Yeni Haber'de Ramazan 11. Gün - 02.04.2023

Yeni Haber ailesi olarak hayırlı iftarlar diliyoruz. Konya için bugün iftar saati 19.20

Yeni Haber'de Ramazan 11. Gün - 02.04.2023

Mübarek Ramazan'ın 11. Günü

Ayet:

Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla;

İnanan kullarıma söyle, namazı kılsınlar, hiçbir alıveriş ve dostluğun bulunmadığı bir gün gelmeden önce kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda gizlice ve açıktan harcasınlar.

Allah (C.C.) ne güzel söyledi.

İbrahim Suresi, 31. Ayet

Hadis:

Allah’ın Resulü Hz Muhammet (S.A.V.) şöyle buyurdu;

Dul bir kadının ya da bir fakirin işleri için koşturan kimse, Allah yolunda cihat eden yahut geceyi namazla, gündüzü oruçla geçiren kimse gibidir.

Allah’ın Resulü Hz. Muhammet (S.A.V.) ne güzel söyledi.

(Buhari, Nafaka, 1)

Dua:

El-Azîz, El-Cebbâr, El-Mütekebbir olan Yüce Mevlamız. En güzel isimlerin ve sonsuz kudretin hakkı için senden istiyoruz, Müslümanların dirliğini ve birliğini lütfet. Müslümanları daha fazla Yahudi ve Hıristiyanların insaflarına bırakma. Ülkelerini özgür kıl.

Kudüs’ü sen bize kutsal kıldın. Kutsal Kudüs’te özgür namaz kılmayı Müslümanlara nasip eyle.

Âmin

Abbad Bin Bişr (R.A.)

Künyesi: Ebu Bişr, Ebur-Rabî’

Doğum yılı: M. 589

Doğum yeri: Medine

Ölüm yılı: Hicri 13/ Miladi 634

Hz. Abbad (r.a.), Ensar’ın ileri gelenlerindendi. Mus’ab bin Umeyr’in vasıtasıyla Müslüman oldu. Bedir, Uhud ve Hendek Savaşlarının yanı sıra Peygamber Efendimizle birlikte bütün savaşlara iştirak etti. Cihat meydanlarında büyük fedakârlıklar gösterdi.

Bazı sahabiler, savaş esnasında Peygamberimizin yanı başında nöbet bekler, gelebilecek muhtemel bir tehlikeye karşı onu korurlardı. Abbad bin Bişr de, Peygamber Efen­dimizin muhafızlarından biriydi. Uykusuz olduğu, yorgun bu­lunduğu zamanlarda dahi bu hizmetini ifa eder, gönüllü olarak Resûlullah’ın muhafızlığını yapardı.

Peygamberimiz, bazı mühim vazifelere Hz. Abbad’ı gönderirdi. O, Resûlullah’ın emir­lerini eksiksiz bir şekilde yerine getirir, üzerine aldığı hizmeti başarıyla ifa ederdi. Resûlullah umre seferinde onu bir süvari birliğinin başında, müşriklerin hareket ve davranışlarını gözetlemek ve keşfetmek için gönderdi. Bir defasında da BenîMustalık kabilesine Kur’ânöğretmek ve zekât toplamak­la vazifelendirdi.

Hz. Abbad’ın sabahlara kadar ibadet ettiği geceler çok olurdu. Bir defasında Peygamberimiz, Hz. Aişe’nin evinde geceleyin namaz kılarken Abbad bin Bişr’in sesini duydu. Hz. Abbad mescitte ibadetle meşguldü. Peygamber Efen­dimiz, onun ibadete olan rağbetini görünce, “Allah’ım, Abbad bin Bişr’e rahmet et!” diye duada bulundu.

Abbad bin Bişr, namazlarını son derece huşu içerisinde eda ederdi. O anda kıldığı namazın “son namaz”ı olduğunu düşünürdü.

Abbad b. Bişr Hazretleri, Müslümanlarışiirleriyle zemmeden, Müslümanlar aleyhine Mekkelileri ve Arapları kışkırtan, Yahudi zenginlerinden ve şairlerinden meşhur Ka'b bin Eşrefi öldüren fedailerden biridir. Bu hareketi ile Rasul-i Ekrem'in dualarına mazhar olmuştur.

Bütün ömrü Peygamber yanında geçti. Geceleri harp sahasında Rasul-i Ekrem'in çadırını bekler, sabah olunca herkesten önce cihad meydanına koşardı. Geceleri ibadet ve taatle geçirirdi. Cesur ve fedakârdı. Sahabe arasında "İmam" ve "Kur'an dostu" diye tanınmıştı.

Abbad bin Bişr, Allah yolunda şehit olmayıçok arzuluyordu. Cenâb-ı Hak, bu sevgili kulunun arzusunu kabul buyurdu, Yemâme Savaşı’nda şehitlik mertebesini ona nasip etti.

Hz. Abbad, şehit olmadan bir gün önce Ebû Said el Hudrî’ye (r.a.):

“Ey Ebû Said! Bu gece rüyamda göklerin bana açıldığını, sonra tekrar kapandığını gördüm. İnşallah şehit düşmeme alamettir…” dedi.

O gün harp başladığında kahra­manca ileri atıldı ve Ensar’a hitaben:

“Ey Ensar! Kılıçlarınızın kınlarını kırın ve bir tarafa ayrılın.” diye seslendi. Bununla, onlardan, şehit oluncaya kadar düş­manla çarpışmalarını istediğini anlatmak istiyordu.

Onun bu çağrısıüzerine Ensar’dan 500 sahabi, diğerlerinden ayrıldılar. Hz. Abbad bu Sahabilerle birlik­te Müseylimetü’l-Kezzâb’ın bahçesine kadar ilerledi. Orada şiddetli bir çarpış­ma oldu. Birçok sahabişehit düştü. Bunların arasında Hz. Abbad da vardı. Her tarafı yara içerisinde ve tanınmaz bir hâldeydi. Onu, vücudundaki bir alametten tanıdılar.

Allah ondan razı olsun!

Şah Nakşbend Muhammed BahâüddinBuhârî (k.s.)

HİLYE PÂK-İŞÂH-I NAKŞİBEND

Uzunca boylu, buğday tenli, gökçek yüzlüydü. Sakalı büyükçe boynu uzuncaydı. Boynu nur gibi parlardı. Mehabetliydi. Tatlı dilli ve güzel sözlüydü. Halk içinde bulunduğu sırada bile gönlüHakk ile meşguldü. Türk illerinin saygın mürşidiydi.

Şâh-ıNakşbend hazretleri, kendisine kadar "Hâcegân Yolu" olarak anılan tarikatı "Nakşbendî" yapan kolbaşı.

Kendilerine nisbetle "Arifler köşkü" anlamına Kasr-ıârifân denildi. "Nakşbend" lâkabının nereden geldiği tam olarak bilinmemekle birlikte tarikatın "hafi zikir" ve "rabıta"yı esas almış olmasından kaynaklandığı söylenmektedir. Çünkü "Nakşbend" "Nakışçı, nakışbağı" anlamlarına gelmektedir. Başındaki "Şâh" kelimeside "Gönül Sultanı" anlamına bir saygı ifadesidir.

Şâh-ıNakşbend, 718 Muharrem'inde (1318 Nisan'ında) Kasr-ı Hinduvân'da doğdu. Bu yıllar Osmanlı Devleti'nin kuruluş yılları. Şâh-ıNakşbend'in doğumundan tam bir asır evvel, Cengiz Han, Buhârâyı kuşattı. İşgal edip yaktı yıktı ve târ u mâr etti. Bundan sonra Buhârâ, Moğollarla Harezmliler ve İlhanlılar arasında birçok defa el değiştirerek siyasi açıdan tam bir keşmekeş içinde kaldı. BahaûddinBuhârî'nin doğduğu zaman Buhârâ, İran Moğolları ile müttefikleri Çağatay hânedânının elindeydi.

Şâh-ıNakşbend hazretlerinin ilk üstadı, dedesinin ve babasının Şeyhi olan Muhammed Baba Simâsî'dir. Kendisinin doğumunu "Benim burnuma bu evden bir er kokusu geliyor" diyerek müjdeleyen ve onu üç günlük bir bebek iken manevi evladlığa kabul edip terbiyesini halifesi Emir Külâl'e havale eden, odur. Ancak seyr ü sülûkünü yanında tamamlayıp manevi emaneti aldığı mürşidi, Emir Külâl hazretleridir.

Şâh-ıNakşbend hazretleri, maneviyat yoluna girmeden önce bir süre dînî ilimler tahsili için Semerkand'a gitti. Onsekiz yaşında Semerkant'taki tahsilini tamamlayarak memleketine döndü ve evlendi.

AbdülhâlikGucdüvânî zamanında gizli zikre önem veren "Hacegânyolu"ndaMahmudİncir Fağnevî ile cehri zikir, hafi ile birleştirildi. Şâh-ıNakşbend hazretleri gizli zikre olan meyilleri sebebiyle bir bakıma AbdülhâlikGucdüvâni'ninüveysi müridi oldu. O'nun vaz' ettiği esaslar çerçevesinde ve ondan aldığı ruhani üveysi terbiye dairesinde yetişti. Müridinin halindeki farklılığı sezen ve onun cehri zikre katılmayışı dolayısıyla müridlerinin tepkisini bilen Emir Külâl, bir müddet sonra ona: "Şeyhim Muhammed Baba Simâsî'nin senin yetişmen konusundaki emirlerini yerine getirdim. Göğsümde ne varsa sana aktardım. Ama senin himmet kuşun beni geçti. Artık kemâl semasında dilediğiniz gibi uçmağa tarafımdan mezunsun" diyerek icazet verdi. Suhâr'da bir mescid inşası sırasında beş yüz müridin huzurunda gerçekleşen bu icazetten sonra Şâh-ıNakşbend, oradan ayrıldı. Emir Külâl'in halifesi Arif Dikgirâni'nindergahındayedi yıl sohbetine katıldı. Bunun ardından on iki yıl kadar Yesevîşeyhlerinden KusemŞeyh ile Halil Atâ'nın sohbetlerinde bulundu. Bir ara hükümdar olan Şeyh Halil Atâ'nın bertaraf edilmesinden sonra çok üzülen BahâeddinNakşbend, dünya işlerinden büsbütün soğuyarak Buhârâ köylerinden Ziverton'a yerleşti. MevlânâBahâeddinKışlâkî'den hadis okuyan BahâeddinNakşbend'inHerat, Merv, Nişabur beldelerine muhtelif seyahatleri oldu. Daha şeyhinin sağlığında irşada mezun olduğu için etrafında geniş bir mürid ve muhib kitlesi oluşmuştu.

Şeyhi Emir Külâl vefatı sırasında (771/1370) müridlerine Muhammed Bahâeddin'e bağlanmalarını vasiyet etmişti. Üç defa hac maksadiyla Hicaz'a gitti. Son haccında halifelerinden Muhammed Pârsâ'yımüridleriyleNişabur'a gönderdi. Kendisi Herat'a giderek orada bulunan ZeyneddinEbû Bekir Tâyibâdî ile üç gün süreyle sohbetlerde bulundu ve Nişabur'da bulunan Muhammed Pârsâ ve diğer ihvanına yetişti. Hac dönüşüBağdad ve Merv'e uğrayan Şah-ıNakşbend, daha sonra Buhârâ'ya geldi ve vefatına kadar irşad hizmetini orada sürdürdü. Bir ara Herat hükümdarıMüizzüddinHüseyn tarafından hediyyelergönderdilerekHerat'a davet edildi. Bu görüşme sırasında Sultan'a pek iltifat etmemesi, onun halk nezdindeki "Şâhlığını" yani gönüller sultanı olma özelliğini daha da artırdı. Buhârâ'nın ilim ve irfan çevrelerinde gördüğühüsn-i kabul ve saygı, ilmini ve tasavvufî kişiliğini göstermektedir. 791/ 1389 yılında doğduklarıKasr-ıârifan'da 73 yaşında hastalandı ve bir süre sonra Hakk'a yürüdü.

Hakkında yazılan eserlerden Enîsu't-tâlibin'in verdiği bilgilere göre HakimTirmizi'nin eserlerini okumuş ve fikri olgunluğa o eserler sayesinde ermiştir. Hatta yirmi iki yıldan beri onun tarikında olduğunu söylediği kaydedilmektedir.

Şah-ıNakşbend hazretleri çok mütevazi bir hayat yaşadı. Haramlardan titizlikle sakınır, ruhsat yolundan çok, azimet tarikini ihtiyar ederdi. Misafirlerine ikramdan hoşlanır, hediyeye hediye ile mukabele etmeye çalışırdı. Mahlûkatın tümüne şefkat nazarıyla bakardı.

O'nun tâlim ettiği Nakşilik yolunda en büyük keramet, kerametin gizlenmesiydi, setredilmesiydi.

Şâh-ıNakşbend'e göre en büyük keramet kerameti örtmek ve gizlemektir. Bu yüzden kendisinden: "Sizden niçin bu kadar az keramet zuhur ediyor?" diye soranlara şu cevabı veriyor: "Omuzlarımızdaki bunca günah yüküne rağmen ayakta durabilmekten daha büyük keramet mi arıyorsunuz?"

Nefs konusunda şöyle konuşurdu: "Nefislerinizi kınayın. Çünkü nefsini kınamasını bilen onun hile ve mekrini bilir."

"Nefsin bineğindir, ona şefkatle davran" hadisindeki nefs, "mutmeinne" derecesine ermişnefstir. Yoksa emmare olan nefs değildir. Nitekim Kur'an'daki: "Nefs, kötülüğüçokca tahrik edicidir, ancak Rabbımın merhamet ettiği nefsmüstesnâ" (Yusuf, 12/53) âyetindeistisnâ tutulan nefs de budur.

Kemâl ve mârifetinhaseb ve neseble değil, iktisâbla olduğuna inanırdı. Bu yüzden kendisine "Sizin silsileniz nereye ulaşır, ve kime dayanır?" diye soran birine: "Silsile ile kimse bir yere ulaşamaz." diye karşılık verdi.

Kur'an'daki "Ey müminler Allah'a inanın" (en-Nisâ, 4/136) âyetini her göz açıp kapamada bu fânîvücûdu nefyedip mabûd-i hakiki'yiisbat etmektir" diye yorumlamıştır. Mâsivâya aldanıp bağlanmayı bu yolda en büyük perde olarak görmüş, kelime -i tevhiddeki "Lâ ilahe" tabiat putunu nefydir. "İllallah" gerçek mabûdûisbâttır. "MuhammedunRasûlullah" Hazret-i Rasûleittibâdır. Bu yüzden zikirden maksad, bu sırra ermektir. Zikir sırasında mâsivâbilkülliyenefy olmalıdır, sayısının çok olmasışart değildir.

Şâh-ıNakşbend, Hanefî mezhebindeydi. Osmanlıların kuruluş yıllarında teessüs eden tarikatı, XIV. Asırdan itibaren Osmanlıülkesinin muhtelif yerlerine yayılma imkânı bulmuştur.

Buhârâ'da bulunan kabri, yetmiş yıllık komünist rejim sırasında halkın manevi himaye odağı gibi hizmet görmüş, gizli zikri esas olan tarikatı vicdanlarda mahpus imanları korumuştur.

-Kaddesallahusirrahu'l-Aziz-

Osmanlı Menkıbeleri

TAYİNİM DERHAL YAPILDI

SeyyidYahyâ Efendi şöyle anlatmıştır: "Sultan Bâyezîd Hân Câmi-i şerîfi avlusunda, oyma ustalarından Kefelizâdeİbrâhim Halebî adında bir zâtındükkanında, ilim-irfân sâhibi, kıymetli zâtlar toplanıp sohbet ederlerdi. ArasıraMehmedEmîn Efendi de öğle namazından sonra o dükkanı teşrif eder, dostları ile çok kıymetli sohbeti olurdu. Bir gün yine böyle hoş bir sohbet sırasında medhedilen iyi vasıflı bir kâdı (hâkim) o dükkâna geldi.

Kâdıasker, bu kâdıya, bir meseleden dolayı dargın olduğu için, bir makama tâyin edilmesi gerektiği hâlde ona; "Ben kâdıasker olduğum müddetçe, sana kadılık vazifesi vermem!" diyerek yemin ettiğini ağlayarak anlattı. Dükkânda bulunanlar bu hâdiseye çok üzüldü.

MehmedEmîn Efendi, yarım saat kadar başını eğip, gözleri kapalı bir vaziyette murâkabeye daldı. Sonra hakîkati gören gözlerini açıp, yardım talebi için gelen kâdıya verilmek üzere, dükkan sâhibi olan oyma ustası KefelizâdeİbrâhimHalebî'ye bir duâtârif edip yazmasını söyledi. O da yazdı. Bunu alıp mağdur kâdıya verdi. Üzerinde taşımasını söyledi. Sonra; "Doğruca kâdıasker efendiye git!" buyurup, kâdıyı gönderdi. İki-üç saat sonra kadı, sevinçle o dükkana tekrar geldi.

MehmedEmîn Efendiye büyük bir hürmetle memnûniyetle durumunu arzetti. Kendisine ne yaptığı sorulunca; "Kâdı askerin makâmına girdim. Beni görünce birdenbire değişiverdi. Feryâd ederek; "Kâtibi çağırın." dedi. Kâtip gelince; "Aman bir bak! Bu kâdı efendinin tâyin edilmesi için münâsib bir yer var mı?" dedi. Kâtip, kayıtları kontrol ettikten sonra; "Bir yer var ama şimdilik dolu." dedi.

Kâdıasker, kâtibe; "Olsun, hemen tâyin edelim, benim şu anda çektiğim sıkıntıyı ve tutul duğum ağırlığı bilmezsin!" dedi. Böylece tâyinim derhal yapıldı." diye anlattı. MehmedEmîn Efendi yazdırıp verdiği duâyı o kâdıdan geri alıp, KefelizâdeİbrâhimHalebî'ye vererek silme sini söyledi. O da alıp sildi.

Kefelizâdeİbrâhim Halebîşöyle demiştir: "Ben bu hâdiseden sonra MehmedEmîn Efendinin târif ettiği duâyı tekrar yazmak için belki bin defâ denedim. Bir türlü yazamadım. Sonunda o hâdisenin MehmedEmîn Efendinin kerâmetlerinden olduğunu anladım.

Yine o anlatır; "MehmedEmîn Efendinin her ay on beş kuruşluk geliri vardı. Bunu alıp her ay huzûruna getirirdim. Koynunda bezden bir kese vardı. Keseyi çıkarmadan ağzını açar, ben de parayı içine kordum. Bundan başka o keseye hiç para konmadığı hâlde her ay o keseden iki-üç yüz kuruştan fazla para sarfeder, fakirlere saymadan sadaka dağıtırdı.

Ben buna defâlarcaşâhid olmuştum. Hattâ bir gün kese eskidi değiştirelim buyurup, keseyi çıkarıp bana verdi. İçinde yedi-sekiz kuruş kadar para vardı. Bunları yeni bir keseye koyup verdim. Eski kesenin içine de beş kuruş koyup bana verdi. Ay başına on beş-yirmi gün vardı. O ayda koynun daki keseden yüz elli kuruş para sarfolundu.

Ben buna hayret ederdim. Arkadaşlarımızdan da çoğu bunu bildikleri hâlde, aslâ kendisine soramazdık ve ifşâ etmezdik..."MehmedEmîn Efendi, hâl ve şânlarını halktan son derece gizler, talebelerini de bu tarzda yetiştirirdi. Ömrünün sonlarında arkadaşları merhum Tatar Ahmed Efendi, 1743 senesinde vefât edince, fetvâmakâmında bulunan eski şeyhülislâm Seyyid Mustafa Efendi, Tatar Ahmed Efendiden boşalan dergâha, MehmedEmîn Efendiyi tâyin ettirdiler.

Berât-ı şerîfi de, kendi mektupçularıHamzazâde Abdullah Efendi ile gönderdiler. Bunun üzerine MehmedEmîn Efendi, büyük bir kırgınlık ile doğru şeyhülislâm efendinin huzûruna gidip; "Sultânım, mâlûmunuz ben meşîhaterbâbından değilim. İnâyet buyurun, şeyhlere âit alâmetlerden ne nişânım varsa, müstehak olmadığım hâlde tevcih etmişlerdir. Boşalan bir medrese varsa beni oraya müderris tâyin etmeyi ihsân buyurunuz." gibi özür beyân ederek, o dergâha gitmek istemedi ise de, şeyhülislâm; "Emîn Efendi kardeşim, biz sizi biliriz ve pîrdaşımızsınız. Ömürlerimiz sonuna yaklaştı, hâlinizi gizliyorsunuz.

Mızrak çuvala sığmaz, gizlenme konağını geçeli otuz yıl oldu. Fayda yoktur, tevcih (tâyin) pâdişâhındır. Kabûl etmemiz lâzım. Kabûl etmemek, ülu'l-emre itâat etmemek demek olur." deyince; "Efendim; evimde oturmak şartıyla kabûl ederim.

Böylece müsâade buyurulur ise emir sizindir." diye berâtıkabûl etti. Sonra ağlayarak şeyhülislâmla vedâlaştı. Gerçekten tekkeye taşınmayıp evlerinde kaldılar.

MehmedEmîn Efendi, Resûlullah efendimizin mihmândârıEbûEyyûb el-Ensârî hazretlerinin türbesinde türbedâr olarak vazife almıştı. Fakat ziyâretçilerin hallerini beğenmeyip, birkaç ay sonra bu vazifeden ayrıldı.

Bir defâ Kâbe'de Rükn-i Yemânî'de yaslanmışken, bir kerre Mısır'da ve bir kerre de İstanbul'da FâtihCâmiicivârında Hızır aleyhisselâm ile görüşmüştür. Yüzüğünde "Emîn-i sırr-ı Hak ârif Muhammed" yazılıydı.