Esra Doğan
Esra Doğan Sanata ruh kazandırmak

Sanata ruh kazandırmak

Birkaç gün önce Osmanlı’dan kalma eserlerin de sergilendiği bir yere gittim. Eski eşyalar çok dikkatimi çekmese de, benim takıldığım nokta kim bilir kimler huzurla oturup o sahandan birlikte yemek yediler. O gaz lambaları hangi karanlık çehreleri aydınlattı, o su mataraları hangi beldelerden doldu.

İlmek ilmek işlenen o kapılar ve sandıklar hangi sanatkârın öpülesi ellerinden ortaya çıktı? O detaylar nasıl çalışıldı, ona hangi gözler saatlerce baktı? Siniler, küpler, büyük sahanlar geniş aile olarak yaşamanın, birlikteliğin ve beraberliğin göstergesiydi.

Her yer tarih kokuyordu. Her kısım eskiyle yüzleşme, her alan dejenere oluşumuzun kanıtıydı. Oymalı, ahşaptan yapılmış bir yatak başlığı gördüğümde söylediğim söz şu oldu: “Şimdilerde kimse kullanmaz bunu, tozu zor alındığı için kimse istemez.”

En güzeli kapılardı. Bilmem kaç yıllık kapılar, hala ayakta, hala tüm ihtişamını sergilemektedir. Kapıları işlemişler, bir de en üst kısmına “Ya müfettihal ebvab, iftah lena hayral bab” yazmışlar. Ne güzel bir anlayıştır bu, ne güzel bir duadır.

Şifahane kapıları vardı. Onların üzerine şifa ayetlerini yazmışlar ve onları Allah’ın İsimlerinden “Ya Şafi” ile bezemişler. Oraya gelen herkesin şifa isteği, eşiğinden dile gelmiş, her şeyin Rabbi olan Allah, hiç boş çevirir mi kulunu.

En ilginci han kapılarıydı. Çok büyük bir kapı; gün içerisinde gelenlerin develeriyle birlikte girebileceği kadar. Bu dev kapının ortasında minik bir kapı daha var. Ancak atlayarak ve baş eğilerek girilebilir. Gece büyük olan kapı kanatları kapatılıp gece bu büyük kapının bir kanadında olan küçük kapı kullanılırmış, güvenliği sağlama açısından.

Tekerlekli, kasa olduğunu düşündüğümüz sandık şeklinde eşyalar vardı. Boşken bile yerinden devindirmek imkansızdı. Ayakkabılar vardı, her kısmı deriden yapılmış, kaç yıllardır kalabilmiş, ayakkabılar.

Kapılara yazılmış diyorum ya, öyle ayak üstü kağıda karalanan bir yazı olduğunu sanmayın. Günler, aylar, çoğu zaman yıllar boyu uğraşılan kapılar. Ahşaba yazılan yazılar… Sanki eğitimden geçen bir insan misali; sıradan bir odunken, özveriyle çalışılınca nasıl bir eser haline geliyorsa, insan da eğitimden geçerken tıpkı bu hale bürünür. Törpülenir, sivri yanlarından arınır, adam olma yolunda adımlar.

Dokudukları halılar yıllanmış, ama hala ilk günkü gibiydiler. Üzerine ayakkabımla basmaya çekindim. Hayatımda ilk defa gördüğüm aletler, eşyalar vardı. Bunlardan biri pekmez yapımında kullanılan üzüm çiğneme teknesi, diğeri de zeytin ezme makinesiydi. Makine dedimse öyle elektronik olanlardan değil; taştan yapılmış, insan ve hayvan gücüyle çalışan bir makine.

Sanat vardı orada, o eşyaların ruhu vardı. Sanata birlikte sanat anlayışı vardı. Ne iş yapılırsa yapılsın, verilen bir mesaj vardı. Hayat vardı, onları eser kılan adamlar vardı.

O sanat ruhunu, anlayışını, tarzını günümüze taşıyacak sanatkârlar gerek. Sanatı bilmeden sanatkârlık iddiasında bulunanları kürüyüp sanata ruhunu kazandırmak gerek.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Esra Doğan Arşivi