Yeni Haber'de Ramazan 17. Gün - 08.04.2023
Yeni Haber ailesi olarak hayırlı iftarlar diliyoruz. Konya için bugün iftar saati 19.25
Mübarek Ramazan'ın 17. Günü
"Ey iman edenler! Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden dininizi alaya alıp oyuncak edinenleri ve öteki kâfirleri dost edinmeyin. Eğer müminler iseniz Allah'a karşı gelmekten sakının."
Ayet:
Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla;
Ey iman edenler! Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden dininizi alaya alıp oyuncak edinenleri ve öteki kâfirleri dost edinmeyin. Eğer müminler iseniz Allah'a karşı gelmekten sakının.
Allah (C.C.) ne güzel söyledi.
(Maide Suresi, 57. Ayet)
Hadis:
Allah’ın Resulü Hz Muhammet (S.A.V.) şöyle buyurdu;
Üç şey imanın lezzetini artırır: Allah ve Resulünü her şeyden çok sevmek, kendisini sevmeyen Müslüman'ı Allah rızası için sevmek, kâfirleri sevmemek.
Allah’ın Resulü Hz. Muhammet (S.A.V.) ne güzel söyledi.
(Taberani)
Dua
Allah'ım, Senden iffetli yaşamayı; dünyam, dinim, aile fertlerim ve malım hakkında sağlığı ve güvenliği istiyorum. Eksiklerimi ört, korkumu güvenliğe çevir. Önümden, arkamdan, sağımdan, solumdan ve üstümden gelecek günah ve felaketlere karşı beni koru.
Âmin
Abdulla Bin Atik (r.a.)
Peygamberimizin Medine’ye hicretinden önce İslâmiyeti kabul edip, Medine’nin ilk Müslümanlarından olmakla şereflenen sahâbî. Adı Abdullah bin Atik bin Kays bin Esved bin Berâ bin Ka’b bin Ganem bin Seleme bin Hazrec-i Ensârî’dir. Soyu ve kardeşi Cebr bin Atik hakkında başka rivâyetler de bildirilmektedir. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Hicretin 12.nci (m. 633) yılında Yemâme harbinde şehîd olmuştur.
Abdullah bin Atik’in (r.a.) Müslüman oluşu hakkında kaynaklarda geniş bilgi yer almamaktadır. Medine’de ilk Müslüman Hz. Es’ad bin Zürâre’nin ve Peygamberimiz tarafından oraya Kur’ân-ı kerîmi ve İslâmiyeti öğretmek için gönderilen Hz. Mus’ab bin Umeyr’in tebliğ hizmetleri sebebiyle birçok kimse îmân etmişti. Daha Peygamberimizin hicreti gerçekleşmeden Müslüman olmakla şereflenenlerden biri de Hz. Abdullah bin Atik idi.
Hz. Abdullah bin Atik, Bedir ve Uhud harplerinde Resûlullahın yanında birçok hizmetlerde bulunmuştur. Hicretin 5.nci (m. 627) yılında Medine’nin müdafaası için yapılan Hendek harbine de katılmıştır. Hicretin altıncı (m. 628) yılında, kendisinin komutanlığında, Ensârdan beş kişi ile birlikte bir seriyyede bulundu.
Hz. Abdullah bin Atik, Hayber’in fethine katılarak, burada da büyük yararlıklar gösterdi. Sonra hicretin sekizinci (m. 630)’yılında Mekke’nin fethine ve Huneyn harbine katıldı ve çok hizmeti görüldü.
Hicretin dokuzuncu senesinde (m. 631) Peygamber efendimiz (s.a.v.) Ensârdan meydana gelen 150 kişilik bir birliği Hz. Ali’nin kumandasında Beni Tayy kabilesinin putlarını kırıp parçalayarak, bu kavmi bu sapık âdet ve inançtan kurtarmak için vazifelendirdi. Bu birliğin silâh ve teçhizat temini için de, Hz. Abdullah bin Atik memur edildi. Hz. Abdullah bin Atik, büyük gayret ve fedâkârlık göstererek kısa zamanda birliğin ihtiyaçlarını temin etti. Tek Allah inancının yerleşmesinde ve putperestliğin ortadan kalkması hususunda da büyük hizmet etti.
Hz. Abdullah bin Atik’in, Yemame harbindeki kahramanlığı da dillere destandır. Resûlullahın vefâtı haberi yayılır yayılmaz meydana gelen bu harp, Hz. Ebû Bekir zamanında cereyan etti. Bu sırada yalancı peygamber Müseyleme, Müslümanları rahatsız ediyordu. Hz. Hâlid bin Velid başkanlığında bir ordu, onların üzerine gitti. Çünkü O, insanların İslâmiyetten ayrılma hareketini teşvik ve idare ediyordu. Böylece Müslümanları rahatsız ediyordu. Artık Müslümanları onlardan kurtarmak bir zaruret haline gelmişti. Hz. Hâlid bin Velid ile Müseylemet-ül-Kezzâb kuvvetleri arasında şiddetli çarpışmalar oldu. Bu savaşta Hz. Abdullah bin Atik de büyük kahramanlıklar gösteriyordu. Eshâb-ı kirâmdan dörtyüz elli kişi şehîd düştü. Bunlar arasında Abdullah bin Atik de vardı. Yaralı iken, vücudundan kanlar fışkırırken kılıcını yere atmıyor, savaşıyordu. Bütün gücü kuvveti kesilip dermanı kalmayıncaya kadar savaşmaya devam etti.
Hz. Abdullah bin Atik, Müslüman olduktan sonra ömrünün tamamını İslâmiyete hizmette geçirmiştir. Resûlullah efendimizin uğrunda nice tehlikelere katlanmış ve en güzel kahramanlık örnekleri göstermiştir. Nihayet bu büyük Sahâbî, hicretin 12 (m. 634) senesinde, en çok arzu ettiği, şehîdlik mertebesine kavuşmuş ve böylece ebedî se’âdete nail olmuştur.
Allah Ondan Razı Olsun.
Muhammed Bâkî Billâh (K.S.)
Ortaboylu, kırmızı tenli, seyrek sakallıydı. Vefatında henüz sakalının çok az bir kısmı ağarmıştı. Uzlet ve riyazat ehliydi. Kur'an tilavetine düşkündü. Geceleri az uyurdu. Az yemek ve az konuşmak onun tabii hali olmuştu.
Müceddid-i elif-i sânî; yani hicri ikinci bin yılın yenileyicisi unvanının haklı sahibi İmam-ı Rabbani hazretlerinin mürşidi. Hacegân pirânının ulularından.
O'nun hayat coğrafyası bugün Afganistan'ın baş şehri olan Kabil'den, Özbekistan'da Buhara yakınındaki Semerkant'a, oradan Hindistan'ın Delhi'sine kadar, Acem, Türkistan ve Hind diyarını içine alır.
673/1565 yıllarında Kabil'de doğdu. Gençlik yıllarında dini ilimler tahsili için Semerkant'a gitti. Orada bir süre dini ilimler tahsiliyle meşgul oldu. Ardından gönlüne tasavvuf yoluna sülük arzusu düşünce kendini Hâcegi Muhammed İmkenegi'nin kapısında buldu. Batın âlemi kendisine bu gönül Sultanı eliyle açıldı. Üveysi-meşreb olduğu için gerek Şah-ı Nakşbend, gerekse Ubeydullah Ahrar hazretlerinden feyz aldığı kaydedilir. Hz. Ahrar, kendisine üveysi yolla emaneti yükledikten sonra onu Hindistan tarafına yolladı. Hindistan'da Delhi civarında Cihânâ-bâd'a yerleşti. Çevresine iman ve irfan nuru seçmeye başladı. Hindu, ya da putperest halka İslâm'ı, Müslümanlara da tasavvufu anlatarak Ahmed Faruk es-Serhîndî'nin yetişeceği ortamı hazırladı.
Nazarı etkileyici, konuşması cezbedici, tavırları sevimliydi. Bu yüzden meclisine katılanlar, kısa zamanda muhib ve müntesibi olurlardı. Teveccüh ettiği kimselere nazarlarından cezbe aksederdi. 1014/1605 yılında Delhi'de öldü. Kabri Delhi'de Kadem-i Saadet resminin bulunduğu cami civarındadır.
Anlatıldığına göre büyük oğlu Abdullah, elinde bir ayna olduğu halde babasının yanına geldi. Muhammed Baki Billah dedi ki:
- Oğlum, elindeki aynada bir suretine bak bakalım!
Abdullah, çevirip bakınca aynada kendisini değil, babasını gördü. Hem de Mimsiyah sakallı babasını bembeyaz sakallı ve nurlu yüzüyle.
Gördüklerinden şaşkına dönen Abdullah'ın halini farkeden babası:
- Şaşkınlığa gerek yok. Aynada yüzümde ve sakalımda gördüğün beyazlık ve nur, Allah'ın cemal nurudur. Bizden değil, dedi.
Kur'an okumaya düşkünlüğü sebebiyle geceleri çok az uyurdu. Tanyeri ağarıncaya kadar Kur'an ve özellikle de Yasin okurdu. Tanyeri ağardığını görünce de:
- Aman Allah’ım, geceler ne çabuk geçiyor? Diye hayıflanırdı.
Talebesi İmam-ı Rabbanî'nin şeyhi ve emaneti devraldığı mürşidi hakkında söyledikleri ise şöyle:
- Nakşı meşayıhının ulularındandı. Velayet makamının en üst noktasında, kutbiyyet sırrına ermiş bir Muhammedî-meşreb erdi. Arifler serdarı, mesnedimiz, mürşidimiz irfan sahibi üstadımız Muhammed Baki Billah.
Rahmetullahi aleyh.
Kulaklarımız Doydu, Ya Gözlerimiz?
Makale: Abdullah Büyük
“İbrahim Rabbine: Ey Rabbim! Ölüyü nasıl dirilttiğini bana göster, demişti. Rabbi ona: Yoksa inanmadın mı? dedi. İbrahim: Hayır inandım. Fakat kalbimin mutmain olması için (görmek istedim), dedi. Bunun üzerine Allah: Öyleyse dört tane kuş yakala, onları yanına al, sonra kesip parçala, her dağın başına onlardan bir parça koy. Sonra da onları kendine çağır, koşarak sana gelirler. Bil ki Allah azizdir, hâkimdir, buyurdu.” (Bakara, 2/260)
Okuduğumuz her ayet, önümüze bir gündem koymaktadır. Bu gerçeği kavrayamazsak, günü birlik güncel gündemlerle vakit geçirir ve eylem olarak da ortaya bir şey koyamayız. Günümüzde konuşmalar, dinlemelerin önüne geçmiş durumda. Herkes konuşuyor. Konuşmalar çoğaldıkça, ameller azalıyor. Bir insanın konuşması, amelinden çoksa, onda münafıklık alameti var demektir. Çok konuşup, ortaya bir şey koymazsak, halkımızın bizlere olan güveni azalır.
O kadar söz, konuşma dinliyoruz ki artık kulaklarımız iyice doydu. Ancak gözlerimiz aç. Her sözün, her konuşmanın karşılığı amel, eylem olarak karşımıza çıkmazsa, bu seferde Rabbimizden azar işitiriz: “Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük bir nefretle karşılanır.” (Saff, 61/2-3)
Müminlere yakışan şey, konuşurken doğru konuşmak ve konuştuklarımızın üzerimizdeki haklarını yerine getirmektir. Böylece hem konuşanın ve hem de dinleyenin kalbi mutmain olur.
Bu kısa girişten sonra, siz kıymetli okuyucularımıza son 40-50 yıllık geçmişimizin bazı gündem maddelerinden örnekler vereceğiz. İçi boş gündem maddeleri, Müslümanları hem meşgul edip hem de zamanlarını israf ederken, sözü ve eylemi ile hareket eden din düşmanları bu esnada İslam dünyasının adeta içini boşaltmıştır.
Yüz bin misyoner, yıllık 350 milyar dolar bütçe ile Afrika kıtasında Müslüman avına devam ediyor.
Geride kalan yüz yılda Müslümanlar 32 farzı bilmeyenin nikâhı olmaz gibi gündemlerle vakit geçirirken, gayr-i müslimler samanın altından nehir yürütmüşlerdir. Papa 6. Paul, “Mekke’yi güneyden kuşatmalıyız” demiş ve düğmeye basmış.
Allah’a hamdolsun son 9-10 senedir, ülkemizde fikir sahibi olanlarımızın, ilim ehlinin ayakları yere değmiş, dernekler, vakıflar, sivil toplum kuruluşları, zararın neresinden dönersek kardır, inancıyla harekete geçmiştir.
Harekete geçmekle, Müslüman halkımızın kulakları ile birlikte gözleri de doymaya başlamış, Kur’an’ı Kerim’in beyanı ile: “Onların önden gönderdiği her işi, geriye bıraktıkları eserleri, her izi yazarız” (Yasin, 36/12) ayetinin gölgesine yüz binler sığınmıştır.
Hizmetleriyle, eserleriyle göz ve gönül dolduran nice vakıflar, dernekler, salih kullar, yeni bir neslin yetişmesi için harekete geçmişlerdir. Efendimiz’in vefatından 1500 sene sonrasının talebeleri oldukları inancıyla, adeta karanlık gecelerin, karanlık oyun ve tuzakların yıldızları olmuşlardır.
Bir taraftan ümmetin derdini yaşayarak son nefeslerin tehlikeye girmesine engel olmaya çalışıyorlar, diğer taraftan ise kendilerini inşa ederek, toplumun inşasında başarılı oluyorlar. Hizmetlerini, ibadet veçhiyle yapan bu güzide insanlar, rehavete düşmemek için, hizmetlerini ikiye, üçe katlamanın mücadelesini veriyorlar. Bedel ödemeden dünyaya gelen insan, bugün bedel ödeyerek ahirete gitmenin hazırlığını yapıyor.
Böylesine onurlu, şerefli bir hizmet yolculuğuna revan olanlara selam olsun demekten kendimizi alamıyoruz. Gözlerimiz, nereye baksa, orada hizmet ehlinin eserlerini görmekteyiz. İçerisinde bulunduğumuz bu güzel aylar hürmetine, Rabbimiz dergâhında kabul eylesin. Âmin.