Seyfullah Koyuncu
Seyfullah Koyuncu Evde canı sıkılan doktora gidiyor!

Evde canı sıkılan doktora gidiyor!

Dedenin biri her gün sabah erkenden hastanenin yolunu tutuyormuş. Sırası gelir gelmez doktorun odasına giriyor, şikayetini dile getiriyormuş.
 
Doktor özene bezene muayenesini yapıyor, dedenin şikayetlerine çözüm bulmaya çalışıyormuş. Nihayetinde de teşhisi koyup reçeteyi yazıyor, dedeyi yolcu ediyormuş.
 
Aynı dede ertesi gün yine aynı hastanenin yolunu tutuyor, yine benzer şikayetlerle doktorun başında bitiyormuş.
 
Bu böyle aylarca, günlerce devam edip durmuş.
 
Dede her gün sabah hiç sektirmeden istikrarla muayene olmaya geliyor, bir gün bile boşluk vermiyormuş. Öyle ki, hastanede çalışan herkes artık dedeyi yakından tanımış, varlığına alışmışlar.
 
Her gün sabah türlü şikayetlerle hastaneye gelen dede, günün birinde gelmemiş.
 
Dedenin yokluğunu gören hastane personelinin aklına kötü şeyler gelmiş. Acaba dedeye bir şey mi oldu, acaba hayatını mı kaybetti diye tedirgin olmuşlar.
 
Derken, ertesi gün dede sağlam bir şekilde yine muayeneye çıkagelmiş.
 
Allah’ın her günü hastaneye gelen dedenin, dün neden hastaneye gelmediğini merak etmişler ve kendisine sormuşlar; ‘Dede hayırdır, dün niye gelmedin?’
 
Dedenin cevabı manidar: Hastaydım guzum, gelemedim…
 
Şu anda hastanelerdeki durumumuz aynen bu şekilde ne yazık ki.
 
Tıpkı hikayedeki dede gibi hastalık hastası bir psikoljiyle; başı ağrıyan, döşü ağrıyan, evde canı sıkılan, tırnağı kırılan, parmağına kıymık batan, burnu akan kim varsa hemen hastanenin yolunu tutuyor.
 
Bu kadar iyi sağlık yatırımlarının olduğu bir ülkede vatandaş memnuniyeti en üst seviyede olması gerekirken; neden hastanelerde yoğunluk oluşuyor, neden insanlar bir türlü memnun edilemiyor sorusunun cevabı işte tam da yukarıda anlattıklarımla ilintili.
 
Bir kutu Parol yazdırmak için doktora gidenler olduğu sürece, ne kadar yatırım yaparsanız yapın, istenen memnuniyeti oluşturmak asla mümkün olmayacaktır elbette.
 
Şu anda hastanelerdeki yoğunluğun ve sağlık hizmetlerindeki sıkıntının en büyük kaynağı işte bu hastalık hastası zihniyettir.
 
Bu zihniyete ne doktor dayanır ne hastane ne de kaynaklar…
 
Sağlık hizmetlerine bu kadar kolay bir erişimin olması normal şartlarda övünülecek bir şeydir. Ama ben bu erişimin kısıtlanması taraftarıyım. Hatta muayene olmanın bu kadar kolay olmasını eleştiriyorum.
 
Hem sağlık sistemimizde hem de Sosyal Güvenlik Kurumu üzerindeki bu gereksiz yükün bir şekilde azaltılması gerekiyor.
 
Bu gereksiz yük, ülkemizin sağlık alanında yaptığı bütün yatırımların gölgede kalmasına sebep oluyor üstelik.
 
İşin özeti; ciddi bir durumu olmadığı sürece, her canı isteyen doktora gidememeli!
 
Peki bu hayalden bile uzak olan temennimin rasyonel tarafı var mı?
 
Bence var.
 
Sağlık Okur-Yazarlığı.
 
Bu konuyu aslında Dr. Ahmet Nihat Baysal hocam ile yaptığımız bir sohbette derinlemesine konuşmuştuk. Kendisinin bu konuda güzel fikirleri var.
 
Vatandaşın, sağlık konusunda bilinçlenmesi için hem medya hem de farklı araçlar kullanılarak bu alanda bir çığır açılabilir.
 
Hangi rahatsızlığın ciddi, hangisinin basit olduğu; hangi durumlarda doktora gidilmesi gerektiği, hangi durumlarda evde çözüm üretilmesi gerektiği konusunda bilinç oluşturulursa, her canı sıkılan hastanenin yolunu tutmaz.
 
En azından yoğunluk bir nebze olsun düşürülebilir.
 
Hem ilk yardım müdahaleleri konusunda da bilinçli bir toplum oluşturulabilir.
 
Buna bir yerden başlamak gerekir.
 
Sağlık Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, TRT, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı başta olmak üzere birçok kuruluş bu konuda iş birliği yapabilir. Medya da üzerine düşeni yapacaktır zaten.
 
Olmaz olmaz demeyin.
 
Bakın Sıfır Atık konusunda özellikle son yıllarda atılan adımlar nedeniyle toplumda çok güzel bir bilinç oluştu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan hanımefendi ile Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum’un ortaya koyduğu çabalar, hızla meyvelerini vermeye başladı.
 
Birkaç kez şahit oldum; baba elindeki çikolata kağıdını kaldırıma atıyor, çocuğu geri dönüp onu yerden alıyor. Çünkü babaya temizlik ve sıfır atık alanında yeterli eğitim verilmemiş fakat çocuk okulda bu bilinçle yetiştirilmiş.
 
Demek ki eğitim her şeyi değiştirebiliyormuş.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Seyfullah Koyuncu Arşivi