Yeni Haber'de Ramazan

Yeni Haber Gazetesi'nin 06.06.2017 tarihli Ramazan sayfalarında bugün...

Yeni Haber'de Ramazan


Günün Ayeti:
Yoksa siz sizden önce geçenlerin durumu başınıza gelmeden cennete gireceginizi mi sandınız?Onlara öyle yoksulluk ve sıkıntı dokunmuştu, öyle sarsılmışlardı ki nihayet peygamber ve onunla birlikte inananlar, "Allah’ın yardımı ne zaman? Diyecek duruma gelmişlerdi. İyi bilin ki Allah'ın yardımı yakındır."(Bakara suresi 214)

Günün Hadisi:
Rasulullah’a sordular: “Belaya en çok maruz kalanlar kimlerdir? Şöyle cevap verdi: "Peygamberler ve peygamberlere benzeyen ler. Her insan dinine göre belaya uğrar. Eger dini sağlanmsa,belası da zor olur. Dini zayıf ise,Allah’ın ona vereceği bela da ona göre olur. Mü’min o kadar belaya uğrar ki,bir gün gelir hiç günahı kalmaz.(Tirmizi)

Günün Sözü:
Ey kararsız!Bu yolda Adem yoruldu,Nuh ağladı,İbrahim ateşe atıldı,İsmail boğazlanma ile yüz yüze geldi ve Yahya bogazlandı.(İbni Kayyim)
 
BUNLARI BİLİYORMUSUNUZ?
"Çöle İnen Nur"
Öteden beri yazılan siyer kitaplarında, İslâm  tarihlerinde böyle birşeye rastlamıyoruz. Bu garabet son zamanlarda ortaya çıktı. Kendisini Sonsuzluk  Kervanı’nın arkasında seke seke koşan topal köpeğe benzeten merhum Necip Fazıl Bey, Çöle İnen Nur’da Efendimizin has ismini hemen hemen hiç kullanmıyor, peygamberler peygamberinden devamlı " Gaye İnsanı , Ufuk Peygamber" diye söz ediyor. Bunun sebebini sordukları zaman da, "O mübarek isim,benim kirli ağzıma yakışmaz!" cevab-ı sevabını veriyor.
 Edep yine edep !
 

Sahabe:
EBU’D-DERDÂ

Rasûlullah (s.a.s)’in, Kur’ân, fıkıh ve hadis ilimlerinde önde gelen ashâbından biri. Asıl adı Uveymir’ir. Hazrec kabilesine mensuptur. Hicrî ikinci yılda Müslüman oldu. Vâkıdî’nin naklettiğine göre, Ebû’d-Derdâ ailesi içinde en son Müslüman olandır.
Şahsiyetine Değil Günâhına Kızıyorum

Sahâbeden Ebu’d-Derdâ Hazretleri bir gün şehri dolaşırken, halkın, bir günahkâra ağır sözlerle hakaret etmekte olduğunu gördü. Onlara;

“–Siz kuyuya düşmüş bir adam görseniz, onu oradan çıkarmaz mısınız?” diye sordu.

“–Evet, çıkarırız!” dediler. Bunun üzerine Ebu’d-Derdâ -radıyallâhu anh-;

“–O hâlde kardeşinize ağır sözler söylemeyin, size afiyet veren Allâh’a hamd edin!” dedi. Onlar;

“–Siz bu günahkâra kızmıyor musunuz?” dediler.

Ebu’d-Derdâ Hazretleri şöyle cevap verdi:

“–Ben onun kendisine ve şahsiyetine değil, günahına kızıyorum, günâhını terk ettiğinde, o yine benim din kardeşimdir.”

Kaynak; Abdürrazzâk, Musannef, XI, 180; Ebû Nuaym, Hilye, I, 225
 

ALİM:

Mâlik bin Enes
Hem hadis hem de fıkıh ilminde önemli yeri olan ve Müslümanlar arasında en çok yayılan dört fıkıh mezhebinden de birinin imamı olarak bilinen İmam Malik’in tam adı Malik ibnu Enes ibni Malik ibni Ebi Amir el-Asbahi’dir. Künyesi Ebu Abdillah’tır. Medine’de dünyaya gelmiştir. Doğum tarihi hakkında farklı rivayetler bulunmaktadır.
Ailesi Yemen asıllıdır. Dedesi Malik ibnu Ebi Amir’in Yemen valisinden zulüm görmesi sebebiyle Medine’ye hicret ettiği rivayet edilir. İbnu Hacer el-Askalani, el-İsabe adlı eserinde dedesinin babası olan Ebu Amir’in sahabeden olduğunu dile getirir. Daha başka kaynaklarda da onun ashabdan olduğu ve Bedir savaşı hariç Resulullah (s.a.s.)’ın birçok ileri gelen sa-vaşına katıldığı bildirilmiştir.
Malik ibnu Enes, çocukluk yaşlarında Kur’an-ı Kerim’i ezberleyerek hafız oldu. Kur’an-ı Kerim’i ezberledikten sonra Resulullah (s.a.s.)’ın hadislerini ezberlemeye ve bu alanda ilim tahsil etmeye başladı. İlmi tahsiline Medine’nin ileri gelen alimlerinden ders alarak başladı. Bunların başında da uzun süre kendisinden ders almış olduğu Abdurrahman İbnu Hurmuz gelmektedir. Onun yanı sıra Rabia ibnu Abdirrahman, İbnu Şihab ez-Zuhri, Ebu Zinad, Yahya ibnu Said el-Ensari başta olmak üzere yüz kadar ilim adamından ders almıştır.
Medine, Resulullah (s.a.s.)’ın İslam devletini kurduğu şehir olduğundan ve İslam ahkamının uygulanı-şına beşiklik ettiğinden ilmi yönden de son derece zengin bir beldeydi. Bu yüzden Malik ibnu Enes de orada ilim tahsilinde kendilerinden istifade edebileceği birçok değerli ilim adamı bulabilmiştir. Dolayısıyla Medine dışına pek çıkmamış, ilim öğrenimini de öğretimini de orada sürdürmüştür. Hatta bazı rivayetler-de hacc haricinde Medine dışına çıkmadığı bildirilir. İmam Malik’in en meşhur eseri El -Muvattadır.
İmam Malik, heybetli biriydi. Takva ve vakarı bu heybetine manevi bir hava da katıyordu. Hafızası çok güçlüydü. Çoğu zaman dinlediklerini bir dinlemede ezberleyebiliyordu. Zühd ve takvasıyla ün kazanmış biriydi. İlmi öğrenme ve öğretme işinde herhangi bir maddi çıkar gözetmemiş sadece Allah’ın rızasını aramıştı. İlmin bir nur olduğunu ancak bu nurun sadece kalbini takva ve ihlasla doldurmuş kimselerin gönüllerine yerleşebileceğini söylerdi. İhtilaflı mevzularda insanlarla tartışmaya girmekten kaçınır ve bu tür tartışmaların kin ve nefret sebebi olacağını söylerdi. Onun döneminde yaşamış pek çok ilim adamı kendisinden övgüyle söz etmişlerdir.
Vefatı
İmam Malik ibnu Enes, h. 179 (m. 795) yılında, 85 yaşındayken Medine’de vefat etti ve oraya defnedildi.


SORU-CEVAP
SORU-)Oruclu kimse dis tedavisi yaptirabilir mi?
CEVAP-)Orucun bozulmasi icin yeme, icme ve cinsel ilişki ya da bu anlamlari ifade eden bir fiilin işlenmesi gerekir.Bu sebeble sırf dış tedavisi sebebi ile oruç bozulmaz.Tedavinin ağrısız gerceklesmesi için yapilan enjeksiyonlar da beslenme amaci amaci tasimadığı icin orucu bozmazlar.Ancak tedavi sirasinda yapilan başka işlemler sebebi ile -mesela ağız su ile calkalanirken-bogaza su,kan veya tedaviside kullanilan maddelerden biri kacarsa oruc bozulur ve kaza edilmesi gerekir.(DİN İŞLERİ YÜKSEK KURULU)

EĞLENCE KÖŞESİ:
Cehennem Korkusu ve Sıcak Günde Oruç

Haccac ve adamları Mekke ile Medine arasında yolculuk yaparken bir suyun başında mola verdiler.
Sofra kurulunca; Haccac etrafa bakın fakir birisi varsa getirin beraber yiyelim dedi. Hizmetçiler yakınlarda üzerinde bir hırka olan birini gördüler. Onu uyandırıp; Seni Haccac çağırıyor, dediler ve adamı Haccac’ın yanına götürdüler.
Haccac:
-Gel beraber yemek yiyelim, dedi.
Adam yemem diyerek Haccac’ın teklifini reddetti cevaba şaşıran Haccac sebebini sorunca:
-Beni senin sofrandan daha iyi. bir yere çağırdılar.
-Nereye çağırdılar? Deyince adam:
-Allah’ın misafirliğine çağırdılar. Ben oruç tutuyorum deyince,
Haccac böyle sıcak günde oruç mu tutuyorsun? Deyince adam şöyle cevap verdi:
-Evet, bu sıcak günde oruç tutuyorum ki kıyamet gününün sıcaklığından kurtulayım, dedi.

 

EĞLENCE KÖŞESİ:
Akçeli Kötek
Hoca, pazarda dolaşırken biri ensesine okkalı bir tokat atmış. Hoca, adamdan davacı olmuş, birlikte kadıya gitmişler. Oysa, adam Kadının akrabasıymış. Kadı:
– Bir tokadın cezası bir akçedir. Git, getir, demiş.

 

ŞÜKÜR:
(الشكر)

Sözlükte “yapılan iyiliği bilmek ve onu yaymak, iyilik edeni iyiliğiyle övmek; minnettarlık” anlamındaki şükr terim olarak “Allah’tan veya insanlardan gelen nimet ve iyilikten dolayı minnettarlığını ifade etme, nimete söz ve fiille mukabelede bulunma, Allah’a itaat edip günah işlemekten uzak durmak suretiyle nimetin gereğini yapma” şeklinde tanımlanmıştır

Şükrün karşıtı küfrdür (küfrân) (nimeti inkâr etme, nankörlük). Şükür hamd (övgü) kavramına yakın bir anlam taşımakla birlikte hamdin kapsamı daha geniştir. Nitekim bir kimse hem iyilikleri hem güzel nitelikleriyle övülür; şükür veya teşekkür ise sadece iyiliklere karşı gösterilen minnettarlığı anlatır

Kur’ân-ı Kerîm’de şükür kelimesi ve türevleri yetmiş beş yerde geçmektedir. Bunların çoğunda Allah’ın nimetleri ve ihsanlarından söz edilmekte, dolayısıyla insanların Allah’a şükretmesi gerektiği bildirilmekte ve şükredenlere verilecek mükâfatlar anlatılmaktadır.

Fahreddin er-Râzî, maddî ve mânevî olmak üzere iki türlü nimetten bahsederek söz konusu artışın her iki nimet çeşidini kapsadığını söyler. Çok şükredenlerin daha fazla maddî nimet elde ettikleri görülmektedir. Mânevî nimetin artışına gelince bu nimetin zirvesi Allah sevgisidir. Allah’ın nimetlerine nâil olan kul sürekli O’nun lutufkârlığı ve nimetlerinin çeşitliliği üzerinde düşünür, bu sayede Allah’a olan sevgisi artar. Daha sonra nimetle ilgilenme düzeyini aşarak nimetin sahibine yükselir, ilgi ve sevgisini O’na yöneltir. Böylece şükür mânevî nimetlerin çoğalmasını da sağlamış olur

Hadislerde şükür kavramı hem “verdiği nimetten dolayı kulun Allah’a minnettar olması” hem “Allah’ın kullarının şükrüne karşılık vermesi, iyiliklerini ödüllendirmesi” hem de “insanların birbirine teşekkür etmesi” mânasında geçmektedir. Bazı hadis kitaplarında şükürle ilgili özel başlıklar bulunur (Wensinck, el-MuǾcem, “şkr” md.). “Aza şükretmeyen çoğa da şükretmez” meâlindeki hadis (Müsned, IV, 278, 375) şükrün insanlarda karakter haline gelmesi gerektiğine işaret eder. Diğer bir hadiste, “Allah’a şükretmeyen insanlara teşekkür etmez, insanlara teşekkür etmeyen Allah’a şükretmez” denilmiştir (Müsned, II, 258,

Şükrün hakikatini anlayabilmek için öncelikle var olan her şeyin nimet olduğunu ve bütün nimetlerin Allah’tan geldiğini bilmek gerekir. Bu aynı zamanda tevhid bilgisidir, nimeti başkasından bilmek ise bir tür şirktir. Şükrün hal düzeyinde nimeti ve nimete kavuşmayı önemsemeyip bizzat nimet sahibinden dolayı sevinmek gerekir. Bu durumda şükrün amacı nimetin kendisi değil onu veren olduğundan kul elindeki varlığı Allah’ın rızası uğruna ve O’nun istediği şekilde harcar. Bu halin işareti dünyanın sırf âhiretin tarlası olduğu için sevilmesidir. Amel yönünden şükrün kalp, dil ve organlarla ilgisi vardır. Kalbin şükrü bütün yaratılmışlar için iyilik düşünmek, dilin şükrü Allah’a minnettarlığını ifade etmek, organların şükrü Allah’ın verdiği nimetleri O’na itaat sayılacak şekilde kullanmaktır.
kulun Allah’ın nimetlerinin kendisine peş peşe gelmesinden dolayı bu kadarına lâyık olmadığı için mahcubiyet duyması şükürdür; şükürden âciz olduğunu itiraf etmesi, şükrünün azlığından yakınması, kendi şükrünün de Allah’ın lutuflarından sayıldığını bilmesi şükürdür. Yine nimetlerden dolayı kibre kapılmaması, nimetlere vesile olanlara teşekkür etmesi, nimet sahibinin huzurunda edebini koruması, aşırı talepkâr davranmaması, nimetleri güzellikle kabul edip en küçüğüne bile razı olması şükürdür.
(İslam ansiklopedisi)
12-010.jpg