“O hoca öyle istiyor ben hoca böyle”
Hasan Hüseyin Varol Hoca’yla Yaşadıkları ve Gördükleri... 4. gün
Necmeddin Erbakan Hoca ile yaşadığı bir anısını aktaran Konya’nın manevi mimarlarından Hasan Hüseyin Varol, “Erbakan Hoca vakfı ziyaret etmek istedi, o gelmesin ben geleyim, teklifinde bulundum. Olmaz Hocamız böyle istiyor diye ısrar ettiler. Erbakan Hoca öyle istiyorsa, ben Hoca da böyle istiyor” diye reddedince Konya’da ortalık karıştı” dedi.
- Konudan konuya atlıyoruz ama kitabınızda dikkatimi bir de Askerlik günleriniz ve o askerlik günlerinizdeki bir Ramazan ayı çekti. Bu çok güzel hatıratınızı bir de sizin ağzınızdan duymak istiyorum. Okuyucularımızın da dikkatini çekecek bir hatıra…
“SEN KOĞUŞA GİT KUR’AN OKU. BİZİM GEÇMİŞİMİZE DE GÖNDER”
Ankara'nın Çubuk ilçesinde, 2. Ordu 8. Kolordu'nun 28. Tümen'ine bağlı, 230. Piyade Alayı kışlasındayız. Yıl 1954. Bu Teğmen "içinizde ilkokulu bitirenler şuraya, ortaokulu bitirenler şuraya, liseyi bitirenler de şuraya" diyerek herkesi ayırdı. Tahsilli olan-olmayan belli oldu. Fakat, sadece ben kaldım. Ben ilk, orta, lise şeklinde bir tahsil görmedim. O şehirli aile çocuklarının ulaştığı mutluluk. Biz, köy çocuklarınınki ise sadece çobanlık... Ben tek başıma kalınca sordu "senin tahsilin yok mu?" deyince "Hayır efendim!" dedim. İnanmadı. "Ben hafızım, imamlık yapıyordum, komutanım!" dedim. "Okuma yazman var mı?" dedi. "Var Komutanım, yeni ve eski Türkçe'yi hem okur, hem yazarım" dedim. “Liseyi bitirenler arasına geç” dedi. Ben 1. Tabur 4. Bölüğe düştüm. Acemi eğitimi yapıyoruz. Benim derslerde ve eğitimde gösterdiğim başarı dikkatleri çekiyordu. Hafız olduğumu Bölük Komutanımız dahi öğrenmişti. Bir kış günüydü. Diz boyu kar ve çok sert bir soğuk vardı. Eğitime çıktık. Bölük toplandı. Bölük Komutanı Ömer Yüzbaşı Ankara'daydı. Yardımcısı bir Teğmen'di. Beni çağırdı. Korkmuştum. Bir asker selamıyla karşısına durdum. Bana "Evladım, sen koğuşa git. Kur'an oku. Bizim de geçmişlerimize gönder" dedi. Dediği şekilde yaptım. Bu olayı hiç unutamıyorum. O zattan Allah razı olsun.
“ORUÇ TUTMAYANLAR SAHURDA YİYENLERDEN KALANLARI YER”
Askerde ilk Ramazan ayı geliyordu. Bizim bölük komutanı mız Yüzbaşı Vedat Tuğcu'ydu. Aynı zamanda Emir Subayı olarak, karargahta bulunuyordu. Beni istemiş ve "acele gelsin" demiş. Vardım. "Evladım, sen hafızdın, değil mi?" Ben "Evet Komutanım" dedim, "şimdi seni Alay Komutanına götüreceğim. Sorduklarına iyi cevap ver" dedi. Alay Komutanı'nın odası hemen bitişiğindeydi. Kapıyı vurdu, içeriye girdi. "Askeri getirdim, komutanım"dedi. Yüzbaşının bana anlattığına göre, Alay Komutanı, Ramazan Ayı'nda askere teravih namazı kıldırabilecek birisini sormuş. O da kendi bölüğünde bu işi yapabilecek birisinin olduğunu söyleyerek beni çağırmış. Alay Komutanı'mız Yarbay'dı. Adı Muammer Ülgen'di. "Nerelisin evladım?" Dedi. "Konya'lıyım, komutanım" dedim. Ooo Çok iyi, ben de Konya'lıyım. Kuleli Askeri Lise'sini orada okudum. Konya'yı çok sevdim. Onun için ben de Konya'lıyım" dedi. "Bak çocuğum Ramazan yaklaşıyor. Bu eratın oruç tutması ve teravih namazı kılması lazım. Seni bu iş için görevlendiriyorum. Yanına güzel okuyanlardan üç hafız daha bulacaksın. Namazdan önce mukabele okuyacaksınız. Sırayla birer gün okursunuz. Yemek sahurda yenecek. Oruç tutmayanlar artandan yiyecekler. Eğer sağ olursam ve burada kalırsam, bu alaya elektrik getirdim, hamam yaptırdım, bir de cami yaptıracağım. Şu anda cami olmadığına göre namazı nerede kılabiliriz?" Dedi.
“TAM KIBLEDE BÜST VAR. NE YAPALIM?”
Çayırlık hem geniş hem daha temizdi. Orasının bu iş için uygun olduğunu söyledim. Çok uygun buldu. "Ama" dedi. "Tam kıblemizde büst var, ne yapacağız?" dedi. "Komutanım" dedim. Namaz esnasında üzerine bir bayrak örteriz. Sizin, merasimlerde üzerinde konuşma yaptığınız kürsüyü de mihrap yaparız olur, bir sakıncası yoktur" dedim. Çok heyecanlandı ve "Bravo" dedi. "Şu andan itibaren oradan gelip-geçmeyi yasaklıyorum. Etrafını çitle çevireceğim. O güne kadar tertemiz olacak. Sen hemen göreve başla" dedi. Çıktım. Bölük komutanıma uğradım, içerideki durumu anlattım. Çok memnun oldu. "Seni tebrik ederim, çocuğum. Hayırlı olsun, şimdi sen bu alayın imamısın" dedi. Alay komutanının dediği aynen gerçekleşti. Çok neşeli, rahat huzur içerisinde bir Ramazan geçirdik. Bayramdan birkaç gün önce komutan beni tekrar çağırdı. Bana "Evladım, bayram namazına ben de geleceğim, Alaydaki tüm Subayları da mecbur tutacağım. Eratla beraber bayram namazını kılacağız. Herkes bölüğüne dönecek. Namazdan sonra bir masa üzerine çıktım hutbe okudum. Çok duygulu bir hutbe oldu. Komutanlar dahil oradaki bulunan herkes ağlaştık. Saat 10:00 da herkes yerini aldı. Alay komutanı yanına üç tane tabur komutanlarını aldı, beni de çağırdı. Onlar komutanlar, ben de Alay İmamı olarak başlarında bölük komutanları, tüm bölükleri bayramlaştık... Güzel bir hoparlör teşkilatımız vardı. En sonunda ben bir Kur'an okudum, kısa bir dua yaptım ve merasim bitmiş oldu. Bu hadise 1955 senesinin Ramazan'ında olmuştu
- Bizim içinde sizin içinde en önemli konu olan vakfın çalışmalarına hizmetlerine geçmeden son olarak da şunu sormak istiyorum Hocam. Hatıralarınızın en ilginç bölümlerinden biri olarak gördüm. Erbakan’la yaşadığınız olay. Ders niteliğinde de bir hatıra. Bu ilginç vakıayı dinleyebilir miyiz?
“ETRAFINDAKİLER ALİ GÜNERİ’YE ÇOK KIZMIŞTI BENİM YÜZÜMDEN”
Daha önce bizi de siyasete çekmek isteyenler vardı. Ben izin vermedim. Siyasetle teorik olarak meşguldüm. Aktif siyasete girmeyi hiç düşünmedim. Beni de kendi anlayışlarına uygun gördükleri için beni zorladılar kabul etmedim. Anlaşılan bizi nötr hale getirmek istediler. O günlerde Konya basınında bir tartışma başlatmıştım. Özel sohbetlerimde anlatıp da bir türlü açığa çıkaramadığım görüşümü artık benim de piyasaya sürmem gerekiyordu. Fakat o günlerde Türkiye'de anarşik olaylar gittikçe yayılıyordu. Sadrettin Yüksel Hoca'nın oğlu o günlerde öldürülmüştü. Türkiye karışıyordu. Her grup öldürülen adamlarına mevlid okutuyordu. MSP'liler de öyle yapıyorlardı. Konya'nın Kapu Cami'nde bir mevlid okuttular. Beni davet etmediler. Ali Güneri bizi çağırmamıştı. Etrafındakiler onu kınamışlar. "Konya'nın birinci derecede bir hocasını neden çağırmamıştır" diye sorgulamışlar. Özellikle mevlidde benim olmadığımı çok fazla tenkit eden arkadaşlar olmuş.
“ERBAKAN HOCA ÖYLE İSTİYOR, BEN HOCA BÖYLE İSTİYORUM”
Ali Güneri arkadaşımız da, aradaki soğukluğu gidermeyi düşünmüş galiba o esnada Erbakan Hoca parti binasında basın toplantısı yapıyormuş. Ondan sonra gelip vakıfta beni ziyaret etmeyi planlamış. Benim bunlardan haberim yoktu. Araboğlu Makası'nda terziler pasajının açılışı vardı. Ben oraya gitmiştim. Açılışı ben yapmıştım. Açılıştan sonra doğru vakfa geldim. O sırada bir telefon geldi. Telefondaki genç, "Hasan Hocam!, Yerinizdeyseniz, Erbakan Hocam sizi ziyarete gelecek" dedi. Ben de ona: "Evladım, ben oraya gelirim, Erbakan Hocanın buraya gelmesine gerek yok dedim. O ısrar etti, ben de ısrar ettim. Sonunda o genç: "Ama Erbakan Hocam öyle istiyor" deyince, ben "o hoca öyle istiyorsa, ben hoca da böyle istiyorum" dedim. İşte bu olay kıyameti koparmaya yetti. Ali Güneri arkadaşımızın kendi kendine çevirdiği bu dolap yetmemiş gibi, hemen çıkıp doğru bizim İPA mağazamızın müdürlüğünü yapan Adil Küçük'e varmış. İki gözü iki çeşme: "Senin Hasan Hoca'nın yaptığını gördün mü? Erbakan Hoca ziyarete gelmek istediği halde kabul etmedi. Siz bu adamın yanında hala ne duruyorsunuz? O kim oluyor da Erbakan'ı kabul etmiyor gibi" bir sürü tahrik edici laflar etmiş. Tabi bizim Adil de buna kanmış. Olan bitenden benim yine haberim yok. Adil Küçük, avukat Hasip Şenalp ve Belediye Reisi Mehmet Keçeciler... Namazdan sonra benim hücrede oturuyoruz. Bana: "Hocam!, Dün Erbakan Hocam sizi ziyaret etmek istemiş, siz de kabul etmemişsiniz! Biz buna çok üzüldük. Sizin hocadan özür dilemenizi istiyoruz" dediler.
“ÖZÜR DİLETMEYE GELENLER, ‘UTANDIK’ DEDİLER”
Bunun üzerine sordum, "size bunu kim söyledi?" "Ali Güneri söyledi. Dün Adil Küçük'e gelmiş ve durumu anlatmış. O da bize anlattı" dediler. "O zaman siz bir hukukçu olarak, onu da, beni de dinlemeniz gerekmez mi? Beni dinlemeden üzülmeniz ve özür dilememi istemeniz uygun düşer mi?" diye sordum. "Doğru, sizi de dinlememiz lazım" dediler. Bunun üzerine onlara telefon hadisesini anlattım. Bu hadisede Erbakan Hoca'yı reddetmek diye bir şey yok. Sadece onun vakfa gelmesini istemediğim için kendisiyle orada görüşebileceğimi söyledim." Sordular, "peki, Vakfa gelseydi ne olurdu? Onu ağırlamaktan mı korktunuz?" "Hayır! Onun Vakfa gelmesini istemeyişim ondan ziyade Vakfın geleceği ile ilgilidir... Çünkü Hayra Hizmet Vakfı yeni kuruldu. Ayrıca büyük imkanlara sahip bir kuruluş da değildir. Bu vakfın gelişmesi, genişlemesi, ayakta durup hizmet edebilmesi için, yüzde 90 halkın yardımına ihtiyacı var. Konya halkı ise son derece muhtelif. Kendilerinin yardımına muhtaç olduğumuz bu taban, çeşitli partilere mensup insanlardan oluşuyor. Siyasi partiler ise halkı birbirine düşman ediyor. Şimdi biz vakıf olarak daha yeniyiz, güç biriktirme dönemindeyiz. Tam bu sırada Sayın Erbakan'ın bu kadar kuruluş varken onların içinden gelip Hayra Hizmeti ziyaret etmesi demek, bu vakfı daha doğarken halkın gözünde falanca partinin bir yan kuruluşu olarak tescillemesi demektir. Bu durumda, diğer partilere mensup kimseler bize cephe alacaklar ve yardım etmeyeceklerdir. Bunun adına "doğarken ölmek" denir. Böyle bir şeye ben izin veremem. Bu olay aslında iyi niyetli bir olay değildir. Kendisine boyun eğmeyen Hasan Hoca ve onun eliyle kurulan bir müesseseyi yok etmek, ya da ona boyuneğdirme olayıdır.""Sadece bu değil, Türkiye'de işin bir de resmi kurum ve kuruluşlar boyutu vardır. Sayın Erbakan'ın vakfı ziyareti gizli yapılmıyorki. Herkesin ve özellikle basının gözü önünde yapılıyor. Böyle bir ziyaret gerçekleştikten sonra biz, vakıf adına hiçbir resmi dairede işimizi yaptıramayız.
HASİP ŞENALP; “BU KADAR KISA SÜREDE TÜM BUNLARI NASIL DÜŞÜNDÜNÜZ?”
Arkadaşlar!. Bir şeye dikkatinizi çekmek istiyorum..." Bilesiniz ki, Türkiye'de bizim gibi kuruluşların en büyük sıkıntısı şudur. Eğer halkın isteklerini gerçekleştirmeye çalışırsanız, Devleti darıltırsınız. Ve eğer Devletin istekleri doğrultusunda hareket ederseniz, halktan destek bulamazsınız. İşte bu iki kutup arasında kendinize bir yer edineceksiniz. Halkın % 90'nını karşı nıza alamayacağınız gibi, Devleti de karşınıza alamazsınız. Avukat Hasip Şenalp, "Hocam, bütün bunları o anda nasıl düşünüp te böyle cevap verdiniz, ben ona hayret ettim" dedi. O'na "Bunlar o anda değil, çok önceden hesap edilip düşünülmüş şeylerdir" diye cevap verdim. Başkan Keçeciler; "Durumun böyle olduğunu bilseydim, buraya gelmezdim. Mahcup oldum. Sizden özür diliyorum" dedi. Adil Küçük ise, "Ali Güneri bizi yanılttı. Çok yanlış bir iş yaptık" diye hayıflandı. Ali Güneri arkadaşımız aklıncan bir politika yapıp bizi sindirmek veya diskalifiye etmek istiyordu, beceremedi. Aramızda 1973'lü yıllardan beri devam edip gelen sürtüşme bu olayla doruğa ulaştı. Aramız iyice açıldı. O dönem Muhterem Tahir Hocam MSP milletvekiliydi. Benim de hem hocam, hem de bacanağım oluyordu. Bu olumsuz durumu ortadan kaldırmak için harekete geçmiş, pek çok insanı çağırmış bu arada beni de çağırdılar. Bir akşam Hoca'nın evinde toplandık. Konu açıldı ve bana sordular: "Neden, Erbakan hocayı kabul etmedin?" diye. Her şeyi olduğu gibi anlatınca Tahir Hocam bunun üzerine, "Muhterem arkadaşlar, bu ifadelerden anlaşılıyor ki, bazı şahısların dikkatsizliği neticesinde, böyle bir ortam oluştuğu anlaşılıyor. Bacanağım Hasan efendiden özür dileyelim ve bu işi burada bitirelim. Şubelerimizden Bursa ve Beyşehir Şubelerimizin merkezden bir tesirle kapatılmasının altında yatan sebepler işte bunlardı. Allah'a şükür ki bizim sabır ve temkinimizle bu iş çözülmüş oldu. Şimdi onlarla da herkesle de iyiyiz.
DEVAM EDECEK...
YARIN; KURULUŞU, DÜNÜ, BUGÜNÜ KISACASI HER ŞEYİYLE HAYRA HİZMET VAKFI…