Yine Satıldın Ey Halkım!...
Marksizm trenine binip, yolcularını 40 yıl kan ve terör duraklarında gezdirdikten sonra ne mi oldu? Tren, yola çıktığı durağa geri geldi. İçinde milyonlarca aldatılmış yolcuyla birlikte. Marksist bir ideolojinin peşinde Kürt ve Türk Solcuların, bir kısım Alevi ve Sünni Kürdün bindirildiği tren, maalesef çoğu yolcusunun ömründen çok daha uzun bir yolculuktan sonra bir spor salonunda “Sosyalizm” mavrasına yeniden iltihak etti.
Nevruz’da Diyarbakır ve çevre illerden gelen Sünni Müslüman Kürtlere “Allah’ın selamını” gönderenler, BDP’nin HDP’ye iltihak törenine “Devrimci selamlarını” gönderiyordu. Türk siyasi tarihi bir çok partinin birleşme, ittifak ve iltihak sayfalarıyla doludur. Ancak ben böyle bir şeyi ilk defa görüyorum. Teşkilatlanması bile tam olmayan bir partiye, seçimlerde %7.5 oy alan bir parti iltihak ediyor. Kimse “efendim bu bir seçim işbirliğidir. BDP Doğu’da, HDP Batı’da yoluna devam edecektir” demesin. Yerel seçimler yakın olduğu ve bu “satılmışlığın” Doğu’da Kürtler üzerinde nasıl bir etki oluşturacağı kestirilemediği için BDP kepenk kapatıp HDP’ye katılmaya fırsat bulamamıştır. Seçimden sonra bu da olacaktır.
Alevilerin çözüm süreciyle, “PKK’nın kendilerini sattığı” iddiaları üzerine Selahattin Demirtaş ve Gültan Kışanak soluğu Dersim’de almıştı. PKK’nın akıl hocaları, fikir ve strateji babaları olan Dersimlilere, “sizi satmadık” mesajları büyük bir coşku ve heyecanla verildi. O gün mikrofonlara değil ama, kapalı kapılar ardında, “Sizi satmakta nereden çıktı? Yakında tüm Sünni Kürtleri size iltihak ettireceğiz. Onları size vereceğiz, eti sizin, kanı bizim” demişler de haberimiz yokmuş…
“Türkiyelileşme” hareketi olarak HDP'ye katılımı emredenler, parti çatısı altında sol ve sosyalist güçlerle ortak mücadele başlatılması için Mahir Çayan ve arkadaşlarının mirasını hayata geçirmek istediğini açıklıyor. Öcalan'ın isteği ve Kandil'in onayı ile BDP yönetimi, sıcak bakmadığı HDP projesine, istemeyerek de olsa, onay vermek zorunda kaldı. Hani Başbakan diyor ya, “Kandil, tuvalete gitmeyeceksiniz dese, bunlar tuvalete de gidemezlere” somut bir örnek oldu.
BDP'li milletvekili Altan Tan, HDP'yi “kadük ve sığ” bir parti olmakla suçlasa da o bayrak altında kalmayı içine sindirmeyi nasıl beceriyor insan anlamakta zorluk çekiyor. Üstelik iltihak edilen parti Tan’ın da ifadesiyle marjinal sol örgütler. Bunların hepsinin de ilk sorunu “İslam”la. Barış kelimesini dillerinden düşürmeyen bu insanlar ne yazık ki, konu İslam olunca hiç de barışçıl bir dile sahip değiller. Daha doğru bir ifade ele “İslamla barışık değil, kavgalılar”. Anlayacağınız, yıllardır bu mücadeleye emek verenler, dağa çocuklarını gönderenler geri plana itildi. Ankara ve İstanbul’da oturan, daha önce hiç görmedikleri, isimlerini duymadıkları adamlar işin başına kuruldu. Bundan dolayıdır ki, bu projeyi BDP tabanı içine sindirmiş değildir. Sindirmemelidir de…
HDP Eşbaşkanı Sebahat Tuncel, ayağının tozuyla, CHP'nin İstanbul'da Sarıgül'ü aday göstermesi durumunda ne yapacakları sorusuna şu cevabı veriyordu; “CHP gerçekten İstanbul'u almak istiyorsa, HDP'yle işbirliği yapmak istiyorsa bunu tartışırız. Böyle bir tartışma olmadan ‘niye aday gösteriyorsunuz?’ denilemez.’ Belki ters bir şey olur, ortak bir aday gösterebiliriz. Olması gereken bu."
Şimdi tamda burada BDP ve tabanına sormak lazım. Çözüm sürecine karşı çıkan ve hiçbir katkı sunmayan CHP’ye Sebahat Tuncel’in uzattığı sıcak ve arzulu eli görüyor musunuz? Kürt sorununu çözmek için siyasi geleceğini riske atan, baldıran zehri içmeyi göze alan Başbakan’a uzanmayan el neden CHP, Kılıçdaroğlu ve Sarıgül’e bu kadar kolay ve içten uzanıyor? Sorunu çözmek isteyen Başbakan’dan İstanbul’u alıp, CHP’ye teslim etmek için ilk günden bu kadar istek neden? İki sebebi var. Birincisi Sebahat’in zaten Kürt sorunu diye bir derdi yok. İkincisi HDP’nin CHP ile olan mezhep kardeşliği. Tabi Sebahat’in de Kılıçdaroğlu ve Sarıgül’le böyle bir kardeşliği var.
Son sözü, bugün onlardan biri söylesin. Uğur Mumcu, onların değil, ama tam da benim istediğim gibi söylüyor; “Asıldık ey halkım, unutma bizi...
Bizi öldürenler, bizi asanlar, bizi sokak ortasında vuranlar, ağabeyimiz, babamız yaşlarındaydılar. Ya bu düzenin kirli çarklarına ortak olmuşlardı ya da susmuşlardı bütün olup bitenlere. Öfkelerini bir gün bile karşısındakilere bağırmamış insanların gözleri önünde öldürüldük. Hukuk adına, özgürlük adına, demokrasi adına, Batı uygarlığı adına, bizleri, bir şafak vakti ipe çektiler.
Korkmadan öldük ey halkım, unutma bizi...”
Ben de diyorum ki, “Ey Halkım! Yine satıldın. Seni satanları unutma.”
“Ey Kürt Halkım”, Uğur’un 1975’ten gelen sesini duyur musun?