AYAĞA KALK SOMA…
SOMA’nın acısını anlatmaya gerçekten kelimeler yetersiz kalıyor. Bizi bırakıp giden her canın, geride kalan her çocuğun, eşin, annenin, babanın, kardeşin dram dolu bir hikayesi var. Onlara dua ediyor, Allah milletimize bir daha böyle acılar yaşatmasın ve devletimize zeval vermesin diyorum.
SOMA bir faciaydı. Bu faciayı halkımız, insanlarımız büyük bir metanetle karşıladı ve çok büyük güzelliklerle bu acıyı bağrına bastı. Kimi dua etti, kimi gıyabi cenaze namazı kıldı, kimi maaşını bağışladı, kimi kumbarasındaki parayı, kimi en sevdiği oyuncağı gönderdi. Şahıslar, kurumlar, sivil toplum örgütleri, siyasiler, yardım severler, futbol kulüpleri, sporcular,…Acıya işte böyle güzellik kattı halkımız…
Acıya, ölüme güzellik katılır da çirkinlik katılmaz mı? O da olur? Olduğunu SOMA’da gördük. Herkes kendine, mayasına, kültürüne, inancına yakışanı yaptı. Bir tarafta insan olmanın güzelliğini ortaya koyanları gördük, diğer tarafta başkalarının ölümünü ve acısını sömürmeye, çirkinleştirmeye kalkan yaratıkları. Onlara, insan diyemem, bu “İnsanlığa”, “yaradılışa”, “yer yüzündeki tüm değer yargılarına” hakaret olur. Onlara hayvan diyemem. Çünkü ölümü ve acıyı sömüren, ve kullanan hiçbir hayvan görmedim. Onlara hakaret olur. Bu güruh sadece Allah’ın yaratmış olmasından dolayı, “yaratık” olarak adlandırılabilir. Ya da “Esfeli Safilin” olabilirler.
Böylesine bir dramı, acıyı, faciayı ellerini ovuşturarak, “acaba bundan bize ekmek çıkar mı” beklentisiyle SOMA’ya koşan siyasiler oldu. Halkın büyük acısına rağmen vakur duruşu karşısında utanıp, parti genel merkezlerine geri döndüler. Kimisi de, “bizden ölen yok” deyip, kılını kıpırdatmadı. Ölümden oy, acıdan iktidar çıkarmayan çalışan zavallı sözüm ona siyasetçiler gördük. Bedeli ağır oldu, ama bu kadar da alçalabileceklerini tahmin etmiyorduk.
Yurt dışı gezilerini iptal eden, 3 gün milli yas ilan eden, SOMA’ya giderek devletin her türlü imkanını seferber eden Başbakan’a hakaret ve küfreden provakatörlerin sırtını sıvazlayan politikacılar ve medya organları gördük.
SOMA faciasında bir kez daha gördük ki, sınırsız bir özgürlüğe sahip medyamız var. Siz bakmayın Amerikalıların medya özgürlüğü konusunda bizi sınıfta bıraktığına. Canlı yayın araçlarıyla, ocağın girişine en yakın noktada, kurtarma ekiplerinden, ambulanslardan daha stratejik yerleri kapmışlar. BİZİM MEDYA DAHA ÖNCE OLDUĞU GİBİ, SOMA’DA DA ÖLÜMÜN, ACININ, DRAMIN SÖMÜRÜSÜNÜ yaptı…
En iyi haberi kim yakaladı, en iyi hikayeyi kim buldu yarışındaki şanlı medyamızın düzelebilme ihtimali konusundaki tüm umutlarımı da SOMA’da kaybettim. Anlı şanlı gazetecilerimiz İstanbul’da, Ankara’da oturarak facianın sebebini buldular. Suçluları ilan ettiler. Sonra da infazını yaptılar.
Hürriyet Gazetesi’nin küfür ve hakaret makinesi Yılmaz Özdil’in, CHP’nin yayın organı HALK TV’de söylediği, “O işçiler için bu kaza normaldir, hatta müstehaktır. Bu işçiler para karşılığı Başbakan’ın İzmir ve Manisa mitinglerine katıldılar. Türkiye layığını buldu” hezeyanını duyunca; güneş gözlüğüyle, takım elbisesiyle SOMA’ya giden Uğur Dündar’ın; kirlenmiş, alçalmış, halkına karşı kin ve nefretle dolu yazar müsveddelerinin yanında zem zemle yıkanmış olduğunu gördüm.
“Basın özgür değil” diyen güruhta aynı cenahtan. Şimdi ben merak ediyorum, özgür değilken bunları söyleyenler, özgür olsalar, bu halka, bu millete, bu devleti yönetenlere acaba daha neler söyleyecekler? Bunların daha öte söyleyecekleri ne var acaba çok merak ediyorum.
SOMA faciasından sonra bir kez daha gördük ki, Türkiye’nin büyümesini istemeyen, Türkiye’de insanların insan hak ve onuruna yakışır bir seviyede yaşamasını istemeyen dış güçlerin çalışmasına gerek yok. Ülkemizde o kadar çok vatan, millet, devlet, işçi, sermaye, refah, gelişme, aydınlanma, birlik ve beraberliğimizin korunmasına düşman var ki, dış düşmana gerek yok.
Necip Fazıl, “Bugün bizdeki muhalefet, iktidarı düşürme hırsıyla vatanı düşürmeye bile razıdır” derken ne kadarda ileriyi gören bir tespitte bulunmuş. Yine Üstad’ın affına sığınarak; “Sakarya Türküsünü” bugün için duygularımıza tercüman olması için uyarladık.