Her gün aşure, her yer Kerbela
Kerbela acısının tüm Müslümanlara hala ilk günkü kadar hüzün verdiğini kaydeden İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ramazan Altuntaş ‘İslam Alemi’nin yeni Kerbelalara karşı uyanık olması gerektiğini söyledi.
İçinde bulunduğumuz Muharrem ayı ve Kerbela olayı hakkında önemli açıklamalarda bulunan Necmeddin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ramazan Altıntaş ‘İslam coğrafyasında yeni Kerbelalar’ yaşatmak için fırsat kollandığını hatırlattı ve “Müslümanlar Sünni’siyle, Caferisiyle, Alevisiyle vb. bu tuzakların farkında olmalıdır” diye konuştu.
Muharrem Ayının önemi ve değeri nedir? Kısaca bahsedebilir misiniz hocam. Kısaca diyorum çünkü böyle kısaca anlatılabilecek bir konu değil, bildiğimiz kadarıyla.
İslam tarihinde Hz. Peygamber’in Mekke’den Medine’ye hicreti, bir dönüm noktasıdır. Bu maksatla Hz. Ömer halifeliği döneminde hicreti tarih başı kabul etmiştir. Bu tarihten itibaren İslam âleminde 1 Muharrem hicrî takvimin başlangıcı olarak kutlana gelir. Bu maksatla Müslümanlar 1 Muharremi her sene yeni bir yılın başlangıcı olarak kabul ederler. Muharrem ayı, birçok ilklerle doludur. Bunlardan birisi, Muharrem ayının 10. gününün ‘aşure’ günü olarak benimsenmesi ve o günün önemine binaen Müslümanların hem ibadet ve hem de sosyal içerikli hayır-hasenat yapma bakımından büyük bir faaliyet içinde olmalarıdır. Bu güne anlam veren ve o günün değerini artıran unsurların başında, Kur’an ve sünnette Muharrem ayından bahsedilmiş olmasıdır. Özellikle Fecr Suresi’nin ikinci âyetinde; “on geceye yemin olsun” buyrulur. Bazı Kur’an yorumcuları burada geçen ‘on gece’ ibaresini muharrem ayının aşure gününe kadar geçen zaman dilimi (1-10) olarak yorumlamışlardır. Bu sebeple Müslümanlar, Muharrem ayına ve bu ayın dokuzuncu ve onuncu günlerinde oruç tutarlar ve komşulara pişirmiş oldukları aşure tatlısı ikram ederler. Diğer taraftan Muharrem ayının onuncu gününün Müslümanlar nezdinde faziletli kabul edilmesi Allah’ın muharrem ayının onuncu günü, 10 peygambere on ayrı keramet ihsan ettiğine inanılmasına da dayandırılır. Tarihte Muharrem ayı ve aşure günü sadece Müslümanlar tarafından değil, tâ câhiliye döneminde müşrikler tarafından da kutsal bir ay ve gün olarak kabul edilmiştir. Hatta aşure günü anısına müşrikler oruç tutarlardı. İslam’ın Mekke döneminde Hz. Peygamberin de bu orucu tuttuğuna dair rivayetler vardır. Ayrıca Muharrem ayı ve aşure günü Ehl-i kitap olan Yahudi ve Hıristiyanlar tarafından da kutsal kabul edilmiştir. Hz. Peygamber Mekke’den Medine’ye hicret edince bu orucu tutmuşlar ve Müslümanlara da tavsiye etmişlerdir. Bu konuda hadis külliyatımızda birçok rivayet vardır. Hicretin 2. yılı Ramazan orucu farz kılınınca Hz. Peygamber: “Aşûre orucunu isteyen tutar, isteyen terk eder” buyurmuşlardır. Bu tarihten itibaren Ehl-i kitaba muhalefet etmek için Müslümanlar bu orucu, ya Muharremin 9. ve 10. günleri veyahut da 10. ve 11. günleri tutarlar. Öyleyse biz de sünnet olan bu orucu tutmalıyız. Çocuklarımıza bu günün önemini ve değerini anlatmalıyız. Zaten Anadolu’da Sünni, Alevi, Caferi bütün Müslümanlar bu oruca büyük değer verirler; hem oruç tutarlar ve hem de aşure tatlısı yaparak ikramda bulunurlar. Son zamanlarda büyük şehirlerimizde devlet erkânının da yakın ilgi göstermesiyle aşure günü birlik, kardeşlik adına kutlanmaya başlanmıştır. Bütün sivil kuruluşlar şehirlerin farklı yerlerinde halkımıza aşure tatlısı ikram etmektedirler. Bu güzel geleneğin nesilden nesile taşınması ve canlı bir şekilde yaşatılması gerekir. Çünkü bizi millet yapan, bizi kaynaştıran ve birliktelik hamurumuzun mayası, çimentosu işte bu paha biçilmez dini değerlerimizdir.
Muharrem ayı denilince Kerbela olayı da aklımıza gelmektedir. Kerbelada ne oldu, hocam? Bu olayı nasıl değerlendirmemiz gerekir?
İslam âleminde Muharrem ayı denildiği zaman Müslümanları eleme boğan önemli hâdiselerden olan Kerbelâ faciası akla gelir. Hicri 61. yılda Muharrem ayının 10. günü Hz. Peygamber Efendimizin cennet gençlerinin efendisi diye nitelendirdiği Hz. Hüseyin (a.s) 55 yaşındayken Kerbelada aç susuz bırakılarak hunharca şehit edilmiştir. Dünya Müslümanları bu olaydan büyük üzüntü duymuşlar ve hala da duymaktayız. Bir nevi Kerbela olayı, Muharrem ayının maneviyatı üzerine acılar ekmiştir. Bütün Müslümanlar olarak tarihin bu şekilde tekerrür etmemesi için çaba harcanmalı, bugünü ‘yas günü’ ilan etmenin yerine, geleceğe dair güzel duygular beslemeli ve hayırlı işlerin adımları atılmalıdır. Aşure günü, Şii Müslümanların yaptığı gibi bedene zarar verilmemeli, folklorik bir kutlama törenine de dönüştürülmemelidir. Bugün de emperyalist güçler İslam dünyasının her tarafında etnik ve mezhepsel farklılıklar üzerinden Müslümanlara yeni Kerbelalar yaşatmak istemektedirler. Müslümanlar Sünni’siyle, Caferisiyle, Alevisiyle vb. bu tuzakların farkında olmalıdır. Çare, “hergün aşure, her yer kerbelâ” duyarlılığını korumaktır. Son zamanlarda maalesef ülkemizde de kalplerimizi birleştiren değerlerden beslenen insanımızı emperyalist güçler ve onların uzantıları olan oryantalistler, şiddet ve ayrımcılık dilini kullanarak parçalamak istemektedirler. Buna asla fırsat verilmemelidir. İşte muharrem ayı ve bu ayda cereyan eden Kerbela faciası bizlere birlik ve dirlik ruhunu kazandırmak için vardır.
Ehl-i Beyt kavramını nasıl yorumlamalıyız? Ehl-i Beyt kime denir?
Ehl-i beyt tabiri, ailede bulunan bütün fertleri birbirinden ayırmaksızın ya da bir kısmını bir kısmına tercih etmeksizin hepsini içine alacak bir anlam genişliğine sahiptir. Bu anlamda hiçbir kimse, ailede bulunan ve birlikte aynı mekânı paylaşan herhangi bir kimsenin ‘eşini ya da çocuğunu’ ev halkından saymamazlık edemez. Kur’an-ı Kerim’de özellikle iki yerde kullanılan ‘ehl-i beyt’ kavramında evin hanımı, ailenin en önemli unsuru olarak sayılmıştır. Bu hususu şu iki âyette rahatlıkla görmek mümkündür:“Vay başıma gelenler! Ben bir kocakarı, kocam da ihtiyar olmuşken nasıl doğurabilirim? Doğrusu bu şaşılacak bir şey, dedi. Ey evin hanımı/Yâ ehle’l-beyt! Allah’ın rahmeti ve bereketleri üzerinize olmuşken, nasıl Allah’ın işine şaşarsınız? O, övülmeye layıktır, yücelerin yücesidir, dediler.”( Hud 11/72-73.) “Önceden, sütannelerin memesini kabul etmemesini sağladık. Musa’nın ablası: “Size, sizin adınıza ona bakacak, iyi davranacak bir ev halkını/ehl-i beyti tavsiye edeyim mi?” dedi. (Kasas 28/12). Bu her iki âyette geçen “ehl-i beyt” terimi, evin hanımları hakkında kullanılmıştır. Kur’an’da bir başka ayette geçen: “Ey ehl-i beyt! Allah sizden kiri gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor”(Ahzap 33/33) pasajındaki “ehl-i beyt” terimi, özellikle Hz. Peygamberin hanımları ve çocukları için kullanılmıştır. el-Ahzap Suresi’nin 33. âyetinden hareketle söylemek gerekirse ‘ehl-i beyt’, Hz. Muhammed Sallahu Aleyhi Vesellem’in eşleri, kızı Hz. Fatıma, damadı Hz. Ali ve torunları Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin’den oluşmaktadır. O halde Kur’an-ı Kerim’de geçen ehl-i beyt kavramı, bir kimsenin ailesine mensup olan bütün bireyleri içine alacak bir anlam genişliğine sahiptir. Nitekim Hz. Peygamber’den nakledilen rivayetler de bu görüşü desteklemektedir. Dolayısıyla ehli beyt, İslam dininin son peygamberi Hz. Muhammed (a.s)’ın ev ahalisi ve akrabalarını, kısacası ailesini tanımlamak için kullanılan genel bir adlandırmadır. Bu açıdan, görüşlerine saygı duymakla birlikte, mü’minlerin anneleri arasında ayırım yaparak bir kısmını ehl-i beytten saymayanların görüşü doğru değildir.
İSMAİL POÇAN / YENİ HABER GAZETESİ