Yeni-sömürgecilerin gözdesi: Mozambik
Hint Okyanusunun batı sahillerini çevreleyen Doğu Afrika’da, Somali’den başlayıp Kenya, Tanzanya ve Mozambik ile devam ederek Ümit Burnu’na kadar uzanan tüm kıyı şeridi, sömürgecilik öncesinde asırlarca ‘sahil’ kelimesinin Arapça çoğulu olan ‘sevahil’, yani ‘kıyılar’ isimlendirmesiyle tanındı. Batılılar bu ismi ‘Swahili’ olarak yazmayı tercih ettiler. Bugün Bantu ile Arapçanın ve biraz da Farsçanın karışımından oluşan yöre diline de ‘Sevahili/Swahili’ denilmekte, tüm Afrika yerel dilleri içinde kıtada en fazla insan tarafından bu dil konuşulmaktadır. Sadece konuşulduğu ülkelere göre lehçeleri değişebilir. İngiliz, Belçikalı, Fransız, Portekiz ve Alman sömürgeciler bu dili tüm farklı yerel etnik unsurlar arasında bir tür ortak dil yapmak zorunda kalınca, kıyı bölgelerden içeri kısımlara doğru da yayılma fırsatı buldu. Kenya, Uganda, Ruanda, Burundi, Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nin doğusu, Malavi, Tanzanya ve Mozambik’e kadar etkisi görüldü.
Müslüman Araplar İslamiyetin daha ilk yüzyılında tanıdıkları bu kıyılara farklı nedenlerle seferler düzenliyorlardı. Zaman içerisinde çoğu sahillere neredeyse bitişik konumdaki irili ufaklı adaları yurt edindiler, buraları medeniyetin merkezi adacıklara çevirdiler. Her biri adeta bir şehir devleti konumunda olan kırka yakın yerel idare vardı. İbn Battuta 1330’lu yıllarda bölgeye geldiğinde, Mogadişu dahil pek çoğuna uğradı ve burada hem yöneticilerin hem de halkın arasına karışıp gezip gördüklerini ayrıntıları ile kaydetti. Dahası ilerleyen asırlarda bu sahil şeridi Araplar dışında İranlıların, Hintlilerin de uğrak yeri oldu. Biladüzzenc veya çoğulu ile Bilâdüzzünûc, yani Zenciler Beldesi idi. Hint okyanusu üzerindeki adalar ticaretin en fazla odaklandığı yerlerdi. Adeta okyanus üzerinde ticaret ağları kurulmuş ve avuçlarının içi gibi gemilerini koskoca okyanusta yüzdürüyorlardı. Hatta Arap yarımadasında yaşanan çoğu mezhep kökenli gerginliklerde, güçsüz olanlar da buraları bir sığınak olarak görüp mütemadiyen gelip yerleştiler. 17. yüzyılından sonra ise Uman Sultanlığı Zengibar merkezli kurduğu yeni hanedanlık merkezi ile iki asırlık Portekiz nüfuzunu kırdı ve bölgeyi 19. yüzyılın sonlarına kadar Avrupa sömürgeciliği belasından korudu. Sultan ve çevresi, Haricilerin İbaziye kolundan olsalar da buradaki Hanefi, Şafii, hatta Şiilerin mezheplerine müdahale etmediler. Kaldı ki Osmanlı devletini kendileri için büyük bir müttefik kabul ettiler. Sultan Bergaş, İkinci Abdülhamid ile irtibatını sürdürdü.
Musa’nın adası: İslamiyetin güneybatıdaki en uç coğrafyası
1500’lerin başına kadar Müslüman Araplar için Mozambik, Angoş ve Sofala adlı üç yerel hanedanın idaresinde bir coğrafya idi. Üç ada ve her birinde birer yerel Müslüman idare vardı. Arap yarımadası ile sahillerden içerilere doğru kıymetli madenlerin ve ticari mallarının alım satımının en büyük kaynakları buradaydı. Bugün ard ülke konumundaki Zimbabve ve Zambiya’ya kadar irtibatları vardı. Ortadoğu’nun altın ihtiyacının bir kısmı, Mısır’dan başlayıp Mali’ye kadar uzanan kuzey ve batı Afrika’dan sağlanırken, önemli bir kısmı ise doğu Afrika’nın bu en uç noktasından gideriliyordu. Haliyle ilk Müslüman coğrafyacılarından İdrisî, el-Mesûdî, İbn Battuta ve Piri Reis’in eserlerinde az veya çok bilgi bulunmaktadır. Tüm kaynaklar için bu en uç nokta, Müslümanlar için Musa’nın ülkesi idi. Piri Reis bile buradan Mûsa bin Bîk adası adıyla bahseder. Ama Portekizliler bunu söyleyemediği için ‘Moçambique’e, yani ‘Mozambik’e dönüştü; ‘Mûsa’ adı da ülkeye isim olan kelime gibi kaybolup gitti.
Portekiz istilası: Mozambik kimliğinin iflası
Vasco da Gama Hindistan’a ulaşabilme amacıyla donanmasıyla çıktığı sefer sırasında, 15. yüzyılın bitmesine ramak kala, 1498 yılında Ümit burnunu aşıp Mozambik kıyılarına gelince, Portekizliler de ilk defa bu Sevahil dünyasını kendilerince keşfetmiş oldu. Karşılarına çıkacak her toplumu yok edip yurtlarını ele geçirme konunda Endülüs’teki İspanyollarla Papalığın emrinde yürüttükleri vahşeti, bu bölgeye de getirmekte gecikmediler. Dünya tarihinde çok büyük katliamlar yaşandı, bunların bir kısmı aradan asırlar geçmesine rağmen hâlâ hiç hatırlanmaz. İspanya’nın Endülüslü Müslümanlara yaptıklarının acısı çıkmadan ve 1500’lü yılların başında tüm kuzey Afrika’da adeta taş taş üstünde bırakmadan işlediği katliamlar İslam dünyasında kabus gibi dolanıyordu. 1492-1510 yılları arasındaki 18 senede, Mağrib de dediğimiz tüm bölgeyi Endülüs’ten beter ettiler. Yüzbinlerce insanı katlettikleri yetmediği gibi, sağ ele geçirdiklerini de esir pazarlarında sattılar. Benzeri bir işi Portekizliler batı ve doğu Afrika sahillerinde yaptılar.
Vasco da Gama bölge hakkında elde ettiği ilk bilgilerden sonra Portekiz’e dönünce, yüklenen ateşli silahlarla yola çıkarılan yeni bir donanma 1505’te Mozambik’e tekrar ulaştı. 1511’de Antonio Fernandes komutasındaki donanma Mozambik’e çıkarma yaptığı gibi, burası dahil, İbn Battuta’nın öve öve bitiremediği Sevahil toplumlarının tüm şehir devletlerini yok ettiler. Ele geçirdikleri kadar Müslümanı katlettiler. En az yedi asırlık doğu İslam medeniyeti, Mağrip gibi 10/15 senede yok oldu. İbn Macid isimli büyük bir deniz alimini esir ederek onun Hint okyanusu konusundaki bilgi ve becerilerini kendilerine rehber edindiler. Hiç tanımadıkları coğrafyayı 10 küsur senede avuçlarının içi gibi öğrendiler. 16. yüzyılın başında yakıp yıktıkları, tahrip ettikleri, ortaçağın en güzel ticaret şehirlerinden Kilve Sultanlığı’nın kalıntıları, ancak 2000’li yılların başında Tanzanya’da gün yüzüne çıkarılmaya başlandı. 1538’de ise kara kısmında da bazı sahil noktalarına yerleştiler. 1836 yılında Mozambik bir sömürge ilan edildiğinde adına ‘Portekiz Doğu Afrikası’ dediler.
Doğu Afrika’da sömürgeleştirdikleri bugünkü Mozambik sahillerini ellerinde tutarak burayı, 1869’da Süveyş kanalı açılana kadar Hindistan güzergahındaki en stratejik yerlerden birisi yaptılar. Ancak ülkenin iç bölgelerine nüfuz etmeleri, ancak 1885 yılında, Berlin Antlaşması ile Afrika’nın Portekiz de dahil yedi Avrupa ülkesi tarafından paylaşılması sürecinde mümkün oldu. Tam yüzyıl, bugünkü Mozambik topraklarına kan kusturdular. Özellikle Müslüman ve putperest kavimlerin yaşadığı bölgeyi Hıristiyanlaştırmak suretiyle kendilerine daha fazla yaklaştırıp olabildiğince sömürdüler. Hiç bir Hıristiyanın yaşamadığı ülke, bir asır sonra, nüfusunun yarısına yakınını bu dine inananların teşkil ettiği bir yere dönüştürüldü. Müslümanlar ülkenin asli sahibi iken, değil ikinci sınıf, hiçbir sınıfa dahil edilmeyen bir konuma getirildiler, adeta yok sayıldılar.
Köle ticareti/iş sözleşmesi: Avrupa kalkınmasının temeli
Dünyanın büyük bir kesiminin yeniçağa girdiği dönem, yerlileri için Mozambik, zulüm ve baskının kol gezdiği bir yer oldu. Kölelik Portekiz’in en önemli ticaret kaynağıydı. 400 yıldan uzun bir süre, eli ayağı tutan ne kadar genç varsa bunları hayvandan daha aşağı muameleyle, batı ve doğu Afrika sahillerinden ‘yeni dünya’ dediği Amerika’daki sömürgelerine taşıdı. Bugün tüm Latin Amerika ve Karayip adalarındaki Afrika kökenlilerin büyük çoğunluğu bu insanların soyundan gelmektedir. Kıtadan artık köle alacak durum kalmayınca, bu ticareti yasaklamak zorunda kaldılar. Ama yasağın ilk uygulayıcıları İngiltere, Fransa ve diğer Avrupa ülkeleri olurken, Portekiz bu ticareti en son terk eden ülke oldu. Ne var ki dünyada elde ettikleri yeni ve eski sömürgelerinde iş gücü ihtiyacı azalmak bir yana, daha da arttı. Yasak gereği hürriyetlerine kavuşan Afrika kökenliler hem büyük isyanlar çıkardılar hem de Avrupalı sömürge idareleri için çalışmayı reddettiler. Bunun üzerine İngiltere Hindistan’dan, Hollanda ise Endonezya’dan, kısa süreli iş sözleşmelerini genç ve dinamik insanlara zorla imzalatarak onları hem Doğu Afrika sahillerine hem de tüm Karayip adalarına taşıdılar.
19. yüzyılın ortasındaki bu insafsız uygulama da Hindu ve Müslümanların tüm ıstıraplarına rağmen kendilerince suhulette yapıldı. Milyonlarca Hintli ve kısmen de Endonezyalı genç Hint okyanusu adalarından Moritus, Reunion, hatta aralarında Mozambik’in de olduğu Kenya, Tanzanya, Uganda gibi ülkelere taşındı. Afrika asıllılar ile bunlar adeta karşı karşıya getirildi. Dahası Portekiz köle ticareti yasağını Mozambik’te devam ettiremeyince, bu defa yerlileri (Hintlilere yapılan muamelenin benzeri şekilde) Fransızlara satarak ülkenin en değerli kaynağı olan genç insanlarını yurtlarından uzaklaştırdı. Tüm bunlar Portekiz’in Afrika’da toplam beş sömürgesi içinde en baskın olduğu Mozambik’teki ömrünü uzattı. 1951 yılında artık bağımsızlık süreçleri devreye girdiğinde bile Portekiz Mozambik’i denizaşırı sömürgesi ilan etmekten geri durmadı ve 1970 yılına kadar 200 bin kadar Portekiz köylüsünü ve işçiyi buraya getirip yerleştirdi.
Sosyalizmin sömürge mirasına katliam aşıladığı ülke
Afrika ülkelerinin birçoğuna 1960 ve takip eden yıllarda bağımsızlık verilirken, Mozambik’te de bu uğurda girişimler başladı. 1962 yılında Mozambik Kurtuluş Cephesi (FRELIMO) kuruldu ve iki yıl sonra silahlı çatışmaya girdi. Çatışmalar 10 yıl aralıksız devam edince, Portekiz bunu bastırmak için gönderdiği 40.000 kişilik ordusuna rağmen gittikçe güç kaybetti. FRELIMO’nun ilk başkanı Dr. Eduardo Mondlane Portekizlilerce 1969’da öldürüldü. Sömürge idaresi ile 1974 yılı Eylül ayında ateşkes imzaladılar ve 470 yıllık zulüm düzeni nihayete erdi. Diğer sömürgeleri olan Gine Bissau 1974’te bağımsız olurken Angola, Mozambik, Sao Tome ve Prencipe ile Yeşilburun adası 1975’te bu hakka kavuşabildiler. Mozambikliler sömürgeci Portekizlilerden o kadar nefret etmişlerdi ki ülkede yaşayan tüm Avrupalıların yanlarına alacakları sadece bir valiz ile 24 saatte yaşadıkları yerleri terk etmelerini şart koştular. Portekizlilerin %90’ı çoğu beceri isteyen tüm meslek kollarını da yanlarında götürerek Mozambik’ten kaçtılar. İlk devlet başkanı olan Samora Moises Machel sosyalist fikirlerle iktidara gelip sağlık ve eğitim konularında belli bir başarı elde etse de giderek merkezi yönetime ağırlık verdi. Yeni bir katliamın temelleri bu defa kendi elleriyle yavaş yavaş atıldı.
Ne var ki Mozambik bir beladan çıkıp başka bir belanın içine öyle bir düştü ki 1977 yılından itibaren 15 yıla yakın süren iç savaş ülkeyi Çad’a, Angola’ya, Demokratik Kongo Cumhuriyeti’ne çevirdi. Mozambik böylelikle en az gelişen, daha doğrusu gelişemeyen ülkelerin arasına girdi. Afrikalıların hiç adını duymadıkları Marksizm-Leninizmden 1977 yılından itibaren etkilenen yıkıcı ideoloji, ülkede taş taş üstüne konulmasına müsaade etmedi. FRELIMO’ya karşı direniş gösteren Mozambik Milli Direniş Hareketi (RENAMO) Rodezya ve Güney Afrika’daki ırkçı beyaz İngiliz idarelerince desteklendi. Sofala, Manica ve Zambezia eyaletlerinde güçlenen RENAMO ülkenin birçok yerinde okul, hastane, işyeri, ev ve dükkanları tahrip etti. Milyonlarca Mozambikli komşu ülkelere sığınırken, bir milyon kadarı da iç savaşta öldürüldü. Halen Güney Afrika’da 300 bin Mozambikli yaşamaktadır. 1986 yılında kuşkulu bir uçak kazasında ölen devlet başkanı yerine Joaquim Chissano geçti.
15 yıl süren bu iç savaştan sonra barış ümidinin belirmesi, bir anda tüm gözlerin Angola ile beraber buraya çevrilmesine sebep oldu. Çünkü yeni sömürgeciler burayı sömürmeye fırsat bulamamışlardı. FRELIMO 1989 yılında Marksist-Leninist eğilimli sosyalist siyasetten vazgeçti, bir yıl sonra da yeni bir anayasa kabul edilerek çok partili siyasi yapıya ve serbest pazar ekonomisine geçildi. 1992 yılında RENAMO ile yeni bir barış antlaşması yapıldı ve 1994’deki seçimlerle birlikte ülkede kalkınma hamlesi başlatıldı ve Mozambik’in büyümesi 2014’e kadar ortalama %7 seviyesinde seyretti. Mozambik 1994 yılında İslam İşbirliği Teşkilatı’na üye olarak Müslüman yurttaşlarının bu uluslararası kuruluşta temsiline imkân verdi. Ayrıca ilk defa geçmişte İngiliz sömürgesi olmayan bir ülke olarak 1995’yılında İngiliz Milletler Topluluğu’na (Commonwhealth) 53. sıradan üye oldu.
1990’lu yılların başında Sovyetler Birliği’nin çökmesiyle Afrika’da oluşan boşluktan her ülke gibi Mozambik de yararlandı. 2000’li yılların ortasındaki ekonomik krize rağmen, ülke tarihinde ilk defa bu kadar büyük kalkınma hamleleri başlatıldı. Ülkede özellikle Hint okyanusu sahilinde, dünyanın üçüncü rezervi olarak görülen ve 2011’de bulunan doğalgaz yatakları, iç bölgelerdeki kömür, alüminyum, altın, titan, değerli taş kaynakları tüm çok uluslu şirketleri buraya yöneltti. Ayrıca ziraat, ormancılık, balıkçılık ve turizm de aynı şekilde önemli geçim kaynakları arasında yer alıyor. Başkent Maputo limanı sadece Mozambik için değil Güney Afrika, Bostvana, Malavi, Svaziland, Zambiya ve Zimbabve için de hayati önem taşımaktadır.
Mozambik’in kazandırırken kaybettiren ortağı: Çin
Son yıllarda tüm kıta ülkelerinde yaptığı gibi Çin, 1990’ların başında Sovyetler Birliği’nden boşalan alana adeta abandı. Portekiz’in 470 yıl dünyadan kopardığı Mozambik’in yaralarını sarmak kolay değildi. Ülke Müslümanları her türlü idari ve sosyal haklarından mahrum bırakılmıştı. Devletin önemli görevlerine gelecek ne milletvekili, ne memur, ne de eğitici yetiştirebilmişlerdi. Okuyabilenler sadece Hıristiyan olmak ön şartıyla misyoner okullarına devam edebilen çocuklardı. Ülke nüfusunun %30’dan fazlası Müslüman olduğu halde, onların devlet içindeki ağırlıkları %5 bile değildi. Kaldı ki bunlar da Mozambik’in yerli Müslümanlarından ziyade İngilizlerin bölgeye getirdiği Hint kökenli Müslümanlardı. Ama bir gerçek var ki, Portekiz gibi İslam’ı yok etme konusunda her şeyi göze alan bir devlet, Mozambik’te Müslümanların varlığını beş asırda bitiremedi. Bugün ülkenin bilhassa Tanzanya sınırına yakın bölgelerinde yoğun bir şekilde Müslüman kitleler yaşamakta.
Mozambik İstanbul’a nasıl ulaştı
Osmanlı Devleti’nin Hicaz demiryolu inşası haberi Mozambik’e ulaştığında, o zaman Lourenço Marques olarak bilinen başşehrinde yaşayan sınırlı sayıdaki Müslüman bu işe yardım etmek istedi. Gönderdikleri mali yardım İstanbul’a ulaşınca, yaptıkları bu iyilikten dolayı kendilerine devlet tarafından nişan tevdi edildi. Türkiye Cumhuriyeti 2008 yılına kadar Afrika’nın dörtte üçünde bir türlü kuramadığı irtibatı başlatmak amacıyla Mozambik’i hedef ülke olarak belirledi. Burada 25 Mart 2011 tarihinde açılan büyükelçiliğimiz iki ülke arasındaki ilişkilerde üçüncü ülkelerin aracılığına son verdi.
Demokrasi Mozambik için henüz uzak bir hedef
15 Ekim 2014 günü yapılan devlet başkanlığı seçimini Filipe Nyusi yüzde 57 ile kazanırken RENAMO oyların yüzde 36’sını, ondan ayrılan MDM ise yüzde 7’sini aldı. 250 milletvekilinin belirlendiği milletvekili seçimlerinde 144 milletvekili çıkaran FRELIMO karşısında 89 milletvekili çıkarabilen RENAMO sonuca itiraz ederek ülkenin orta ve kuzey bölgelerini tek başına yönetmeye karar verdi. Bu gerginlik 2015 yazından bu tarafa devam ediyor ve barış çalışmaları henüz netice vermiş değil.
Başkent ve çevresindeki kalkınma bütün iç karışıklıklara rağmen tüm hızıyla devam ediyor. Hükümette birkaç Müslümana da bakanlık verilmesi, az da olsa bu toplumu teskin ediyor. Özellikle Brezilya, Çin, Japonya ve bazı Avrupa ülkeleri büyük yatırımlar gerçekleştirerek ülkede giderek güçleniyorlar. 2010’lu yılların başındaki ekonomik krizden sonra ve dış borçların yeniden düzenlenmesiyle birlikte yeni atılım hamleleri hızlandı.
Mozambik’in stratejik önemi
Mozambik sadece Hint okyanusu boyunca uzanan bin 900 kilometrelik sahiliyle bile turizm alanında bulunmaz imkanlara sahip ülkelerden birisi. Ülkeyi kat edip okyanusla buluşan 25 kadar ırmak ise ayrı bir zenginlik kaynağı. 850 kilometrelik uzunluğunun yarısı taşımacılığa da elverişli olan Zambez nehri ülkeye ayrı bir değer katıyor. Geniş ovaları, 2 bin 700 metre yüksekliğindeki Namuli dağı ve diğer yükseltileri, özellikle Malavi gölüne sınırı olan bölgelere farklı bir güzellik veriyor. Afrika’nın vazgeçilmez şeker kamışı, kenevir, pamuk, pirinç, kahve, portakal, limon ve hindistan cevizi gibi nice zirai ürünü, Mozambik’te bol miktarda yetiştiriliyor.
Mozambik’in resmi dili Portekizcedir. Bugün Portekiz’de 10 milyon insan yaşarken, sadece Afrika’da (fiilen konuşsun ya da konumasın) 60 milyon civarında Afrikalının Portekizce bildiği kabul ediliyor.
[Osmanlı-Afrika ilişkileri alanında eserler veren, Afrika konusunda Başbakanlık müşavirliği ve Çad büyükelçiliği görevlerinde bulunan Prof. Dr. Ahmet Kavas İstanbul Medeniyet Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler bölümü öğretim üyesidir]