Fıkhımız, zenginliğimizdir…
Diyanet İşleri Başkanlığı da yapmış olan Bardakoğlu ile 2. Uluslararası İslam Ticaret Hukuku Kongresi’nin artıları, eksileri, Ümmet adına kazanımlarını konuştuk.
2. Uluslararası İslam Ticaret Hukuku Kongresi konusunda uzman onlarca bilim adamı ve uzmanı bir araya getirdi. 19 yıl aradan sonra gerçekleştirilmesine rağmen, ticari ve ekonomik anlamda yüzyıllardır ümmet olarak biriktirdiğimiz ekonomik ve finansal sorular olumlu yada olumsuz bir şekilde yanıt buldu. Etkileri baz alındığında ‘Tarihi bir Kongre’ olarak nitelendirildi. Kongrede sunumlarda bulunan bilim adamlarından biri de kamuoyunun yakından tanıdığı bir isim Prof. Dr. Ali Bardakoğlu oldu. Diyanet İşleri Başkanlığı da yapmış olan Bardakoğlu ile Kongre’nin artıları, eksileri, Ümmet adına kazanımlarını konuştuk. Söyleşimizde fıkhın genel sisteminin ve ahlakının özellikle önem taşıdığına dikkat çeken Bardakoğlu, “İslam Fıkhı on dört asırdır zengin bir birikimdir. Bir şeyin önce caiz olmasını hedef alıp, kafamıza koyup sonra mercekle fıkıh kitapları arasında buna destek veren birilerini arayıp bulmak doğru olmazdı. Bu kongre bu bakımdan önemli bir adım oldu” diye konuştu.
Kongreyi genel çerçevesiyle nasıl değerlendiriyorsunuz?
19 yıl aradan sonra tekrar ticaret hukukunun ve iktisadi hayatımızın, İslami kurallara, hukuk kurallarına göre geçirilmesi ve her hangi bir fıkha ve dini esaslara aykırılık varsa bunun müzakere edilmesi amacıyla bir araya geldik. Çok yararlı bir buluşma oldu.
Sonuçları itibariyle yani artıları ve eksilerini göz önünde bulundurduğunuzda nasıl bir sonuçla karşılaşıyoruz?
Hem fıkıh hocaları hem de uygulamanın içindeki şahıslar bir araya gelip sorunları tartıştılar Kongrede. Ancak tabi buradan şöyle bir sonuç çıkmamalı: Yani İslam fıkhının bir defa çok temel ahlaki ilkeleri var. Çok temel insani ilkeleri var. Münferit fetvalardan ve münferit çözümlerden hareketle İslam fıkhının genel sistemini ve ahlakını bertaraf eden bir anlayış uygulama ortaya çıkmamalıdır.
Nasıl yani açabilir misiniz bu olmasını istemediğiniz bu noktayı?
Bu katılım bankalarının murabı hatebe rifs hukuk gibi fıkhi ıstılahları kullanarak örtülü bankacılık yapmaları fıkhın içini boşaltıp ve fıkhın özünü ruhunu yok eder. Sadece geriye kuralları kalır. O zamanda bu fıkhın hiçbir ümmete ve Müslümana faydası olmaz. Böyle olunca, biz burada konuları akademik çerçevede fıkhın prensipleri ve fıkıh kültürü açısından konuşuyoruz. Bu münferit görüşlerden hareketle kurumsal çözümler ve sistemler oturtmak çok doğru değil. Sistemleri ve kurumsal işleyişleri daha bir bütüncül görüşle ele almak gerekiyor.
Bugüne kadar başarılı olunabildi mi bu noktada? Yada burada bu noktaya ulaşma noktasında yapılanları nasıl değerlendirilmeli?
İkincisi İslam fıkhı on dört asırdır zengin bir birikim. Bir şeyi önce caiz olmasını hedef alıp, kafamıza koyup sonra mercekle fıkıh kitapları arasında buna destek veren birini arayıp bulmak ve onun görüşünü hemen öne çıkararak onun arkasına sığınmakta doğru değil. Mümkün olduğu kadar fıkıh meselelerinin sistematik bütünlüğünü ve mantıki tutarlılığını korumamız ve o tutarlılık içerisinde çözümlere ulaşmamız gerekiyor. Burada zaman zaman usulü boşluklar yöntem açısından sıkıntılı yaklaşımlar olabiliyor. Bunları da İslam fıkhının genel bir çizgisi olarak görmemek lazım.
Sonuçlar istenen şeklin dışında kullanılabilir diyorsunuz bir bakıma öyle mi?
Yani İslam fıkhı kendi içinde bir hem ekoller fıkıh mezhepleri, hem İslami fıkhı içinde sistematik bir bütünlüğü taşır. Böyle olunca bu sistematik bütünlüğü görmezden gelerek satır aralarından çözümler üretmek, fıkhı anlamamak hatta kötüye kullanmak olur. Yani bu İslam hukuku toplantılarının İslam ekonomisi toplantılarının böyle bir riski var. Öte yandan insanlığın ortak tecrübesi ile ulaşılmış sonuçları ideolojik bir yaklaşımla değil, daha soğukkanlı, daha hukuki, rasyonel bir yaklaşımla anlamamız gerekiyor.
Bunların yaşanmaması için dikkat edilmesi gerekenler olmalı. O noktalar ne peki Hocam?
Hemen taraf olmak ötekiler ve biz şeklinde olmak yerine, biz insanlar ticari hayatımızı, iktisadi hayatımızı ticari uygulamalarda hangi sıkıntılarımız varsa bunun İslam’ın, fıkhın, dinin, genel prensiplerine ne kadar uygun, ne kadar aykırı olduğu şeklinde bir genel yaklaşımımızın olması lazım. Hatta burada İslam’a uygunluk değil, İslam’ın haramlarına ilkelerine aykırı olmama esas olmalı. Uygunluğu ararsanız, siz o zaman yirmi birinci yüz yıldaki bir davranışın, bir kuralın, bir şeklin ikinci üçüncü asırdaki karşılığını aramak zorunda kalırsınız. Halbuki zaman o kadar hızlı değişiyor ki, biz otuz yıl önceki dönemden bir karşılık bulamıyoruz bazen, böyle olunca yeni uygulamalarımızın, yeni ticari formlarımızın geçmiş kültürden karşılıklarını aramak yerine, bu uygulamaların dinin, dini ahlakın, fıkhi ahlakın, İslam prensiplerini, İslam’ın haram ve helallerinin genel çizgisine aykırı olup olmadığını kontrol etmemiz. Aykırı değilse o geniş alanda insanın ortak tecrübesiyle iletişim içinde çözümler aramamız gerekiyor.
Bu bağlamda düşünüldüğünde de eşsiz bir Kongre hüviyetine bürünüyor bu çalışma. Sizin öngörünüzde bu şekilde sanırım?
Bu kongre iyi bir adım evet, hem bu sıkıntıları bu savrulmaları da içerisinde barındıran bir adım. Onun içinde bunları nihai toplantılar gibi görmemek lazım. Fıkıhçılar dış dünyadaki olup bitenleri birazda anlamaya çalışıyorlar. Yani fıkıhçılar bu ticari hayatın, iktisadi hayatın kurucu unsurları aktif üyeleri olmadığı için biraz da kendi dışlarında gelişen bu olayların fıkıh kültürü açısından bir adlandırmasını açıklamasını yapmaya çalışıyorlar. Böyle olunca bunu mütevazi adım gibi görmek çok fazla bunun üzerine abanmamak gerekiyor. Tabi bu yaklaşımla devam ederse, her üç beş yılda bir toplantılar olur. Fıkıh hocalarımız gelirler konuşurlar, itibar görürler tekrar toplanırlar. Böylece bu sektör olarak devam eder. Ben bunun giderek sektörleşeceği inancındayım.
HÜSEYİN ATAK- SÜMEYRA ARSLAN KASAP / YENİ HABER GAZETESİ