz Atay’a muhteşem bir unutulmaz roman okumaları armağan ediyor. İnceliklerle dolu, tadına doyulmaz üslubuyla unutulup gitmesine razı olamadığı ve sonsuza dek yaşamasını istediği karakterleri günümüz okurlarıyla buluşturuyor.
-Bedir Acar: 229 kitaplık bir seçki, 1874-1980 arası böyle bir seçkiyi hazırlamaya iten şey ne idi?
Bütün yaşamım daha çok Türkçe yazılmış romanlarla, öykülerle, şiirlerle geçti. Bugün 65 yaşındayım. Bana dostluk etmiş bu sevgili insanları, roman kahramanlarını paylaşmak istedim. Beni yetiştirme şekillerini, bendeki izlerini, hepsini bir arada, geriye benden küçük bir mektup kalsın istedim.
-Yusuf Çopur: Romanları tarihsel ve toplumsal değişimler açısından irdelediğimizde ne gibi sonuçlarla karşılaşıyoruz?
Giderek daha kararmış, içe kapanmış, belki çok umutlardan söz açmak istenmişken daha çok ümidi sönmüş bir romanımız var.
-B.A. Her on yılda bir ülkemizde gerçekleşen darbelerin bu söylediklerinizde bir etkisi var mı?
Söylediğinize Füruzan'ın 47'liler'iyle örnek verebilirim. Türkiye'nin toplumsal çalkantıları romanımıza ciddi bir şekilde yansımıştır.
-Y.Ç. Yaşananları Doğu ve Batı kültürü arasında sıkışıp kalmışlığımızla açıklayabilir miyiz?
Ben olaya Batılılaşma meselesi olarak bakmıyorum, Doğu Batı sentezi kuramamak olarak değerlendiriyorum. Biz hem Doğu'nun hem de Batı'nın önemli bir unsuruyuz. Bizim romanımız Doğu- Batı meselesi üzerinde çok ciddiyetle durmuştur. İlginçtir, sağ eğilimli yazarlar sözüm ona Doğu'yu savunmuş, sol eğilimli yazarlar sözüm ona Batı'yı savunmuş gibi bir algı var. Bence böyle bir şey yok. Aslında hepsi çok ciddi şekilde bir kültürel senteze ulaşamayışın sıkıntısını anlatmış.
-B.A. Aklımıza hemen Peyami Safa geliyor. Sanki hep Doğu'yu savunuyor gibi bir algı vardır...
Dediğiniz gibi, Fatih- Harbiye’ye baktığımız vakit genelde yargılar Peyami Safa’nın Doğu’yu savunduğudur. Hayır, böyle bir şey yok romanda. O roman derinlikle okunduğunda Doğu da Batı da savunuluyor. Bir sentez arayışı var.
-Y.Ç. Türk romanı Batılı anlamda eksiktir, gecikmiştir, henüz kökleşmiş bir geleneğe sahip değildir, yargısına karşı çıkan bir tavrınız var.
Bence yapıştırılmış bir yargıdır bu. Neyi nerden aldığınız değil onu geliştirip geliştirmediğiniz, özgün eserler verip veremediğiniz önemlidir. Bizde roman üzerine kafa yormuşlar var ki bunların başında Hüseyin Rahmi gelir. Israrla geleneksel seyirlik oyunlarımızdan romana biçim aramış. Yani meseleye Doğu Batı değil, roman meselesi olarak bakmak lazım.
-B.A.Bu yargıya daha çok, Türk edebiyatının dünya edebiyatına mal olmuş bir karakter yaratamaması tezi gösteriliyor.
Asla böyle bir şey olduğunu düşünmüyorum. Bizim roman sanatımızda dünya çapında karakterlerimiz var. Bizdeki eksiklik iyi roman okurumuz yok. Örneğin Nur Baba’da Nigar Hanım karakteri var. Kimse Nigar Hanım hakkında iki satır yazı yazmamış. Bence bunların hepsi birer yafta. Şişenin içine koyuyorlar romanı sonra işte Madam Bovary’den esinlenmiş diye söylüyorlar. Bu çok saçma.
-B.A.: Kendimize karşı bu küçümseyiş neden sizce?
Genelde burada yapılan bir şeyi beğenmeyiz. Yıllarca biz kendi kendimizi beğenmeme hastalığına kapılmışız. Latin edebiyatı doğru kültür politikalarıyla dünyaya açıldı. Bizde geçmişte romancılar hapse tıkıldı.
-Y.Ç.Bu çalışmayı, bir romanın sadece döneminde yaşamaya mahkûm edilmesine bir karşı çıkış olarak görüyorum..
Tam olarak da bu. Gerek döneminde ünlenip unutulan, gerek döneminde de anlaşılmayan ama bugüne güzel yansımaları olabilecek eserleri ve karakterleri günümüze taşımaya çalıştım. Bu belki de benim için bir vefa borcudur.
BÜYÜK ROMANLAR BİLE SATMIYOR
Romanımızda çok büyük bir ilerleyiş var. Gerek meseleleri ele alma biçimi, gerek dil ve gerekse üslup bakımından. Eksik olan daha önce de ifade ettiğim gibi iyi bir roman okuru yok Türkiye'de. Büyük roman diyebileceğimiz eserlerin basımından bugüne satışı kırk-elli bini geçmemiştir. Korku verici bir durum bu. Örnek vermek gerekirse Oktay Rıfat gibi bir değerin toplam satışı bile elli bini bulmaz. Bizim romanımız maalesef kendin pişir kendin ye gibi kendin yaz kendin oku arasında zavallıca bir şekilde devam etmiş, ama aslında bütün memleketin gerçeklerini söylemiş.
ORTAK ACILARIMIZ VAR BİZİM
-B.A. 2017, edebiyatta ellinci yılınız. Bunca yaşanmışlık, bunca çaba, bunca eser… Her kesimde yankı bulmuş elli yıllık bir emek… Geriye dönüp baktığınızda neler hissediyorsunuz?
Özellikse son yirmi yirmi beş yıl insanı ve acılarını anlamakla geçti. Ben bütün kalbimle inanıyorum ki Türkiye’de farklı sebepleri olsa da çoğu insanımız ortak acılar çekti. Bunların tek tek kim olduğu ve hangi kesimden olduğunun hiçbir önemi yok. Ben iç dünyalarımızda kurup dışla vuramadığımız duygudaşlıklarımızı dışa vurmak için çabaladım. Ki bunun da pahası ağır oldu benim için. Ama insanlarda hep bir iyilik ve umut çabası içerisindeydim. Bunu başarabildiysem en büyük ödül budur bana…