OTOGAR YARI AÇIK MÜLTECİ KAMPI
Suriye’deki VAMPİR’den kaçıp komşu ülkelere sığınan milyonlarca masum sivil, kadın, yaşlı ve çocuk var. Türkiye’ye sığınanların sayısı 500 bini aşmış durumda. Lübnan, Irak ve Ürdün diğer sığınılan ülkeler. Hiçbir mülteci Türkiye’deki kadar rahat değil. Türkiye’nin oluşturduğu geçici şehirlerde tüm ihtiyaçları karşılanıyor. İki yılda bu kardeşlerimiz için devletimizin yaptığı harcama 3 milyar dolar civarında.
TRT’de yayınlanan bir haber programında Ürdün’de Suriyelilerin kaldığı bir kampı izlemiştim. 40 yaşlarında bir baba ve iki küçük oğluyla röportaj yapılıyor. Adam kampın zor şartlarından, açlıktan, sefaletten bahsediyor. Konuşmasını şöyle bitiriyordu; “Suriye’den çocuklarım ölmesin diye kaçtım. Ama burada da açlıktan ölecekler. Burada da öleceksem, gider ülkemde ölürüm.”
Türkiye’de de bu insanlarla ilgili binlerce hikaye vardır. Ama maalesef bu insanların dramlarını kamuoyuna ulaştırmakta, mazlumu anlatma ve savunmada başarılı değiliz. Bu tarihi bir eksikliğimiz. Nedense kendi kamuoyumuza ve dünyaya mazlumların, mağdurların dramını anlatmayı beceremiyoruz.
Suriye’de vahşetten kaçıp Türkiye’ye gelen kardeşlerimiz Hatay, Gaziantep, Kilis, Şanlıurfa, Kahramanmaraş, Osmaniye, Adıyaman ve Adana’da misafir ediliyorlar. Bu kardeşlerimiz için Hatay’da 5, Şanlıurfa’da 2, Gaziantep’te 3, Kahramanmaraş, Osmaniye, Adıyaman ve Adana’da 1’er olmak üzere toplam 14 çadır kent ile Kilis, Şanlıurfa ve Gaziantep’te birer olmak üzere toplam 3 konteyner kent kuruldu.
Burada barınma, yiyecek, sağlık, güvenlik, sosyal aktivite, eğitim, ibadet, tercümanlık, haberleşme, bankacılık ve diğer hizmetleri veriliyor. Okul, cami, ticaret, polis ve sağlık merkezi, basın birimi, çocuk oyun alanları, televizyon izleme üniteleri, su deposu, arıtma merkezi, trafo ve jeneratör gibi donatıların da yer aldığı bu geçici şehirlerde, mültecilere günlük 3 öğün sıcak yemek dağıtılıyor. Ayrıca yürütülen eğitim ve sağlık hizmetleri kapsamında 437 derslikte toplam 29 bin 637 çocuk ve gence eğitim verilmekte, kamplardaki sahra hastanelerinde ve mobil sağlık ünitelerinde de günlük 7 bini aşkın poliklinik hizmeti gerçekleştirilmektedir.
Aslında yazıyı bu rakamlara boğmayıp, daha dramatik hikayeler anlatmak isterdim. Ama maalesef basında yapılan hizmetin bu boyutu üzerinde pek durulmuyor.
Şimdi gelelim dram boyutuna.
Hükümet, 500 bin insana her türlü hizmeti eksiksiz yerine getirmek için canla başla çalışırken, Konya’ya kadar gelen 10-15 ailelik bir grup Suriyeli kardeşimiz Konya Otogarı’nın yeşil alanları üzerinde haftalardır hayat mücadelesi veriyor. İlgili kurum ve kuruluşların haberi yoksa(!?) biz buradan duyurmuş olalım.
Bazı ilgili kurumlar, anayol tarafına kurulan kamp çadırlarının, arka tarafa kaldırılmasını sağlamış anlaşılan. Anayoldan gelip geçenler bu ayıbı, bu utancı görmesin diye herhalde. Ancak bu sefer de şehirlerarası otobüslerin durduğu peronlardan gözüküyorlar. Yani Konyalı görmesin derken, Konya’dan yolu geçen tüm Türkiye’ye bu insanların dramını göstermiş oluyoruz. Vakıflarımız, derneklerimiz, odalarımız, belediyelerimiz ve valilik bu konuya el atıp bu utanca son vermeli. Türkiye 500 bin mülteciye bakarken, Konya’nın 10 aileye sahip çıkmamasının adını siz koyun.
Halktan topladıkları yardımları Filistin, Afganistan, Keşmir, Somali, Sudan gibi ülkelerde dağıtmak için giden vakıf ve derneklerimizin işi bu yıl çok kolay. Çünkü bu insanlar ayağınıza geldi(!?). Tabi görmek isterseniz…
Otogara yakın bir markette alış veriş yaparken kucağında bir yaşında çocuğuyla benden bebek bezi isteyen Suriyeli aileye, gıda alışverişi yapıp teslim ettiğimde; “Abi sen beni mahcup ettin. Ben senden sadece bebek bezi istedim” diyen adamın sözleri peşimi bırakmıyor. Aslında adam da peşimi bırakmadı. Yanından uzaklaştıktan sonra tekrar peşimden gelip, “Abi ben çok mahcup oldum. Sana nasıl dua edeyim” dediğinde; ben ona dua ettim. Onun duası ise çok ilginçti; “Allah seni kötü insanlardan korusun.” Esad’ın gölgesi peşini bırakmamış anlaşılan.
Savaştan önce milletvekili olup, ülkesini terk eden Suriyeli eski milletvekili Fevziye Saffa'nın Kanal7 Televizyonu’nda katıldığı programda söylediği sözler de tarihe not düşülecek değerdeydi; “Biz size çok yük olduk, oluyoruz. Elimizden başka bir şey gelmediği için buraya sığındık. Ama siz Türkler, hiçbir zaman unutamayacağımız bir insanlık örneği gösterip bizi içinize kabul ettiniz. Mahçubiyet yaşıyoruz.”
Keşke Konya’da 10 tane Suriyeli aileyi misafir edemeyenler de aynı mahçubiyeti yaşasa. Ancak utancı taşımak mı, mahçubiyeti taşımak mı daha zor onun kararını size bırakıyorum.
Utancın ve mahçubiyetin sesi Konya Otogarı’nda bir birine karışmış. Duyabiliyor musunuz?