Öncü Kuşak Söyleşileri - Dr. Lütfi Şimşek- Sağlıkta 10 yılda 10 milyar dolara ulaşmalıyız

Öncü Kuşak Söyleşileri - Dr. Lütfi Şimşek- Sağlıkta 10 yılda 10 milyar dolara ulaşmalıyız

Öncü Kuşak Söyleşilerimize bugünden itibaren başlıyoruz. Her Çarşamba artık Yeni Haber Gazetesinden Öncü Kuşak Söyleşilerini okuyabileceksiniz.

Öncü Kuşak derken kastımızı net ifade etmek istiyoruz, Türkiye’nin geçmişinde, bu günlerin oluşmasında ciddi gayretleri olan çok önemli isimler var, değerler var elbette…

Fakat bugün Yeni Türkiye kurulmaktadır, yeni değerler silsilesi ile Yeni Türkiye oluşmaktadır ve bu Yeni Türkiye’nin de öncüsü Konya olacaktır. 2023 Türkiye vizyonunda, Konya’nın Yeni Türkiye’de öncülüğünü yapan, ihracatçı, yenilikçi, dünyaya yön verebilecek, medeniyet tasavvuru olan, yeni eğitim, yeni sanat, yeni kültür, yeni, medya öncüleri bir kuşak oluşmaktadır, bu aslında gelecekte dünyayı yöneteceğine inandığımız kuşağında öncülüğünü yapmaktadır…  

Dünyada ayak basılmadık ülke bırakmadan ihracat mücadelesi verirken, diğer taraftan mazlumların sözcülüğünü yapan,siyasette, edebiyatta, medyada, sivil toplumda taşıyıcı olacak, insanlardan bahsediyoruz…

Kendine güvenen, üreten ve üretime, sanata, medyaya özetle hayata yön veren bir nesil…

İşte bu çerçevede anlaşılabilecek önemli bir söyleşiler dizisine bugün MÜSİAD Konya Şube Başkanı Dr Lütfi Şimşek ile başlıyoruz.

Sayın Dr Lütfi Şimşek ile hem sağlık sektörünü, sağlık turizmini, sağlıkta özel hizmeti, hizmet ihracatını, konuştuk hem de Konya’yı, Konya’nın geleceğini, 2023 iddiasını ve MÜSİAD’ı konuştuk…

 

Dr Lütfi Şimşek Kimdir:

1967 yılında Konya’da doğdu. Teknik Lise Elektronik Bölümünden sonra Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesini kazandı. Mecburi hizmetini 1991’ de Kahramanmaraş Çağlayancerit Düzbağ kasabasında yaptı. Üniversitedeki doktora çalışmaları ile birlikte Konya Devlet Hastanesinde çalışmaya başladı. Burada 10 yıl kadar çalıştı. 1994 yılında “Deva Polikliniği” adı ile faaliyet gösteren tıp merkezinin kurucularından olan Dr. Şimşek 1998 yılında bir grup arkadaşıyla Özel Selçuklu Hastanesi’ni kurdu.

Halen Medicana Grupta Dış Yatırım Koordinatörü olarak görev yapmaktadır.

1992 yılında Konya-Karaman Tabip Odası’nda yer alarak 4 yıl genel yönetmenlik yaptı. 1996 yılı seçimlerinde 2 yıl genel sekreterlik, 1998 yılından sonrada 2 yıl başkan yardımcılığı yaptı.

Ahlak Kültür ve Çevre Derneklerine üyeliğiyle bilinen Dr. Lütfi Şimşek Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesinin,  Sosyal Araştırmalar ve Dayanışma Vakfı’nın (SADAV) ve Sağlık Vakfı Konya Şubesi’nin kuruculuğunda bulundu. Bu yıllarda Türkiye radyo amatörleri cemiyetinin (TRAC) Konya şubesinin kuruculuğunda bulundu. Sivil savunma gönüllüsü olarak da doğal afetlerde yer aldı. Türk Fizyolojik Bilimler Derneği üyesidir.

2000 yılından bugüne Müsiad Konya Şubesinde yönetim kurulu başkan yardımcılığı ve Konya Gelişim Grubu başkanlığını üstlenmiştir. 2013 yılında yapılan genel kurulda Müsiad Konya Başkanlığına seçilmiştir. Evli ve 5 çocuk babası olup, İngilizce bilmektedir.

Öncelikle Özel Hastanecilikten başlayalım, bu konudaki çalışmalarınız aynı zamanda Konya’da da ilk olma özelliğini taşıyor. Biz yaşadığınız bu süreci anlatabilir misiniz?

1990 yılında Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesinden Mezun oldum. Mezuniyetimizle birlikte hekimlerde bir mecburi hizmet süreci var. Bunun için 1991 yılına kadar Maraş’ta Çağlayancerit İlçesine bağlı, Düzbağ kasabasında 1 yıl mecburi hizmet yaptım.

Meslek hayatımıza aslında orada başladık, ilk memuriyetimizi de burada başlamış olduk.

Bu 1 yıllık mecburi hizmet sonrası Üniversitede bir doktora programı kazandım, doktora programıyla birlikte tayinim Konya’ya çıktı, hem doktorama devam ettim, hem de Numune Hastanesinde 10 yıllık bir süre için çalıştım.

Tabi Konya’ya geldikten sonra, genç bir doktorun, (burnundan büyük işlere girişmesi diyebiliriz buna), o yıllarda Konya’da hiç özel poliklinik ve özel hastane yoktu.

Biz 1994 yılında müteşebbis bir grup arkadaşla, Dava Poliklinik’i Konya’ya kazandırdık.

Konya’nın ilk tıp merkezi, ilk polikliniği ve özel hastanecilik fikride Konya’da burada şekillendi.

Deva önce poliklinik olarak kuruldu, sonra tıp merkezi oldu, özelliğini artırarak devam etti.

İstanbul’da da özel hastaneciliğin başlama tarihleri ile bizim girişimlerimiz aynı yıllara denk geliyor. Medicana’nın ilk kuruluş tarihi 1992’dir.

Biz de 1994 yılında Deva Polikliniği kurduk…

O yıllarda Konya’da özel muayenehaneler vardı, dar merdivenlerden insanlar geçerek hekimin yanına giderdi, binalarda asansör bile yoktu ve hekimin muayenehanesinde de kesinlikle ilgi görmezdi.

Hasta odaklı, kalite odaklı yapıya ihtiyaç duyulmayan bir sağlık tarzını biz orada yüzde yüz değiştirdik.

Hatta o yıllarda polikliniğimizi açtığımızda o günün şartlarına göre güzel bir de dekorasyon yaptırmıştık, hastalarımız geldiğinde, burası hastanemi pastanemi diyorlardı.

Poliklinikçilik belirli bir dönemin denenmesi gereken, uzun sürmemesi gereken bir süreçti. Biz aşağı yukarı 1998’e kadar poliklinikçiliği götürdük, belki Konya’da sağlıkta en üst seviyeye taşıdık ama oradaki hastalarımızı ameliyat etmemiz, yataklı tedaviye doğru dönüşmemiz gerekiyordu. Hastayı takip ediyorsunuz, son aşamada, bir hastaneye sevk etmeniz gerekiyor, buda bizi bir hastane arayışına sevk etti.

O dönem tabi Konya’da hizmet eden, özel hastane diyemeyeceğiz ama özel sağlık hizmeti veren iki kurumumuz daha vardı. Birisi vakıf kurumu, birisi de belediye kurumuydu.

Biz Selçuklu Belediyesinin bugünkü Büyükşehir Hastanesi ile yan yana olan kısımda yaptığı ve işletmeyi başaramadığı, kapatmak zorunda kaldığı, hastaneyi aldık.

Bu arada formel olarak da Sağlık Bakanlığı özel hastaneciliğin statüsünü belirlemişti.

O güne kadar insanlar bir şekilde istediğini yapıyordu ama bunun bir formel altyapısı, kuralları, denetlenebilir yapıları yoktu.

Biz bu anlamda Özel Selçuklu Hastanesi olarak ilk izni alan kurumuz.

O dönemde Türkiye’de bile özel hastane sayısı çok fazla değildi. Süreç biraz İstanbul ağırlıklı işliyordu ama özel hastane sayısı oldukça azdı.

Biz Konya’da özel hastaneciliğin tarzını değiştirdik diyebilirim.

Ben Özel Selçuklu Hastanesinin 2007 yılına kadar yönetim kurulu başkanlığını yürüttüm.

O dönemde 2001 yılına kadarda Numune Hastanesinde görev yapıyordum, bu dönemde böyle bir olanak vardı, hekimler ek iş yapabiliyordu, 2001 yılında artık bir tarafı seçmem gerektiğini düşündüm, ya devlette devam edecektik, ya da özel hastaneyle…

İş yükü çok fazla artmıştı, ben de devletten ayrılıp özel sektöre geçtim.

Elimizdeki devlet avantajını suiistimal etmemek için böyle bir karar verdim.

Devletten iyiyken bu işi bırakmak, özelde de iyiyken bu işi yapmak gerekir, gibi bir kanaatle ayrılmıştım.

O dönemde bir karar almıştık, bizde yöneticilik yapan herkesin aktif hekimlik yapmaması yönünde. Ve bu karar çerçevesinde yöneticilik yapan herkes devletteki görevinden istifa etti.

Tabi bütün bunlar hizmetin kalitesini direk etkileyen, hizmetin hastane içinde hastalara dağılımını direk etkileyen bazı kurallardı.

Başka şeylerde yaptık, detaya girdiğimizde ifade edebiliriz ama önemli adımlar attığımızı ifade edebilirim.

2007 yılında grupla büyüme ve yönelim anlamında bazı yol ayrılıklarımız oluştu. Yönetim Kurulu Başkanı olduğum, kurucusu olduğum, hala dostlarımızın çalıştığı gruptan ayrıldım.

2007’den sonra biz Konya’ya hayalimizdeki algıyı oluşturacak, insanların Ankara’ya İstanbul’a sağlık için gitmeyecekleri, taşınmak zorunda kalmayacakları bir sistemi kazandırmak için çalışmalara başladık.

Böylece de Medicana’yı Konya’ya kazandırdık.

Ben Medicana’nın projelendirilmesi, hatta satın almasıyla birlikte başlayan bütün süreçleri yönettim, bu yapıyı, Medicana’yla birlikte yeniden ayağa kaldırdık.

Bu bina biliyorsunuz bir süre fetret dönemi yaşadı, inşaatı ilerleyemedi ama ben tekrar devreye girdim ve burayı satın alarak, çok hızlı bir şekilde, Konya’ya, Türkiye’nin en büyük, en güzel, en önemli hastanelerinden birisi olarak, Hamdolsun kazandırdık.

lutfi-simsek-(14).jpg

 

O dönemde baya bir zorluklarla da mücadele ettiniz galiba, biraz da onlardan bahsedebilir misiniz?

 

Peki, burada ne var, burada bizim alıp da inşaatını yaptığımız o dönem, Türkiye’de eşi benzeri olmayan bir döneme rastlıyor.

Konya’nın belki en soğuk kışını yaşamıştık o yıl, Konya’da ben -27’yi ilk defa o yıl görmüştüm.

-27’de biz dış cephe kaplaması yapıyoruz, giydirme yaptırıyoruz, bazı taşeron işçileri geliyor, arabadan iniyorlar, dışarıyı kokluyorlar, hemen geri dönüyorlar, bu havada çalışılmaz diye.

Dış cephe taşeronumuz Sibirya’dan işçi getirdi, orada bir taahhüt işi varmış, taşeronumuz orayı bitirdi ve oradaki işçileri Konya’ya getirdi.

Tabi bu bizi kurtaran durumlardan birisi oldu. -50’den -27’ye gelince, o işçi arkadaşlar, kendilerini bahar havasında zannediyordu.

Ve hakikaten inanılmaz bir şekilde, burayı biz 6 ayda bitirdik, 7 ayda, temizleyip toparladık. Burası 30 bin metrekareden büyük bir hastanedir.

Bu inşaat sektöründe de başarı olarak karşılandı. Gerçekten çok başarılı bir inşaat dönemi yaşadık. Elbette kaba inşaatı vardı ama biliyorsunuz ince inşaat kapa inşaattan çok daha fazla yorucudur. Kabasının 3-4 yıl sürüp de, incesinin 6 ay sürdüğü bir bina burası.

Hastanelerin asıl bölümleri, sizlerin ya da hastalarımızın görmediği detaylardır, ameliyat haneler, ısıtma ve soğutma bölümleri, hijyendir, güvenliktir, enerji sistemleri gibi alt yapı imkanları çok daha görülmez ama asıl parayı oralar ve ilgili oralar ister.

Tabi biz bunu yaparken Konya’daki konforun, lüksün de adresi biz olalım istedik. Konya’da 10’dan fazla özel hastane var, bu özel hastanelerin içinde, bizim bir farkımız olmalı, hani bina olarak bunu zaten sağlıyoruz, uçaktan bile Konya’da görünen birkaç güzel binadan birisi.

Şehrin önemli bir aksında belki ama içeri girildiğinde de, bir 5 yıldızlı otele girmiş gibi girmelisiniz, hastamız yattığı zaman, çok konforlu ve rahat edeceği, huzur duyacağı bir oda olmalı, ameliyat haneler, çağın en son teknoloji ile donanmalı, görüntüleme, laboratuar sistemleri çok modern olmalı, çok inandırıcı ve güvenilir olmalı…

Bu detayların yanı sıra, biz  Medicana’da süit odayı aştık, hatta süit oda çok standart hale geldi, burada biz bir de katımızın bir tanesini, ultra lüks bir konsept şeklinde belirledik. Kral daireleri oluşturdu. O odalarda “her şey dahil” hizmet veriliyor, hastaya bir oda değil de, süit odada olduğunun dışında, 4-5 oda veriliyor.

Bir devlet adamı, bir iş adamı gelir bizde kalırsa, toplantılarını yapabileceği, toplantı odası, güvenliğin bekleyeceği, güvenlik odası, hasta odası, misafir odası gibi odaları, bu dairelerde sunuyoruz. Hastamıza 5 odalı bir daire tahsisi yapılmış oluyor.

Türkiye’yi bile aşan bir standart getirmiş oluyoruz.

Tabi biz burada emir, kral, bakan, başbakan, cumhurbaşkanı ağırlamak istiyoruz ama şu ana kadar olmadı, fakat Konya’mızın bazı özellikli hastaları, doğumlarında, sezaryenlerinde o mutlu günlerinde bu odaları, kral dairelerimizi alıp, misafirlerini kabul ediyorlar.

Biraz üst düzey bir konfor, burada kişiye özel hemşire, sekreter, özel hizmetli veriyoruz… Çay kahve ikramlarını bile misafirlerine bu hizmetli arkadaşlarımız yapıyor.

Böyle bir konsept belirledik. Bunlar detay ama başarının temelinde bu detay yatıyor.

Bu detaylarla o dönem oldukça fazla ilgilendik ve Hamdolsun Türkiye’de ve grupta önemli bir yer kazandık.

Bazı bölümlerimizle bir grubumuzun lokomotif hastanesiyiz.

Türkiye’de hiçbir sektör, hiçbir marka İstanbul’la yarışamaz, böyle bir şansınız yok, İstanbul 1- 0 değil, 5 – 0 önde başlıyor ama çok ilginçtir, bazı bölümlerimiz var, buralardaki yeni konseptlerimizle grupta en üst düzeyde, lider düzeyde birincilik düzeyinde temsil ettik.

Şimdi bize Ankara ve İstanbul’dan hasta geliyor. Yurt dışından da çok ciddi anlamda hasta portföyümüz oluştu.

 

Onu sormak da isteriz, yurt dışını şahsen çok önemsediğinizi biliyorum. Çalışmalarınızı biraz anlatabilir misiniz? Özellikle önümüzdeki süreçte bir kral, emir, şeyh, Bakan, Başbakan, Cumhurbaşkanı Konya’da ağırlayabilir miyiz?

 

Şu unu söyleyebilirim, önce size dış dünyanın erişebilmesi lazım. Gelişim buradan başlıyor. Konya olarak maalesef bu anlamda yeterli erişebilirliğimiz henüz yok. Dünyanın her yerinden İstanbul’a direk uçuşlarla ulaşma şansınız var, şu anda Türk Hava Yolları, dünyanın en fazla merkezine uçan havayolu şirketi. Fakat Konya’ya bu uçuşlar aktarmalı gelebiliyor.  

Hastanın İstanbul’a geldikten sonra Konya’ya gelmesi ikinci bir uçuşu beklemeyi, zahmeti ve maliyeti getiriyor. Handikabımız bu. Uçuş maliyetleri ve direk uçuşlarının olmaması bizim açımızdan caydırıcı bir etkiye sahip oluyor.  Medicana ise İstanbul’da da güçlü bir grup zaten. Hastamızı biz İstanbul’da ameliyat edebilecek iken, onu, sonuçta hasta bu, uçakta kaybedilen hastalara şahit oluyoruz, Konya’ya getirmiyoruz, İstanbul’da tedavi etmeyi uygun buluyoruz.

Ama mesela uçak frekansı sık olsa, ya da ne bileyim, İstanbul’a iner inmez hemen Konya’ya aktarılabilse, diğer ülkelerin en azından önemli birkaç şehrine Konya’dan direk uçuşlar olabilse, bunları değerlendireceğiz.

Şu anda biz yurtdışından gelen hastaları, teşhise ve adrese dayalı olarak, özel istek üzerine alıyoruz.

Bizdeki bazı özellikli hekim arkadaşlarımız dünya çapında duyulmuş insanlar, bu hocalarımızın adına, Irak’tan, Libya’dan, Gürcistan’dan, Azerbaycan’dan, adrese özel hasta geliyor…

Beyin cerrahisine ameliyat olması lazım bu hastanın, diye gönderiliyor… O hasta o zaman İstanbul’u, Ankara’yı tepip geliyor, karayoluyla Suriye’den, Irak’tan hasta geliyor.

Sağlık turizmi Türkiye’de gelecek vadeden bir sektör, eskiden olmayan, hizmetler sektörünün ihracat kapsamına alınması da burada önemli. Bundan dolayı yeni gelişmeler oldu, turizm, sağlık ve film endüstrisi bu anlamda ihracat getiren sektörler olarak, Ekonomi Bakanlığı tarafından kapsama alındı.

Bu da bizi sevindiren bir gelişme oldu, bu şu anlama geliyor, bizim eskidende ihracat gelirimiz oluyordu, biz yurt dışına hizmet ederken zaten döviz olarak tahsil ediyorduk, hastalarımızdan ücretleri. Ama Ekonomi Bakanlığı bizi bu kapsama alınca bu daha iyi oldu.

Bununda ilk örneğini, Hollanda’da Zaanstad şehrinde irtibat ofisi açarak, başladık. Şu anda Ekonomi Bakanlığı da bizi destekliyor.

Bazı hekimlerimiz gidiyor orada hastalara bakıyor. Bir gün, iki gün orada kalıp hastalarımızla görüşebiliyorlar, hastalığı ve tedavi süreçleri ve sonrası ile ilgili kendilerine doktor arkadaşlarımız bilgiler veriyorlar.

Bazen hastanın beklemesi, hekimin oraya ulaşması zaman alabiliyor, bu gibi durumlarda da video konferans sistemimiz var, fiber internet aracılığı ile hasta ile hekimimiz karşı karşıya oturtuyoruz, hasta Hollanda’da, hekim de burada masanın başında, birbirleri ile yüz yüze görüştürüyoruz…

Tabi bu basit bir sistem değil, üst bir sistem ve bu sistemle hastaların sonuçları da sisteme yüklenebiliyor. Böyle bir altyapıyı sağladık, Ekonomi Bakanlığı da bu desteği verdi…

Medicana olarak Konya’ya sağlık hizmeti verirken geçmişte olmayan bazı şeyleri de yapmamız gerekiyor.

 

lutfi-simsek-(9)-001.jpg

 

Sağlık Turizmi konusunda öyle ise baya mesafe kat ettiniz?

 

Evet, sağlık Turizmi konusunda ülkemizde önemli gelişmeler oluyor. Artık kamu mesela şunu da söylüyor, biz özel sektörün, hizmet çeşitliliği ile kalitesini artırma konusunda sizinle yarışamayız ama biz sizin işinizi kolaylaştırma yönünde karar alabiliriz, bu hastalara siz kendi hastanelerinizde tedavi etmenize imkân sağlayacak, her türlü adımı atmaya hazırız.

Bu anlamda da kamu olarak Türkiye’de sağlıktaki reklamın yapılmasına ve Sağlık Bakanlığı olarak da Türkiye’de, dünyaya böyle bir hizmetin sunumunun duyurusuyla ilgili bir çalışma yapabiliriz diyor.

Sağlık turizminde bir hedef kondu, 2023’teki hedefi 10 milyar dolar…

Burada moda olan bazı, plastik estetik cerrahiler, implant ağırlıklı diş tedavileri, gözde lazer tedavileri gibi, böyle aslında moda tedaviler gündemde olacak.

Tabi bizim grubumuzda ise bu hizmeti veriyoruz fakat, ağırlıklı durduğumuz taraf, belki öbürleri kadar getirisi çok ve yüksek olmayan organ nakillerinde, kemik iliği nakillerinde, kalp ameliyatlarında, ileri beyin cerrahi tedavilerinde, ameliyatlarında, göz nakillerinde, karaciğer, böbrek nakillerinde hatta kalp nakillerinde etkili olmak istiyoruz.

Kendimize böyle bir hedef seçtik, grup olarak daha üst bir segmentte hizmet vermek istiyoruz.

Türkiye’de bile çok az hastanenin yaptığı, dünyada pek çok ülkede cesaret bile edilemeyen bölümlere açmak istiyoruz, açıyoruz.  

 

Bu araştırma demek değil mi? Önümüzdeki dönemde üniversite gibi de bir hedefiniz mi var?

 

Evet, kesinlikle haklısınız, önümüzdeki dönemde Tıp Fakültesi hedefimiz var. Binamızı yaparken, üniversite hastanesi altyapısı ile yaptık, şu anda zaten biz çok rahat bir şekilde bir üniversite hastanesi olabilecek donanıma sahibiz.

Bu anlamda altyapımız hazır. Zaten Medicana Grup olarak bir üniversite çalışmamız olacak, yakın zamanda bunların ayrıntılarını sizlerle paylaşırız, bu anlamda da alt yapıda da bir sıkıntımız yok.

 

Sağlıkta 2023 hedeflerinden de biraz bahseder misiniz?

 

Türkiye ileriye dönük kamu ve özel sektör olarak sağlık turizminde çok önemli bir aktör olarak hazırlanıyor. Sektör olarak 2023 için bizim de hedeflerimiz var, Türkiye’nin ihracatta, milli gelir artışında olduğu gibi sağlık hizmetleri ihracatında da hedeflerimiz var. Bizim rekabet ettiğimiz ülkelerde ilginç, Hindistan, Tayland, Ürdün.  

Mesela dünyada sağlık turizminde çok güçlü olan ülke Amerika değil. Sağlık konusunda en fazla harcama yapan ülke Amerika ama en çok kazanan ülke Amerika değil. Oradaki hastalarda dışarıya gidiyor ve dışarıdan hasta gelmiyor.

Amerika Avrupa’ya uzak, nitelikli sağlık hizmeti alabileceği ülkelere uzak, bu yüzden Küba’ya, Kolombiya’ya, Meksika’ya, üst düzey dizayn edilmiş hastanelere gidiyorlar.  

Çünkü ABD’de tedavi olmak inanılmaz pahalı, ABD’de cebinde 10 bin dolar olmazsa kimse senin yüzüne bile bakmaz.

Ne Avrupa, ne ABD bizim ülkemizde olan güvenceler sahip. Oralarda maalesef bir köşede sessizce ölürsünüz, hiç kimse yüzünüze bakmaz, ben sigortalıyım, ben şöyleyim, ben böyleyim, de diyemezsiniz, ABD’de bunlara da bakılmaz, Avrupa’da da mevcut sigorta sistemleriyle sizleri 6 ay, 1 yıl gibi bekleme sürelerine tabi tutarlar, her türlü sosyal hakkınızın olmasına rağmen, devlet garantisine rağmen böyledir.

Ben bekleyemem, beklersem 1 ay sonra ölürüm, deseniz de, kusura bakmayın, sizin sigortanız bunu gerektiriyor, prosedür bunu gerektiriyor, derler.

Biz cihazlarımızı Almanya’dan, Hollanda’dan alıyoruz ama Almanlar Almanya’da tedavi olamıyorlar, çok pahalı, çok bekletiliyor.

Onun için Almanya’dan, Hollanda’dan bize geliyorlar, burada iki gün içinde tedavi olup oralara tekrar gidiyorlar. Türkler geliyor, Hollandalılar da geliyor, Almanlar da geliyor.

Sağlık turizminde bunun için avantajlarımız var.

Hastalar, 4 saatten fazla uçmak istemiyor. 4 saatten fazla olursa bu hastalar için ağır geliyor.

Bu anlamda tüm Avrupa bizim hinterlandımıza giriyor. Aşağı yukarı Kuzey Afrika, Ortadoğu’nun tamamı, Azerbaycan ve biraz ilerisine kadar Türk Cumhuriyetlerinin bir kısmı, Rusya pazarı ve kuzeyin tamamı gibi çok geniş bir coğrafyadan biz hasta kabul edebiliriz.

Dolayısıyla bu ülkelerin tamamı bizim hedef pazarımıza giriyor

Bu arada biz şu anda Irak’tan, Suriye’den yoğun hasta alıyoruz, alacağız. Tüm Kuzey Afrika’dan, Arabistan’dan hasta alabiliyoruz.

Sadece Kuveyt, Katar, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri gibi nüfusu az ama ultra lüks düzeyde yaşayan ve gelir dağılımında, gelir düzeyi çok yüksek olan, bazı ülkeler var, bunlarda kendilerine özel hazırlanan kliniklerde tedavi oluyorlar.

Burada da benim görüştüğüm Sağlık Bakanlığı yetkililerinin şöyle bir ifadesi var, “bizim önceliğimiz fiyat değil, bizim önceliğimiz hizmet” diyorlarmış. Aslında böyle müşteride az bulunur.

Biz mesela Kuveytli yetkililerle görüşüyoruz. Körfeze ilk adımı Kuveyt üzerinden atacağız. Kuveytli yetkililerle yaptığımız görüşmelerde de bize hep şunu söylüyorlar, “bizim para problemimiz yok, biz devlet olarak bütün masrafları ödeyeceğiz, nüfusumuz az, paramız çok ama hastamız gittiği zaman rahat etsin.

İngiltere kuzey ve soğuk bir ülke, Almanya’nın insanı soğuk, bizim hastalarımıza karşıda nazik değiller, insanımız Türkiye’de, İstanbul’da tedavi olmak istiyor.”

Halkta oluşmuş ciddi bir Türkiye sempatisi var ve insanlar Almanya yerine Türkiye’ye gelmek istiyorlar. Neticede biz uygun altyapılı sağlarsak hastalar buraya gelecek.

Bu anlamda devletle bir akreditasyon çalışmamız var, İnşa Allah Sağlık Bakanlığı da buna uygun hastaneleri ilan edecek. Onlarda hastalarına diyecekler ki, “İstanbul’da falan hastaneye, Konya’dan falan hastaneye gidebilirsiniz…”

En güzeli de, Sağlık Bakanlığı bu ülkelere garantör oluyor. Bir sorun yaşanmışsa ben devlet olarak garanti olacağım diyor. “Malpraktis mi? Ekonomik kayıp mı? Bilmem başka kayıplar mı? Her şeyde devlet olarak arkanda olacağım ve kayıplarını telafi edeceğim” diyor.

Neticede Sağlık Turizmi çok hızlı büyüyecek… Özel sektöre karşı mesafeli duran ülkelerin ve sigorta şirketlerinin devlet garantisine karşı hiçbir mesafesi kalmıyor.

“Elbette sizin yönlendirdiğiniz hastanelere ben hastalarımız gönderirim”, diyor.

Kuveyt’le biz ilk protokolü imzalamak için gideceğiz, Kuveytlilerin bu anlamda hazır olmasını bekliyoruz.

 

lutfi-simsek-(13).jpg

 

Türkiye’deki hekim sayısı ve Tıp Fakültesi sayısı yeter mi? Yeni fakültelerin açılması gerekiyor mu? Ve özel hastanelerin lisansları durduruldu, bu kadar potansiyel varsa, bu kararla çelişmiyor mu? Düşüncenizi alabilir miyim?

 

Aslında çelişiyor, üniversitelerimizin sayısı aslında geçmişe oranla oldukça hızlı arttı. Bunların hepsi devle üniversitesi değil, bunların yanında vakıf üniversiteleri de var.

Türkiye’de bugün hala hekim açığı, sorunu yaşıyoruz. Hekim açığı, hemşire açığı, yardımcı sağlık personeli açığı sorunu çözülebilmiş değil.

Türkiye büyüyen bir ülke, büyüyen bir pazar, şu anda kendi kendine yetmiyor, dağılım adaletsizliğinden bahsedebiliriz ama temelde sorunumuz yeterli sayıda uzman hekim, yeterli sayıda hoca, yeterli sayıda akademisyen, yeterli sayıda aile hekimi, yeterli sayıda hemşire veyahut yardımcı sağlık personeli halen yok.

Bu sayıyı artırmamız lazım. Bu sayıyı artırmak için de elbette üniversitelerimizin desteklenmesi yeni açılacak ve alt yapısı uygun üniversitelerin hızla açılması lazım.

Akademisyen, hoca olmazsa üniversite açamıyorsunuz, o sayı da az, o sayı olmayınca da bu sefer yeni üniversiteler açamıyorsunuz.

Özel hastaneler sağlık turizminde popüler, gözde hizmeti devlete göre daha rahat yapıyorlar.

Mesela bir Arap Şeyhi gelmiş,  devlette bu şeyhin, “bedeli neyse öderim ama ben VİP hizmet istiyorum” dediğinde karşılanmaz. Devlet hastanelerinin personelinin konsepti farklıdır.

Ama biz burada yapabiliriz, uçaktan, havaalanından alırız, getiririz, kendisine bir kral dairesi veririz, başına üç tane adam dikeriz, ne isterse hizmetini sağlarız, kendisini iyi hissettiği zaman şehir turu attırırız, Mevlana ziyareti yapar, tarihi turistik yerleri gezer, hastanın refakatçilerini gezdiririz…

Önemli görüşmeleri varsa video konferans sistemi ile ülkesine bağlanabilir, faksını, bilgisayarını sağlarız, bunları biz yapabiliriz ama devlet hastaneleri bunları sağlayamayabilir.

Dolayısıyla bu anlamda özel hastanelerin aslında sınırlanması yerine belli ölçeklerde, belli standartlardaki hastanelerin desteklenmesi gerekiyor. Ben bu kanaati taşıyorum.

Sayıca denetleyemeyeceğiniz irili ufaklı hastaneler her zaman sektörün baş ağrısı olur.

Türkiye’nin bundan sonra, şehir hastaneleri gibi, özel sektöründe böyle hastanelerin yapımına bir şekilde yönlendirilmesi, kısıtlamalarında kaldırılması lazım…

Bunu tabi sağlık turizmi konseptinde düşünmek gerekiyor, çünkü yerli hastaya yapacağınız bütün yatırımlar maliyet olarak geri döner ama sağlık turizmindeki erişebilir noktalara, Türkiye’nin gözde bölgelerine sağlık turizminde zaten turistin gelmeye can attığı, İzmir gibi, İstanbul gibi Kapadokya gibi, Antalya gibi, Konya gibi şehirlerde hastanelerin önünü açmak lazım.

Ama iki kişi bir araya geldik, şöyle bir mahalle hastanesi açalım, denmesine ben de karşıyım. Bu noktada Sağlık Bakanlığı zaten bu tür hastanelerin yapımını mutlaka engellemelidir.

Bunun dönemi artık kapandı. Türkiye sağlık turizminde çok büyüyecek ve kapasitesini en az 10 kat daha artırması gerekiyor, şu anda 1 milyar dolar seviyelerinde değiliz ama en az 10 kat artırabilmek içinde yeni alanlara yönelmemiz gerekiyor.

 

Sonraki:

MÜSİAD Konya Şubesi, 2023 planlaması, Yoğun Tempo ve Aile…  

 

Söyleşi: Hamdi Bağcı
Fotoğraf: A. Akif Solak