İşinin gönüllüsü müsün?
Hepimiz bil-vesile bir ya da birkaç iş peşinde koşturuyoruz. Maaşlı işimiz yanında gönüllü faaliyetler, görevler üstleniyoruz. Gönüllülük her yiğidin harcı değil elbet, lakin o işten alınan keyif de bir başka oluyor.
Öyle insanlar tanıdım ki; kendini Allah yolunda yapılan tüm hayır işlerine vakfetmiş, kendinden önce hep başkasını düşünen, ben değil biz merkezli düşünen yiğitler… Onlar hayatlarında her daim kim var denildiğinde bir adım öne çıkan insanlar olmuşlardır. İşten korkan değil, işin onlardan korktuğu insanlardır.
Gönüllülük samimiyetle ayrılmaz ikilidir. Samimiyetin olmadığı işler, gönüllü yapılan iş olmaktan çıkar, menfaat ilişkisine dönüşür. Yaptığımız işlerde elbet hepimizin menfaati vardır. En önemlisi Allah’ın rızasını talep ediyoruz ve bu bizler için bir menfaattir. Buradaki menfaatten kastım, kendisini önceleyen, bunu bazen farkında olarak bazen de zaman zaman içsel hesaplaşmasını yapmayıp farkında olmadan bencil davranan insanların çıkar gözetmeleri.
Peki hata nerede başlıyor? Taaa başta, yani niyette. Yola çıkarken niyetimiz sağlam mı, değil mi? Çıkar ilişkisi için o işi yapıyorsak, o yola girmek efdal olmaz. “Bu işten ne gibi bir menfaat elde ederim?” ya da “Bu görevi üstlenirsem herkes tarafından tanınırım, protokolde yerim olur, ciddiye alınırım.” düşüncesiyle yola çıkarsak, yolda kalırız.
Yolda kalmak üzere yola koyulmak en problemli iş olsa gerek. Hem o işi menfaat uğruna yapacaksın, hem de sonuçta rızadan da mahrum olacaksın. Ne kötü iştir o iş. Bir de niyetimiz karşıya yansımıyor, sanmayalım. Böyle düşüncede olan insanlar hemen belli ederler kendilerini.
Belirli yerlere gelirler, makamlarının hakkını veremezler. Birilerine kafayı takarlar ve o insanları ağızlarına dolarlar, makamın gerektirdiği “adaletli davranma” ve “herkese eşit muamelede bulunma” eğilimlerini yitirirler. Tuhaftır, ama makamlarının haklarını veremezler.
Küçük insanlar küçük işlerle uğraşırlar, ufuklarının darlığı onları tutsak kılar. Debelenseler de duvarları oradan kurtulmalarına engeldir. Kendi ayaklarına kurşun sıkarlar. Farkında değillerdir, çırpındıkça batarlar, etraflarında şak şakçıları olsa da, bir gün görevleri sona erdiğinde onlar da artık etraflarında olmayacaklardır.
Bunlar bir kenara, bir de bir şehre vali, başkan olmuş adam vardır; derdi ne makamdır ne de mevki. İnsan olmayı, insanı ön plana almayı hedeflemiştir. İnsanlarla birebir ilişkilerini geliştirmiş, makamın geçici, oluşturulan frekansın kalıcı olduğunun idrakine varmış adamlar. Yiğit ve adam erkeklere mahsus değildir, cengâver kadınlarımız için de geçerli bu kavramlar.
İşte böyle… Makamların geçici, insanlarda bıraktığımız intibaın kalıcı olduğunu unutmazsak, nimetimizi baştan sağlam alıp yola koyulursak, senin cemaatinin adamı-benim cemaatimin adamı ayrımı yerine liyakate önem verirsek, bir de gönüllü-gönülden yapıyorsak bu işleri kendi menfaatimizi öncelemeden insanlık için yapabiliyorsak bizden mutlusu da, bizden kârlısı da yoktur.
Yaptığımız işten para kazanıyor olsak da, gönülden yaptığımız sürece o işten verim alabiliriz. Zoraki yapılan işte bet bereket olmaz. Bunun için yapılan iş sevilmeli, gönülden yapılmalı, vatana, millete hayırlı işler olmalı, yapılan işin de hakkı verilmeli. Allah her işimizde önce niyetimizi sağlam kılsın ki, akıbetimiz de hayrolsun.