48 kromozomlu buğday mı tüketiyoruz
Tarımla ilgili olarak ortaya atılan iddiaları cevaplamaya devam ediyoruz.
Tarımla ilgili olarak ortaya atılan iddiaları cevaplamaya devam ediyoruz.
Sosyal medyada dolaşan ve bazı sözde beslenme uzmanlarının kendi sayfalarında dolaşan iddiası şu;
“ABD, Anadolu’nun 14 kromozomlu siyez buğdayı ve 28 kromozomlu kavılca buğdayının genleriyle oynayarak 48 kromozomlu…”
Cümlenin devamını bile getirmek istemiyorum kadar tiksinti verici ki anlatamam. İrrite oluyorum. Sosyal medyada bu ve buna benzer o kadar çok aslı astarı olmayan, yalan yanlış bilgiler var ki; uç ucuna eklesem, buradan bizim köye yol olur.
Yukarıdaki iddiaların hiçbiri elle tutulur iddialar değil. Tamamen uydurma ve gerçek dışı. Bir defa bilimsel değil.
Ortaya atılan iddialar o kadar cahilce ki buğdayın kromozom katsayılarını bile bilmiyorlar. Genetik bilimine göre buğdayın kromozomu 7’nin katları şeklinde olmak zorunda. Bundan dolayı ancak 42 Kromozomlu buğday olur.
Bu kadar bilimsel gerçeklerden uzak iddiaları konuşmak bile zaman kaybı ama biz bilimsel ahlakın bize yüklediği sorumluluk gereği ve dahi sosyal medyada bu tip yalanlara bilimsel olarak cevap vermek adına sorumluluk gereği cevap verme durumundayız.
Tohum ıslahı ile GDO aynı şey değildir. GDO (Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar) bir türden başka bir türe gen transferidir. Biyoteknolojik yöntemlerle kendi türü dışındaki bir türden gen aktarılarak belirli özellikleri değiştirilen bitki – hayvan ya da mikroorganizmalara “transgenik” ya da “genetiği değiştirilmiş organizma” denilmekte ve bu ürünler kısaca GDO olarak adlandırılmaktadır. Bu kapsamda, örneğin domuza ait gen buğdaya, bakteri veya virüse ait gen de bir bitkiye aktarılabilmektedir.
Burada şunu net bir şekilde ifade edebilirim; Buğdayda GDO’ya ihtiyaç yoktur. Neden? Çünkü insanda 23 bin gen vardır, buğdayda 98 bin gen vardır. Yani buğdayda o kadar geniş bir aralık var ki başka bir canlıdan gen almaya gerek yok. Mantıklı değil, ekonomik değil... Yani GDO’ya ihtiyaç yok...
Tohum ıslahının temeli melezlemedir bu hem doğada kendiliğinden olur hem de insan eli ile olur. Hibrit tohumda bir ıslah biçimidir, GDO değildir. Hibrit tohumlarında insan sağlığına hiçbir olumsuz etkisi yoktur.
Hibrit yani ıslah edilen tohumlar; erkenci, verimli, kaliteli, hastalık ve zararlılara karşı daha dayanıklı olur. Daha geniş adaptasyon yeteneği bulunan ıslah tohumlar, elverişsiz koşullarda bile nispeten daha çok verim sunar.
Şimdi sorumuza gelelim: “48 kromozomlu buğday mı tüketiyoruz?”
Hayır... Öncelikle 48 kromozomlu buğday yoktur. Olsa olsa 42 kromozomlu buğday olur.
Buğdayların kromozom sayısı 1950 yıllarında artırıldı mı?
Hayır... İnsanoğlu yaklaşık 9000 yıldır (yaklaşık milattan 7000 bin yıl önce) 42 kromozomlu buğdayı tüketiyor.
Şunu açıkça ve net olarak söyleyebiliriz: Bizler ilk insan hazreti Âdem’in yediği buğdayı yiyoruz. Bundan emin olabilirsiniz. Kromozom sayıları farklı olsa bile temel itibariyle aynı buğdaydır. Besin değerleri, biyokimyasal değerleri, proteini, nişastası, vitamini, enzimi hemen hemen aynıdır. Çok küçük farklar vardır. Zaten söylendiği gibi buğdayda kromozom sayısı falan artmış değil. Evet, buğdaylar botanik olarak birbirinden farklı kromozom sayılarına sahiptir. Buğdaylar 14, 28 ve 42 olmak üzere kromozom sayılarına göre 3 farklı grupta incelenir.
Buğdayda temel kromozom sayısı 7 olup; kromozom sayılarına göre üç grup bulunmaktadır:
• Diploid grup (2n= 14): AA
• Tetraploid grup (2n= 28): AABB
• Hekzaploid grup (2n= 42): AABBDD
Burada gen, kromozom, DNA gibi genetik konulara girerek konuyu çok teknik alana çekmek istemiyorum.
Söz konusu iddiaya dönersek, devamla;
“Rockefeller Vakfı Norman Ernest Borlaug’u Meksika’ya gönderdi. Bunun sayesinde ’Buğdayların kromozom sayısı 1948 yıllarında artırıldı,48 e çıkarıldı, boyu kısaltıldı, cüce buğday geliştirildi.” diyor.
Bu iddialar da tamamen asılsız, yalan yanlış. Rockefeller Vakfı Minnesota Üniversitesi'nde bitki biyolojisi ve ormancılık öğrenimi gören, 1941’de aynı üniversitede bitki patolojisi dalında doktora derecesini alan Borlaug’u, imajını düzeltmek için 1944 yılında Meksika’ya gönderiyor. Öncelikle Rockefeller Vakfı imajını düzeltmek için bu işe girişiyor. Meksika’da açlık var ve bu adımla vakıf oraya katkı sunmasını istiyor. Bu bilim adamı uzun yıllar burada kalıyor ve bilimsel çalışmalar yapıyor. 1944-1960 yılları arasında Meksika Tarım Programı'nda araştırmacı olarak çalışıyor.
Campo Atizapan'daki bir araştırma istasyonunda tahıl bitkilerinin ıslahıyla uğraşıyor ve ürün verimi yüksek olan yeni ırklar geliştiriyor. Borlaug'un Meksika hükûmetiyle çalıştığı süre içinde, Meksika'nın buğday üretimi üç katına çıkıyor. Borlaug ayrıca, triticale adıyla bilinen bir buğday-çavdar melezi geliştiriyor. Bu yıllarda gen teknoloji çok gelişmiş değil. GDO kelimesini dahi bilen yok. Bu adamın yaptığı ıslah ve bunu melezleme yoluyla yapıyor. Bu adam kromozom sayısını artıracak bir çalışma yapmıyor ve onun zamanında da, ondan önce de ve ondan sonra da ekmeklik buğdayın kromozom sayısı 42 idi.
O yıllarda buğday boyu çok uzun ve bu bilim adamı buğdayın boyu kısa çeşidi geliştiriyor. Bunun çok mantıklı bir izahı var, detaya girmeden özetle, buğdayın boyu kısalırsa verim artar. Bu çok basit bir kural. Bitki boya vereceği enerjiyi tohuma ve başağa veriyor. Dolaysıyla da verim artıyor. Bu bilim adamı dünyada açlık sorununa çözüm bulduğu için tarıma olan katkılarından dolayı Yeşil Devrim'in öncüsü olduğu için 1970 Nobel Barış Ödülüne layık görülüyor.
Burada kafa karıştıran ve şüpheye sebep olan tek şey Rockefeller Vakfı...Bu şüphe yerinde bir şüphe. Şunu bir kez daha hatırlatıyorum; Birileri tohumla, buğdayla, ekmekle ilgili bir şeyler söylüyorsa, şu kadar yıllık bir buğday, şu kadar verim alıyorum buğday 48 kromozomludur, ekmek GDO’ludur vs. söylüyorsa önce gidin bunu uzmanına sorun. Elliye yakın ziraat fakültesi var, araştırma kuruluşları, araştırma enstitüleri var... Bunlara ulaşamıyorsanız en azından tarım il ve ilçe müdürlüklerindeki ya da belediyelerdeki tarımsal hizmetler bölümünde ziraat mühendislerine sorun. Onlar size bilimsel anlamda yardımcı olacaklardır.