Fukara mısın zengin mi?
Mübarek Ramazan ayı içerisindeyiz. En iyi şekilde geçirip sonunda bizden razı şekilde ayrılması için elimizden geleni yapmamız gereken bir ay.
Eşimizi, dostumuzu, akrabalarımızı kollayacağımız, bir dertleri varsa derman olmaya çalışacağımız bir ay demek istemiyorum; çünkü bunları sadece bir aya sığdırmaya çalışmamak gerekiyor.
Öyle adet edindiğimiz şeyler var ki; yanı başımızda ihtiyaç sahibi akrabalarımız dururken dışarıdan fakir aile arama derdine düşüyoruz. En yakınımızdan uzaklaşıp uzakta olanlar vasıtasıyla şah damarımızdan daha yakın olana yakınlaşma çabasına düşüyoruz.
Kabul olur mu olmaz mı değil benim derdim, onu Allah bilir. Niyetimiz nedir? İşlediğimiz ameli hakkıyla mı yapıyoruz, yoksa yapmış olmak için mi yapıyoruz? Övünç meselesi haline mi getiriyoruz, yoksa bir elimizin verdiğini diğer elimizin görmemesi için gayret mi sarf ediyoruz?
İftar yemeklerimiz önemlidir. Oruçluya iftar ettirmenin ecrinden faydalanmak gerekir. Kimileri derler ki, her sene hep aynı kişileri iftara çağırmak ne kadar saçma. Buna katılmıyorum. En yakınlarımızla iftar vaktinin o kıymetli dakikalarının hazzını paylaşmak ve birlikte geçirmek isteriz. Bunun kadar doğal bir istek yoktur.
Marifet sevdiklerimizle, yakınlarımızla iftarda buluşurken, bunun yanında başka tanımadığımız insanların da sofralarında yer almak ya da onlara birebir, olmadı birileri vesilesiyle dokunabilmektir. Kendilerini herkesin terkettiğini düşündükleri anda, Hızır gibi yetişivermektir.
Küçük çocuklar Ramazanda önemsenmelidir. Mesela komşu çocukları mutlaka iftara davet edilmelidir. O iftar çocukların dünyasında öyle yer eder ki, hayatları boyunca Ramazan ayı geldiğinde hep o iftarı dillendirirler. Biz denedik, size de tavsiye ederim.
Dağıtıyoruz, dağıtıyoruz, mutlu oluyor muyuz, dağıtabiliyor muyuz ya da dağıtılanı alabiliyor muyuz? Vermek herkese nasip olan bir iş değildir, almak da bir o kadar zordur. Verirken incitmemek, alırken incinmemekten daha zordur. Her ikisi de nefse ağır gelir, nefsi bir kenara bırakıp paylaşımda bulunmak gerekir.
Bir şeyler verirken aslında bunun karşılığında neler almamız gerektiğini, bir gönle dokunmanın bize neler kazandıracağını düşünelim. Bir kişiyle cânı gönülden bir kap yemeğimizi paylaşmanın bizde oluşturacağı huzuru tahmin edelim. En önemlisi paylaştıkça bereketleneceğini bilelim.
Bu duygular yoksa bizde ve bu hassasiyetler nerelere gitsek bilmem. Ne yapsak da mutlu olsak? Bu haldeysek, dünya ve içindekilerin hiçbiri bizi huzura kavuşturmaz, mutlu etmez.
Bu duyguları taşıyanlar, Ramazanın bereketinden faydalanma derdine düşerler. Ramazan birlik olmayı da aşılar. Belki günün hiçbir öğününde bir arada olamayan aile fertleri, iftar ve sahur vakti aynı sofranın başında hep birlikte olmanın keyfini yaşarlar.
Teravih namazlarında ve mukabelelerde mahalle sakinleri bir araya gelir, muhabbetleri artar. Birbirlerine arka çıkar, sıkıntılarını giderme yollarını arar ve bulurlar. Kur’an birleştirir, bir araya getirir. Namazda birbirlerine omuz verir inananlar, birlikte Bir olana yönelmenin keyfine varırlar.
Ramazan ne güzel gelir bize, neler getirir beraberinde. Tüm bunlardan kısmen de olsa nasiplenmek ne güzeldir. Niyetlerimizin güzel olduğu, nice Ramazanlara ulaştırsın Rabbim.
Unutmayalım ki; fukara kavramı, madden fakir olanlara değil, madden zengin olup da manen fakir olan, yani paylaşamayanlar için kullanılmalıdır. Biliyoruz ki, nice mal mülk içinde yaşayıp da bir zerre paylaşamayan insanlar var. Allah bizi böyle insanlardan etmesin.
Bir de kendilerine ulaşan az bir nimeti bereketlendirmek için paylaşma derdine düşenler biliriz. Asıl zenginler onlardır. Allah yokken de verebilmeyi nasip etsin, yarım hurma dahi olsa.