Yeni Haber'de Ramazan
Yeni Haber Gazetesi'nin 07.06.2017 tarihli Ramazan sayfalarında bugün...
Günün Ayeti:
Akrabaya, yoksula ve yolcuya hakkını ver.Gereksiz yere de saçıp savurma!Çünkü savurganlar şeytanın dostlarıdır.Şeytan da rabbine karşı çok nankördür. Eğer sen kendin dahi rabbinden umduğun bir lutfu beklemek durumunda (ihtiyaç içinde)olduğun için onlara ilgi gosteremiyorsan,hiç değilse kendilerine rahatlatıcı bir söz söyle! Eli sıkı olma,ölçüsüzce eli açık da olma; sonra kınanacak,kendi kendine hayıflanacak duruma düşersin!Rabbin rızkı dilediğine bol bol verir de kısar da. Şüphesiz ki O, kullarından haberdardır, onları görmektedir. (İsra suresi 26-30)
Günün Hadisi:
Hz.Peygamber şöyle buyurmustur:"Allah,annelere hürmetsizlik etmeyi, kız çocukları diri diri gömmeyi ve (vermeniz gereken şeyleri)vermeyip (hakkınız olmayan şeyleri) almayı size haram kılmıştır.Dedikodu etmeyi,(anlamsız) Çok soru sormayı ve malı israf etmeyi ise sizin için hoş karşılamamıştır."(Buhari)
Günün Sözü:
İmanın vazifesi;hırs ve tamahın hücumunu,oburluk ve doymazlığın nefis üzerindeki taşkınlığını durdurmaktır.Aksi halde bunların baskısı altına girer,daima telaş içinde yaşar,asla yetinmez,çokla doymaz.Yanındaki şeyler yüreğinin yangısını dindirmez ve başkalarının malına göz koyar.Helâlle doymaz ve harama karşı ağzı sulanır.Bu gibi nefisler bir türlü razı olmaz,rahat durmaz.Cehennem gibidir -Allah korusun- milyonları tutar da "Doydun mu?"denince,"Daha yok mu?"der.
(Yusuf El- Karadavi)
BUNLARI BİLİYORMUSUNUZ?
ZİNCİRE VURULAN KİTAPLAR
Çok zengin kütüphanesiyle şöhret kazanan Osmanlı padişahlarından birine , " Bu kadar kitabı nasıl bir araya getirdiniz?" diye sorulduğu zaman şu cevabı vermiş : "Okumak için ödünç aldığım ve bir daha geri vermediğim kitaplarla kurdum !" Hemen belirtelim ki kitap hırsızlığının veya arsızlığının gûya en masum şekli kendini böyle gösteriyor. Tuhaftır, insanlar ödünç olarak aldıkları her türlü eşyayı ,zamanı gelince - genellikle - iade ediyorlar,fakat aynı hassasiyeti kitap konusunda bir türlü gösteremiyorlar. Gayet iyi niyetle verdiğiniz kitap veya kitaplar , aradan uzun zaman geçmesine rağmen bir türlü gelmiyor ve siz melûl mahzun şöyle mırıldanıyorsunuz : "Giden gelmiyor , acap nedendir?"
Ödünç verdiği kitapların geri gelmeyişinden canı iyice sıkılan bir zatın söylediği ve levha yazdırıp kütüphanesinin bir köşesine aştığı şu iki mısraı- yeri gelmişken- bir kere daha tekrar edelim :
Her kim olsa söylerim etmem hicâb
Tövbe ettim,âriyet hiç kimseye vermem kitâb
ALİM:
Ahmed bin Hanbel
Ehl-i sünnetin amelde dört hak mezhebinden biri olan Hanbelî mezhebinin imâmı. Künyesi, Ebû Abdullah’tır. 164 (m. 780) senesinde Bağdâd’da doğdu. 241 (m. 855) senesinde bir Cum’a günü Bağdâd’da vefât etti. Aslen Basralıdır. Babasının ismi Muhammed bin Hanbeldir. Dedesi Hanbel bin Helâl, Basra’dan Horasan’a yerleşmiş ve Emevî devletinde Serahs şehri vâliliği yapmıştır. Babası asker (subay) idi. Ahmed bin Hanbel’in ailesi, annesi ona hâmile iken, Merv’den Bağdâd’a göçmüş ve o Bağdâd’da doğmuştur. Soy itibariyle, hem anne, hem de babası tarafından Arap asıllıdır. Nesebi, İslâmiyetten önce ve sonra Araplar arasında meşhûr bir kabile olan Şeyban kabilesine dayanır. Bu kabile Adnan kabilesinin bir kolu olan Rebîa kabilesinden bir kol olup, Nizar kabilesinde Peygamber efendimizin ( aleyhisselâm ) soyu ile birleşir.
Ahmed bin Hanbel’in babası daha o çok küçük yaşta iken vefât etmiştir. Otuz yaşında vefât eden babasından, önemli bir miras da kalmamıştı. Onun yetişmesi ile annesi ilgilenmiştir. Daha küçük yaşta iken ilim tahsiline başlamıştı. Bu sırada Bağdâd önemli bir ilim merkezi idi. Burada hadîs âlimleri, kırâat âlimleri, tasavvufta yetişmiş büyük zâtlar ve diğer ilimlerde yetişmiş kıymetli âlimler bulunuyordu.
Ahmed bin Hanbel, ilim öğrenmeye küçük yaşta başlamıştır. Önce Kur’ân-ı kerîmi ezberledi. Bundan sonra lügat, hadîs, fıkıh, Sahâbîve Tabiîn rivâyetlerini öğrendi.
Ahmed bin Hanbel, emsali arasında ciddiyeti, takvâsı, sabrı, metanet ve tahammülü ile meşhûr olmuştur. Bu hâli, henüz 15-16 yaşlarında iken temas kurduğu âlimlerin dikkatini çekmiştir. Heysem bin Cemil onun hakkında, daha o sırada şöyle demiştir: “Bu çocuk yaşarsa, zamanındakilerin ilimde hucceti (rehberi) olacaktır.”
İlk önce İmâm-ı a’zamın talebesi olan Ebû Yûsuf’dan fıkıh ve hadîs ilminde ders almıştır. Bundan sonra da üç sene Huşeym’in derslerine devam etmiş, ondan hadîs-i şerîf dinlemiştir. Bu sırada henüz 16 yaşında idi. Kendisi “Huşeym’den işittiğim herşeyi ezberledim” demiştir. Bundan başka Bağdâd’da bulunan meşhûr âlimlerden de ders aldı. 179 (m. 795) senesinde tahsile başlayıp, 186 (m. 802) senesine kadar 7 yıl Bağdâd’da ilim öğrendi. Bundan sonra ilim tahsili için seyahatlere başladı. 186 yılında Basra’ya ve bir yıl sonra da, oradan Hicaz’a gitti. Böylece Kûfe, Basra, Mekke-i mükerreme, Medîne-i münevvere, Şam ve el-Cezîre’ye giderek hadîs ilmini öğrendi. Hadîs râvilerini bizzat görerek, onlardan hadîs-i şerîf dinledi. Basra ve Hicaz’a beşer defa seyahat yapmıştır. Hicaz’a yaptığı ilk seyahatinde, fıkıh ilminde hocası olan, İmâm-ı Şafiî ile görüşmüştür. Bu görüşme Mekke’de Mescid-i Harâm’da olmuştur. İkinci defa ise, Bağdâd’da buluşmuşlardır.
Ahmed bin Hanbel, ilim öğrenmek için pek çok İslâm beldesini dolaştı ve bu uğurda pek çok meşakkate katlandı. Kitap çantalarını sırtında taşırdı. Bir seferinde onu tanıyan biri ezberlediği hadîs-i şerîfin ve yazdığı notlarının çokluğunu görerek: “Bir Kûfe’ye, bir Basra’ya gidiyorsun! Ne zamana kadar böyle devam edeceksin?” deyince, Ahmed bin Hanbel hazretleri “Hokka ve kalem ile mezara kadar...” diyerek cevap vermiştir.
Ahmed bin Hanbel’in kuvvetli hafızasının yanında dikkati çeken bir vasfı da, işittiği bütün hadîs-i şerifleri yazmaya çok önem vermesiydi. Yaşadığı devir, ilmin tedvin edildiği, kısımlara ayrılıp, yazıldığı bir devir idi. Fıkıh ve lügat ilmi tedvin edilmiş, hadîs ilmi tedvin edilmekte, yazılan hadîs-i şerîfler toplanmakta idi.
SAHABE:
Hanzala b. Rebî el-Esedî
Medineli Eshâbın meşhûrlarından şehîd ve meleklerin yıkadıkları bir zât. İsmi Hanzala bin Ebî Âmir bin Safi bin Mâlik olup lakabı Takî ve Gasîl-ül-melâike’dir. Medine’de Evs kabilesinden olup, kavminin eşrafından idi. Babası Ebû Âmir Peygamberimizin ( aleyhisselâm ) Medine’ye teşrîf etmesi üzerine O’na ( aleyhisselâm ) düşman olmuş ve Medine’den ayrılarak, Mekke’ye gitmiş müşriklerle bir olmuştu. Bundan dolayı ona fâsık lakabı verilmişti. Annesinin ismi tesbit edilememiştir. Hanzala ( radıyallahü anh ), bi’setten evvel de îmân sahibi olup, Allah’ın birliğine inanır putlara tapmazdı. Hanîf dininde idi. Müslüman olmadan evvel inzivâya çekilmiş bir halde insanlardan uzak devamlı kendi halinde ibâdetle meşgûl olurdu. Peygamberimizin daveti üzerine hemen îmân etti. Babası ile tam bir Cedel (kavga) hali ortaya çıktı. Babası îmân etmesini istemiyordu. Hanzala’nın ( radıyallahü anh ) doğum târihi bilinmemekte olup Hicretin üçüncü (m. 624) yılında Uhud’da şehîd oldu.
Sahabenin Münafık Olma Korkusu
Hanzala b. Rebî el-Esedî (r.a) anlatıyor:
“Bir gün Hz. Ebû Bekir (r.a)’le karşılaştık. Bana:
“Nasılsın?” diye sordu.
“Hanzala münafık oldu.” dedim.
“Subhanallah, sen neler söylüyorsun?” diye şaşırdı. (Ben) açıkladım:
“Peygamber (s.a.v)’in huzurunda olduğumuz sırada bize cennet ve cehennemden söz edilir, sanki gözlerimizle görmüş gibi oluruz. Oradan ayrılıp çoluk çocuğumuza, bağ bahçemize karışınca çoklukla unutup gidiyoruz.”
Hz. Ebû Bekir (r.a) de:
“Allah’a yemin olsun ki ben de aynı şeyi hissediyorum.” dedi. Beraberce Peygamber (s.a.v)’e gittik ve bu durumu açtık. Bize:
“Nefsimi kudret elinde tutan Zat-ı Zülcelâl’e yemin olsun ki, siz, benim yanımdaki hali dışarıda da devam ettirip (cennet ve cehennemi) hatırlama işini koruyabilseniz muhakkak melekler sizinle yataklarınızda ve yollarda musâfaha ederdi. Fakat ey Hanzala, bazen öyle bazen böyle olması normaldir (münafıklık değildir), dedi ve (son cümleyi) üç kere tekrarladı.
Hadis Kaynak: Müslim, c.3, s.2106, Tevbe 12 (2750); Tirmizî, c.4, Kıyamet 59, h.2514
SORU-CEVAP
Soru:Oruç fidyesi kimlere verilebilir?
Cevap:Oruç fıdyesi,tıpkı fitır sadakasında olduğu gibi onları verecek kişinin bakmakla yükümlü olmadığı yoksul müslümanlara verilir. Fıtır sadakası ve oruç fidyesini vermek durumunda olan kimsenin bunlardan doğrudan ya da dolaylı olarak yararlanmaması esastır. Zekât için de aynı kural geçerlidir. Bu sebeple bir kimse zekatını, fitır sadakasını ve fidyesini kendi usûl(üst soy)ve fürûuna (alt soy) veremez. Usûl, bir kimsenin anası,babası,dede ve nineleri; fürû ise; çocukları, torunları ve onların cocuklarıdır. Yine, bir kimse hanımına zekât,fitre ve fidyesini veremeyeceği gibi,hanımı da kocasına bunları veremez.Çünkü aralarında menfaat ilişkisi vardır. Bunların dışındaki kardeş,teyze,dayı,amca,hala ve onların çocukları,gelin,damat,kayınpeder ve kayınvalide gibi akrabalar zengin değillerse kendilerine zekât,fitre ve fidye verilebilir.
(Din İşleri Yüksek Kurulu)
EĞLENCE KÖŞESİ:
SAĞLIĞINDA DİNLEMEZDİ ÖLÜNCEDE DİNLEMEZ:
Hoca’nın kadılığında, şehrin subaşısı ile aralarına kara kedi girmiş. Kara kedi dediysem o cinsinden değil. Subaşı verdiği sözü tutmayınca Hoca da bütün köprüleri atmış. Hasılı birbirlerini pek sevmezlermiş. Takdir bu ya, önce subaşı Hakk’ın rahmetine kavuşmuş. Cenazeyi kıldırmak da bir ucundan tutup kaldırmak da Hocaya kalmış. Cemaat, Hoca’ya:
– Mübarek adam, ne bekliyorsun, telkin ver de evimize dağılalım,
dediğinde, Hoca:
– Nafile, demiş, subaşı beni burda dinlemiyordu, orda hiç dinlemez!
FAKİRİN KEFARETİ
Ebû Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor:
Bir adam Peygamber aleyhisselâmın huzuruna gelerek şöyle dedi
— Helak oldum, Ey Allah’ın Resulü! Peygamber aleyhisselâm:
— Seni ne helak etti? diye sordular. Adam:
— Ramazanda hanımıma yaklaştım, dedi. Peygamber aleyhisselâm:
— Azad edilecek kölen var mı? diye sordular. Adam, hayır cevabını verince:
— Aralıksız iki ay oruç tutabilir misin? dedi.
Adam, hayır cevabını verdi, oturdu. Bu esnada Allah’ın Resulüne bir zenbil kuru hurma getirmişlerdi. Resulûllah:
— Al şu hurmaları sadaka olarak dağıt, buyurdular. Adam:
— Bizden daha fakir olanlara mı, ey Allah’ın Resulü? Allah’a yemin ederim ki şu iki siyahtaşın arasında (Medine’de) buna, bizden daha fazla muhtaç kimse yoktur, deyince Peygamber aleyhisselâm ön dişleri gözükecek nisbette güldü ve sonra şöyle buyurdu:
— Bunu alıp git, çoluk çocuğunu do
(BUHARI-MUSLIM)