"Herkes attığı adıma dikkat etmeli"
Bütün bu yaşananlarda herkesi ders çıkarması gerektiğinin altınız çizen UMRAN Dergisi İmtiyaz Sahibi Şemsettin Özdemir, “Bundan sonra tüm cemaat, vakıf ve yapılar başlarını iki elin arasına alıp, yaşanılan bu son olaylardan ders çıkararak yeniden bir yapılanmaya gitmelidirler” dedi.
DEVLET YÖNETİME TALİP OLMAK
Fetullahçı Terör Örgütünden sonra toplumun büyük bir çoğunluğunda, Cemaatlerin olmadık yöntemlerle Devletin içerisine sızması ve yerleşmesine karşın bir reaksiyon oluşmakta. Bu minvalde halen bu tür yanlış amaçlara yönelik tevessüller olduğu söylenmekte. Mevcut iktidar döneminde de Devlet kadrolarında, Bürokraside ve tüm kamuda yozlaşma olduğu inkâr edilemez. Buna mukabil; Hem Devlet Erki hem de bu görevlere talip olan insanların, yaşanılan süreçten ders çıkararak, nasıl hareket etmeleri gerekmektedir? Devlet kadrolarında İslami hassasiyeti yüksek, helale harama gerçekten çok dikkat eden insanlar bu görevlere talip olması yanlış mıdır? Değilse eğer bunun yöntemi nasıl olmalıdır? Tıpkı FETÖ'nün yaptığı gibi hâlâ bazı cemaatlerin mensuplarının bu görevlere gelebilmesi için İslam'ın da özüne aykırı olan gayri meşru ve gizli kapaklı işlere tevessül etmeleri hakkında ne düşünüyorsunuz? Bir Müslüman'ın en doğal hakkı olan devlet kadrolarında vazife alabilmesinin meşru yolu nedir? Ki meşru olan İslami olan değil midir aynı zamanda?
Öncelikle Devleti, "şu cemaatin kafasında ne var acaba, gizli bir planları mı var" deme noktasından çıkarmamız gerekmektedir. Devlet, bu topraklarda hayat bulan tüm cemaat, vakıf, dernek ve yapılardan emin olmalı. Bunun tersi de geçerli tabi. Bu yapıların da Devletten emin olmaları gerekli. Geçmişte çok rahatlıkla örneğini bulabileceğimiz, her iki kesimin de birbirleri hakkındaki zannı ve çatışmasını ortadan kaldırmalıyız. Bu noktada hem cemaatler kendi aralarında barışı sağlamalı hem de Devletle olan ilişkilerinde revizyona gitmeli. Bunun aksi geçmişteki gibi bir kaosu körükleyebileceği gibi, bu aynı zamanda bir cinnet halidir de. Söyler misiniz, çekilir mi bu cinnet halinde ki yaşam? İşte bunun karşılığıdır paralel yapı hikâyesi ve geldiği sonuç da ortadadır. Ne demek, 'devleti ele geçirmek'? Senin ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu? "ELE GEÇİRMEK" ifadesi bile başlı başına bir suç teşkil ediyor. Neyi, kiminden ele geçiriyorsun? Kafayı mı yedin sen? Mal mı çalıyorsun? Banka mı soyuyorsun? Hadi ele geçirdin! Ee, sonra ne olacak? Hiçbir halt olmayacak! Hatta daha berbat olacak. Kendi din, dünya görüşü hiç fark etmez, buna uymayan insanlara var olma hakkı tanımayacak. Yarın gelecek biri de onun elinden alacak? Söyler misiniz, Allah aşkına böyle bir hayat çekilir mi? Zindan olmaz mı insan için böyle bir hayat? En son örneğini yaşamıyor muyuz nihayetinde? Adamlar olmadık taklalar attı, insanların haklarını gasp etti, haramları helal yaptılar ve kırk yılın sonunda ele geçirdiklerini zannettikleri Devleti, öyle çok donanımlı insanlar da değil, sıradan halk engel oldu ele geçirmelerine ve de çok rahatlıkla geri püskürttü. Bakmayın siz sağda solda söylenilenlere, bu Milletin kararlı bir şekilde sokaklara çıkmasıdır, bu darbenin önlenmesinde ki ana faktör. İnsan bazen düşünüyor! Yahu, Allah, Allah; ne demek ele geçirmek? Sanki yabancı bir ülke var ortada ve sen onu ele geçirmeye çalışıyorsun. Kaldı ki yabancı bir ülke de dahi bunu yapamaz bir Müslüman. Bu, o ekmeğini yediğin yabancı devlete de İHANETTİR. Her nerede olursa olsun, GAYRİ MEŞRU bir ZİHNİYET olan 'ELE GEÇİRME' ameliyesi hiçbir şekilde kabul edilemez ve Allah da buna müsaade etmez. Hiçbir MÜSLÜMAN, ANARŞİST BİR ZİHNİYETE SAHİP OLAMAZ. BİR DEVLETİN ASLİ VAZİFESİ HAKİKİ MANADA ADALETTİR. İslam da buna özellikle vurgu yapar. Kur'an'da ki anlatılanlara bakınız. Her bir misal bu ilke üzerine inşa edilir. Müslümanların kendi aralarındaki hukuktan tutun da, gayrimüslim vatandaşlar ve gayrimüslim devletlerle olan ilişkilere kadar her şeyi düzenlemektedir. Bu düzenlemeler öyle titiz olarak karşımıza çıkmaktadır ki, hiç kimseye bir haksızlık söz konusu dahi değildir.
"Umulur ki Allâh sizinle, düşman olduklarınız arasında bir sevgi oluşturur.
Allâh Kaadir`dir... Allâh Ğafûr`dur, Rahıym`dir.
Allâh sizi, din yüzünden sizinle savaşmamış
ve sizi yurtlarınızdan çıkarmamış kimselere iyilik yapmanızdan
ve onlara adaletli davranmanızdan engellemez.
Muhakkak ki Allâh muksitleri (her şeye hakkını verenleri) sever.
Allâh ancak, Din yüzünden sizinle savaşmış, sizi yurtlarınızdan çıkarmış
ve sizin çıkarılmanıza destek olmuş kimseleri dost edinmenizi yasaklar.
Kim onları dost edinirse işte onlar zâlimlerin ta kendileridir!" / MUMTAHİNE Suresi
Devlet dediğiniz aygıt, hiç ayrım yapmaksızın bünyesinde barındırdığı tüm insanların, barınma, yaşama, din, can ve mal güvenliğini korumakla yükümlüdür. Gelebilecek tehlikelere karşın, ülkenin hudutlarını muhafaza eder. Lakin özellikle bizim geleneğimizin belli bir kısmında bu durum tam tersine dönmüş. Tarihimiz, bu "DEVLETİ ELE GEÇİRME CİNNETİ" ile doludur ve bu cinnete artık bir son verilmedir.
Peki, İslami hassasiyeti yüksek olan insanlar Devlet mekanizmalarına gelmemeliler mi?
Ne demek; bilakis gelmeli tabii ki. Sen adaleti, dürüstlüğü ve hakkaniyeti özümsemiş ve her işinde bu hasletlerini uygulamaya koyabiliyor isen, elbette ki gelebilirsin. Bu zaten bir ele geçirmek değil, aksine ehil olarak hak etmişsin demektir. Bu konumunu da en güzel bir şekilde temsil düzeyine çıkararak, zaten fiili bir tebliğ vazifesini de yerine getirmiş oluyorsun. Bunun adıdır işte "EMANETİ EHLİNE VERMEK." Örneğin; bugün devleti yöneten kadrolar yani iktidar, onlar da bu devlette bir yerler edinmek için mücadele verdiler. Lakin verdikleri mücadele hem MEŞRU hem de YERLİ idi. Bu toprakların asli unsurları olarak yıllarca yetiştirdikleri kadrolarına öncelikle YERLİ BİR DURUŞU TELKİN ettiler. Rahmetli Erbakan bunun en bariz timsalidir. Devlet kadrolarında yer almak için, ev sahibi olduğumuz bu toprakları ateşe atacak herhangi gayrimeşru bir işe asla tevessül etmemişler ve büyük bir sabırla verdikleri mücadele neticesinde, Devletin tüm Yerli ve Milli unsurlarıyla mutabakat içinde bu devletin işleyişini sürdürmektedirler. Zaman zaman şöyle şeylerle de karşılaştık örneğin; özellikle Özal zamanlarında. Diyelim Cumhurbaşkanı bir Rektör veya Dekan atadı. Eğer o atanan kişinin bir ekibi varsa, bir düşünce eleğinden geçirmeden, çöpünü bile bulunduğu ortama taşıdı. Haliyle bu durum kokuşmaya sebep oldu. Hâlbuki içlerinden en temiz, dürüst ve suiistimale kapalı, işinde ehil olanları seçseydi; bugünlere kadar gelen bu kokuşma yaşanmazdı. Mesela; paralel yapının soruları çalma meselesi. Ne çalması, herkes biliyordu; başta askeriye olmak üzere. On binlerce insanı devlet kadrolarına doldurdular. Mesele hak edip etmemesi de değildir. Asıl mesele on binlerce insanın hakkını resmen gasp ettiler. Sonradan duyuyoruz ki, askeri sınavları kazanan ama kendilerinden olmayan binlerce öğrenciyi olmadık uygulamalarla okullardan atılmasını sağladılar. Bu çocukların çoğunun ailesi garibandır. Bu aileler o yoklukta yemediler, içmediler çocuklarının bir noktaya gelmesi için uğraştılar. Ve bir gün sözde Allah rızası için 'HİZMET' ettiklerini söyleyen bir güruh geldi ve bu çocukların haklarını tarumar ettiler. Bunu bir de DİN adına yaptılar; utanmaz herifler. Her şeyi bir kenara bırakın; sadece bu HAK bile, bu paralel çetenin hesap verme noktasında İFLASINA yeterli sebeptir. Bu ne büyük bir HAK YEMEKTİR! Bunun hesabını verememekten diğerlerine sıra gelir mi bilemiyorum. Bugün bu olay pek konuşulmuyor. Hâlbuki iktidar çevreleri sadece bunun üzerinden yüklense bu güruha yeterli desteği bulacaktır. O sebepledir ki, bundan sonra tüm cemaat, vakıf ve yapılar başlarını iki elin arasına alıp, yaşanılan bu son olaylardan ders çıkararak yeniden bir yapılanmaya gitmelidirler. Allah bizlere bu konularla ilgili, Kur'an'da son derece açık ve net misaller veriyor. Tek yapmamız gereken, ait olduğumuz meşrep, tarikat, cemaat, yapı vs. her şeyden soyutlanarak, yaşadığımız hayatı tüm katmanlarıyla birlikte ve bütüncül olarak, bir yeniden 'OKUMAYA' tabi tutmalıyız. Buna mukabil, Kur'an ve onun uygulayıcısı olan Hz. Nebi'nin rehberliğinde de uygulamaya koymalıyız. Aksi durumda, her ne kadar bazı cemaatlerin, "BİZ ÖYLE DEĞİLİZ" deseler de; "AYİNESİ İŞTİR KİŞİNİN, LAFA BAKILMAZ" cümlesini kendilerine hatırlatarak, yarın hesap günü şu ayetin muhatabı olmak zorunda kalabilecekleri konusunda uyarmalıyız:
"Hahamlarını, rahiplerini, bir de Meryem oğlu Mesihi, Allah'la beraber rableri olarak gördüler;
Oysa Tek Tanrıdan başkasına kulluk etmekle emrolunmuş değillerdi;
(o Tek Tanrı ki,) Ondan başka tanrı yoktur,
(O Tek Tanrı ki,) sınırsız kudret ve izzetiyle,
Onun tanrılığında bir pay yakıştırdıkları her şeyden bütünüyle uzaktır, yücedir! TEVBE Suresi.
HAKAN ÇANDIR'IN SÖYLEŞİSİ
DEVAM EDECEK…