Öncü Kuşak Söyleşileri - Hıfsı Soydemir - “Hem Üniversitede Okuyor hem de Kamyon Sürüyordum”
Öncü Kuşak Söyleşilerimize bugün İşadamı, MÜSİAD Konya Yönetim Kurulu Üyesi Hıfsı Soydemir’le devam ediyoruz.
Ermenek’ten Konya’ya uzanan, kömür ticareti ile başlayıp tank krankı imal etmeye uzanan yaşam hikâyesi, Medya deneyimi, Konya’nın sanayi kültürü ve nasıl konumlanılması gerektiği, MÜSİAD Konya Şubesi, TİMAV ve Meram Belediyesi Meclis Üyeliğine kadar etkin rol aldığı sosyal hayatı…
Söyleşimizi zevkle okuyacağınıza inanıyoruz.
Hıfsı Soydemir’i tanıyabilir miyiz?
1971 yılında Ermenek’te dünyaya gelmiş bir meteoroloji memurunun çocuğudur. Babamızın memur olması dolayısıyla ve bizim de 5 kardeş olmamız dolayısıyla, Babamız her ne kadar 1979 yılında malulen emekli de olsa, emekliliğinin akabinde çocuklarının istikbali için çalışmaya devam etmiştir.
Çünkü biz Ermenek’teki insanlar hayatımızı idame ettirebilmemiz için çalışmak ve okumak zorundayız. Ne bir toprak zenginliğimiz var, ne de fabrika, ya da ticaret…
Mecburen okumak zorunluluğu vardı. Bu sebepten 1980 yılında, bizlerin eğitiminin daha sağlıklı olması adına, sadece ve sadece bizlerin eğitimi için Ermenek’ten Konya’ya taşındık.
Ben taşındığımız dönemlerde ilkokul 4. Sınıfa gidiyordum. İlkokul 4. Sınıfta 19 Mayıs İlköğretim Okuluna başladım.
Evimizde Çifte Merdiven Mahallesindeydi. Dolayısıyla babamızda hemen o mahallede, Şems Civarında, iki tane üç tekerlekli tablo almıştı, evin ekonomisine katkı sağlayacak işler yapıyordu.
Babamızın malulen emekli olmasının nedeni, askerdeyken geçirdiği, akciğer ameliyatıydı. Biliyorsunuz akciğerde sol tarafta 2 lob vardır, sol tarafta 3 lob vardır. Babamın Akciğerlerinden lopun bir tanesini almışlar. 2 solda, 2 de sağ tarafta lob vardı. Bunun için de nefes darlığı yaşıyordu, nefes almaya gücü yetmiyordu.
Biz çocukluğumuzdan beri bunu bildiğimiz için, babamızın bütün bedensel çalışmalarında kendisine yardımcı olurduk.
Mesela babam, Ermenek’te meteoroloji memurluğu yaptığı dönemlerde, rasat memuruydu.
Meteorolojide küçük bir bahçe bar, bahçede rüzgârgülü vardı, yağmur yağdığında kilometreye kaç kilo yağmur yağdı, bunu ölçerdik. Baro Metreleri ölçer, istatistik tutardık.
Babam hasta olduğu zaman biz ağabeyimle birlikte gider, bunları ölçerdik.
Babamıza anlatırdık, o da bunları kayıtlara geçerdi.
Tabi daha sonra onlar Konya’ya gelir, meteoroloji bölgede istatistik olurdu.
Biz babamıza orada da yardım ederdik, sizin anlayacağınız.
Sonra tabi Konya’da sebze arabasının itelenmesi, meyvelerin, sebzelerin indirilmesi kaldırılması, halden alınması, verilmesi gibi konularda, bütün kardeşler olarak biz yardım ederdik babamıza…
O yıllar zorlu yıllardı, anlayabildiğimiz kadarıyla?
Evet, biraz öyleydi, mesela ben okuldan çıkardım, ufaktım, kardeşlerim de hakeza aynı şekilde, okuldan biz çıktığımızda zaten o tezgâhlar okulun hemen önündeydi,
Eve gitmezdik, hemen tezgâhın başına gider, akşam ezanına kadar orada çalışırdık.
Alışverişlere yardım ederdik, milletin torbalarını eve götürürdük, öyle işler yapardık…
O yıllarda başladık çalışmaya…
Bu ne zamana kadar devam etti, bu 1985 yılına kadar devam etti. Tabi 1985 yılı geldiği zaman, bu arada bizim dayılarımızın Ermenek’te maden ocakları var. Orayla da çok sıkı ilişkimiz oluşmuştu. Yazları gider o madenlerin işlerinde çalışırdık. Belki kazmıyorduk, belki vagon itmiyorduk ama orada çalışıyorduk. Puantaj tutardık, şantiyenin içerisinde, geri hizmetlerdeki bazı işleri yapardık.
Kömür ticareti ilk o zaman başladı diyebilir miyiz?
Kesinlikle kömürle olan ilişkimiz öyle başladı. 1985 yılının yaz tatilinde farklı bir şey oldu. Mahallemizdeki insanlar tabi bizim kömür ocağına gidip çalıştığımızı biliyorlar, kömür madeniyle olan ilişkimizi biliyorlar, buralarda bir tanınmışlık da oluştu. Biz komşularımıza gitmeye, sormaya başladık, kömür ihtiyacınız varsa verelim diye, onlara daha ekonomik veriyorduk, biz öğrenciyiz, bizim hiçbir giderimiz yoktu, biz kamyonla direk Ermenek’ten geldiği gibi, adamın evinin önüne kömürü indiriveriyorduk. Bu komşularımız için de ekonomik oluyordu. Dolayısıyla, komşularımızda, “öğrenci çocuklara yardımcı olalım”, diye bizden kömür alıyorlardı.
Bizde burada siparişleri toplardık, kamyonlar da 12, 13 ton kömür getirirdi, alır gelirdik, 2 ton diye kapağı açardık, 3 ton inerdi, 3 ton diyen adama kapağı açardık, 4 ton inerdi…
Biz o yaz ciddi para kazandık.
Öğrenci olduğumuzu düşünürseniz, 1985 yılındaki Türkiye’nin ekonomisindeki şartları düşünecek olursanız, çok iyi paralar kazandık.
Daha sonra 1986 yılında baktık bu işi, ayakta tam olmuyor, vergiye tabi olalım, bir dükkânımız olsun dedik, Dayımızın daha önceden açmış olduğu dükkânı devralarak, kömür tüccarlığına başladık ama bu arada bizim eğitimimiz hiç aksamadı.
Kardeşim Faruk Bey Gazi Lisesine devam ediyordu, ben de Konya İmam Hatip Lisesine devam ettim.
Öğleden sonraları bizim 2 saat dersimiz olurdu, bu saatlerde ya raporlu olurdum, ya devamsızlık yapardım, okula gitmezdim, yarım gün yarım gün 40 defa gitmeme hakkım var mesela, onu kullanırdım.
Faruk Bey öğlenciydi, öğlen dersi 1’de başlardı, ben de sabah okula giderdim, Faruk Bey sabah kömür deposuna giderdi, saat 11, 12 oldu mu kapatır okula giderdi, Ben de 12’den sonra gelir dükkânda dururdum. Tabi bazen 1, 1,5 saat bizim dükkân kapalı kalırdı. Bizim o yıllarda çok para kazanmak diye bir derdimiz yoktu tabi, aile bütçemize katkı sağlamaktı amacımız.
Biz 1 yıl kadar böyle devam etti, kömür ticareti yaptık.
Ama yerleşik ticarete de yabancı olduğumuz için o yıl zarar ettik. Bazı başka sebeplerde vardı ama tabi önemi yok, önemli olan zarar etmiştik.
Tabi bu arada benim yaşım 15, Faruk Beyin yaşı da 17 oldu. İkimizin de bankadan para çekmeye yetkimiz yok. Dayım bize kefil odluda, biz bankalara para yatırma ve çekme olanağını elde ettik. Ben lise 2’ye geldiğim zaman, zararımızda büyüdü, okula da doğru dürüst gidip gelme imkânımız yok, derslerde zayıfladı biraz, fakat bu zararı kapatmak için, düşündük taşındık ne yapmamız lazım diye, anladık ki, ya sabit dükkânda durmak lazım, ya da dışarıda kömür satmak lazım.
Siz Hangi yolu tercih ettiniz?
Ben okula lise 2’de 1 yıl ara verdim. Dayım geldi, çok kızdı, diyemedik de tabi, bu kadar borç var, ondan dolayı mecburen bıraktık diye. Bu arada kira süreci bitti, belediyede elimizden dükkânları aldı, biz 6 ay boşta kömür sattık. Aksaray’da, Ereğli’de, Karapınar’da kömür sattık. Derken, Elhamdülillah o yıldaki karımızla, geçmişteki zararlarımızı da kapattık.
Sonra bir 6 ay daha geçti, hiç unutmam, Faruk Beyle oturduk, Faruk Bey, “biz iki kişiyiz, çalışıyoruz ama arabası olan bizden daha fazla para kazanıyor” dedi.
Daha sonra konuştuğumuz büyük tüccarlarda bize, ticarette başladığın gün para kazanılmaz, bir iki yıl zarar edersin, bir iki yıl kar edersin, ondan sonra bu işleri yaparsın dediler.
Biz tekrar olaya karşı aşkımızı artırdık, moral motivasyon oldu. Çalışmaya devam ettik. Parada kazanmaya başladık. 91 yılında ben üniversite imtihanına girdim, Selçuk Üniversitesi iktisadi ve idari bilimler fakültesindeki işletme bölümünü kazandım.
O yıl şunu anladık, iki kardeşten birisinin fedakârlık etmesi gerekiyor dükkânın yaşaması için. Faruk Bey’de Malatya’da bir bölüm kazanmıştı, Malatya’ya gidecekti, gitmedi, “ben dükkânda kalayım, sen oku” dedi.
Faruk Bey açık öğretimden devam etti, ben de Selçuk Üniversitesine devam ettim.
Tabi bizim üniversitedeki hayatımızda çok farklı değildi. Önemli dersler olduğu zaman okuldaydım, okuldan çıkar çıkmaz yine, kömürümüzün başına gelirdik, işimize gücümüze bakardık.
Benim okulum 95 yılında bitti, 96 yılına kadar böyle devam ettik.
96 yılı geldiğinde Faruk Beyle yine konuştuk, işte okul bitti, tam da para kazanmaya başladık, dedik, bu arada mahalli çevre kurulu bir karar aldı, kömürün açık olarak satılmasını yasakladı.
Peki, biz parayı nereden kazanıyoruz, şöyle yapıyoruz, biz fakültede okurken kamyon aldık. Ermenek’ten kömürü kamyon yükler, getirir buraya indirir, nakliyeden de para kazanıyoruz. Ve iki tane kamyon aldık. Tam böyle yeni borçlandık, eskiden kamyonlar şöyle alınıyordu: bir bölümünü peşin verirsin, kalan bölümünü, kalan borcu ikiyle çarparlar, eşit takside bölerler sen de bunu ödersin…
Biz iki tane araba aldık, tam çalışmaya başladık, okul bitti, yeni de evlendik, peş peşe aksilikler başladı.
O sene kış da olmadı, kömür satamadık. Birde şubat ayında kamyonlarımızdan birisi bir kaza yaptı, suçlu bizim kamyon olarak görüldü, hem kendi kamyonumuzu yaptırdık, hem de bir başka kamyonu yaptırdık.
Ocak ayı geldi tonajlara yasak geldi, Mayıs ayında da kömür yasaklandı…
Ve bizim bir kamyon borcumuz var.
Ben fakültede okurken yazları da kamyon sürerdim. İki şoför alacağımıza ben çalışırdım, iki şoför bir ayda yapılacak işi ikiye katlıyor, borç ödemek için yazları da kamyonda çalışıyordum.
Tabi Konya’da kömür yasaklanınca bizim Ermenek’ten kömürü getirme işimiz, asıl o nakliye işi bitti, Ermenek’teki kömürü satma işimiz de bitti…
Biz şimdi düşünüyoruz, kamyonları geri versek, borcumuzu kapatmıyor, peşin belirli bir bölümünü ödemişiz, taksitlerin belirli bir bölümünü ödemişiz, bun rağmen kamyonları sattığımızda baktık kalan taksitleri ödemiyor.
Peki, ne oldu, kömürcülüğü bıraktınız mı?
Hayır, bilakis daha fazla çalışmaya başladık. O zaman, dedik ki, Allah’ın (C.C.) arzı sadece Konya değil ki, Konya’nın dışında kömürün serbest olduğu, kamyonlarla satılabileceği yerler var. Gidelim oralarda satalım.
Çok iyi hatırlıyorum, Isparta’nın köylerine satardık, Karaman’ın köylerinde satardık, Konya’nın köylerinde satardık.
Enteresan bir şey söyleyeyim, oralarda çalışmaya başladık, baktım oralarda kömürün fiyatı daha pahalı. Konya’da 12 liraya satıyorsa, oralarda 14 liraya satıyoruz.
Daha iyi kar etmeye başladık.
Başka bir şey daha oldu, Konya dışında ticaret yapmayı öğrendik.
Her şeyin Konya olmadığını öğrendik, daha karlı pazarların Konya dışında olduğunu öğrendik. Mesela Konya ile Karaman arasındaki kara yolunu Faruk Beyle ikiye böldük. Sağ taraftaki köyler senin, sol taraftaki köyler benim.
Yol üzerinde iki kasaba var, birisi Kaşınhanı, diğeri Kazım Karabekir, Faruk Bey büyük olunca Kaşınhanı’nı o aldı, ben de Kazım Karabekir’i aldım.
O havalede, 4 yıl boyunca kömür sattık. Ben hala o köylerin hepsini bilirim. Hem evin hanımlarını tanırım, hem evin beylerini tanırım.
Gündüz iş olurdu, erkekler tabi tarlalarda çalışıyor, bir köye girdiğimizde evlerin önüne bakardık, siyah leke var mı, yok mu? Siyah leke yoksa o ev kömür almamış demektir.
Kapıyı çalardım, bir bayan çıkardı, “Ablacığım, Ahmet Abi yok mu?” diye sorardım.
Yok denildiğinde, “Ablacığım keşke olsaydı, kömürün bugün pek güzeli geldi, aslında alsanız iyi olurdu” diye ifade ederdim.
O da, “bir durun bakalım, ben bir ulaşayım beyime” derdi, bazen akşamı bekleriz, akşam alırlar kömürü…
Ya da kahvehaneye giderdim, mesela bir beyefendi kahvehanede oturuyor, Selamünaleyküm, diye selam verdikten, sonra, bir abimize, kömür geldi deriz…
Bize normalde, yok kardeşim, şimdi almayacağız der.
Sonra mahalleye giderdim, bayanlar evlerin önlerinde otururlardı, başka bir ağabeyimizin eşine, “kömür geldi, çok iyi, haberin olsun” derim.
Tabi hemen bize kahvede kömür almayacağım diyen abimizin hanımı da derki, “bizde alsak”… Hemen kahvehaneye bir adam gönderir, sonra tabi bizi, daha önce kömür almayacağım diyen abi çağırır, “kömürcü gel buraya, kömür kaç lira”…
Ve tabi ona da kömür satardık.
Çok sempatik ilişkilerde olurdu bu insanlarla… Bu şekilde 2002 yılına kadar sürdü.
Ben sabah 6’da evden çıkardım, inanınız şu duble yol olayını en iyi anlayanlardan birisi benim. Benim ömrüm, o tek yollarda, kazalar görerek, tehlikeler atlatarak, geçti. Her gün böyleydi. Her gün, kova kova o kömürleri tartar, dökerdik, satardık… Akşam eve geliriz, inanın her gün küvetin dibi simsiyah olurdu. Ama her gün kömürümüz gelir, her gün de kömürümüzü satardık.
Bu arada tabi çok yorulduk. İthal kömür işine başladık, birazda yerleşik hayata geçmek istedik.
Yarın:
Kömürcülükte nasıl Türkiye’de önemli bir marka haline geldiler?
Medya deneyimi?
Tank krankını nasıl ürettiler?
Konya’nın sanayi vizyonu ve Konya’daki sivil toplum.
Söyleşi: Hamdi Bağcı
Fotoğraflar: A.Akif Solak