Yeni Haber'de Ramazan 10. Gün - 01.04.2023
Yeni Haber ailesi olarak hayırlı iftarlar diliyoruz. Konya için bugün iftar saati 19.19
Mübarek Ramazan'ın 10. Günü
"Mallarınızı Allah yolunda harcayın. Kendi kendinizi tehlikeye atmayın. İyilik edin. Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever."
Ayet:
Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla;
Mallarınızı Allah yolunda harcayın. Kendi kendinizi tehlikeye atmayın. İyilik edin. Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever.
Allah (C.C.) ne güzel söyledi.
(Bakara Suresi, 195. Ayet)
Hadis:
Allah’ın Rasulü Hz Muhammet (S.A.V.) şöyle buyurdu;
Allah için size sığınan kimseye sığınak olun. Allah için isteyen kimseye verin. Sizi davet edene icabet edin, size bir iyilik yapana karşılığını verin. Eğer onun karşılığını verecek bir şey bulamazsanız, karşılıkta bulunduğunuza kanaat getirinceye kadar ona dua edin.
Allah’ın Rasulü Hz. Muhammet (S.A.V.) ne güzel söyledi.
(Ebu Davud, Zekat, 38)
Dua:
Ey yüceler yücesi Rabbimiz, ey Nuh’u, İbrahim’i, Süleyman’ı, Davud’u dünyaya müjdeci olarak gönderen Rabbim, sen Rahmansın, Gafursun, Rahim’sin.
Sana yalvarıyoruz, evlerine girilen, onurları incitilen Müslüman kardeşlerimize şu mübarek günler yüzü suyu hürmetine yardım et.
Çocukları öldürülen, onurları, haysiyetleri yerle bir edilen Müslüman kardeşlerimize yardım et.
Yahudi ve Hıristiyanların insaflarına bırakma kardeşlerimizi, onlara zafer nasip et…
Amin
Hz. Said Bin Zeyd (R.A.)
Hazreti Said bin Zeyd (ra) 600 yılında Mekke’de doğmuştur. Soyları Peygamber Efendimiz(sav) ile Kâ’b bin Lüey’de birleşmektedir. Cahiliye devrinde bile puta tapmamıştır. Babası Zeyd bin Amr’da Allah’ın varlığı ve birliğine inanan, kız çocuklarının öldürülmesine ve putlara şiddetle karşı çıkan birisiydi. İnançlı bir babanın evladı olarak büyüyen Said’in İslam dinine girmesi çok kolay oldu.
Peygamberimiz(sav)’in “iman et” teklifini duyar duymaz henüz 19-20 yaşlarında iken hiç tereddüt etmeden Hazreti Ömer(ra)’in kardeşi olan eşi Fatıma ile birlikte ilk iman edenler arasında yer almıştır. Aynı zamanda Hazreti Ömer(ra)’le amca çocuklarıdırlar. Hz. Ömer (r.a) da Said’in kız kardeşi Atîke ile evli bulunmaktaydı.
Hazreti Ömer(ra)in Peygamberimiz( sav) i öldürmek için yola çıktığında; “Kardeşin Müslüman oldu ey Ömer sen önce oraya git” denilen ve eve vardığında Kuran-ı Kerim okunduğunu gören ve “bana da okuyun” dedikten sonra dinleyip Müslüman olmaya karar verdiği ev Hazreti Said bin Zeyd(ra)in evidir.
Said bin Zeyd(ra) kendisini öldürmeye gelenlerin, yanında hayat bulduğu insandır. Lakabı Ebu Aver ve Ebu Sevir’dir. Künyesi Said bin Zeyd bin Amr’dır naklettiği “Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Ebu Bekri’s-Sıddık, Ömerü’l-Faruk ve Osman-ı Zinnureyn ile Uhud Dağının başına çıktılar. Cebel-i Uhud, ya onların mehabetlerinden veya kendi sürur ve sevincinden lerzeye geldi, kımıldandı. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etti ki: Dur ey Uhud! Şüphesiz üzerinde bir peygamber, bir sıddik ve iki de şehid var.” hadisi şerifi Risale-i Nur’da olup ismi de zikredilmektedir. Annesinin adı Fatıma binti Bace’dir.
Babası Zeyd bin Amr Suriye tarafları da Hz. İbrahim’in dinini devam ettiren Haniflilerle tanışarak ”Benim Allah’ım İbrahim’in Allah’ıdır, benim dinim İbrahim’in dinidir” diyerek onların inancı üzere yaşamını sürdürdü.
Said (r.a), Hazreti Osman (r.a)’in şehid edilmesiyle başlayan fitne olaylarına şahit olmuştur.
Duası kabul olanlardandı. Bunun için, kendisini kırmaktan herkes çekinirdi.
Bir kadın Hakem’e giderek Said b. Zeyd(ra)’in kendi arazisine tecavüzde bulunduğunu şikâyet etti. “Haksız yere her kim bir karış toprağı gasp etse, kıyamet gününde yedi kat yerin dibinde dahi olsa o toprak boynuna dolanır” dedi ve şöyle dua etti: “Allah’ım bu kadın yalan söylüyorsa gözleri kör olmadan canını alma ve kuyusunu ona mezar yap.” Rivayet edildiğine göre bu kadın, daha sonra kör oldu ve evine yürürken kuyuya düşerek öldü.
Hazreti Said(ra)’de diğer Müslümanlar gibi müşriklerin zulmüne maruz kaldı. Bedir Savaşı hariç Peygamber Efendimiz(sav) ile birlikte tüm savaşlara katıldı. Peygamber Efendimiz(sav)’in yakınında bulunmaya büyük gayret sarf etmiştir.
Said bin Zeyd(ra) Kırk sekiz hadis rivayet etmiştir.
Süryanice bilen Said(ra) Peygamberimiz(sav)’in yazı işlerine ve birçok mektupların cevaplandırılmasına yardımcı olmuştur.
Hz. Ömer’in halifeliğini gördüğü gibi şehit edilmesine de tanık oldu Ömer’in şehit edilmesiyle İslam’da bir gedik açıldığını ve bunun kıyamete kadar kapanmayacağını belirterek, Hazreti Ömer’in (ra) İslam tarihindeki yeri ve eşsizliğine dikkat çekmiştir.
Fihl Savaşında, Şam’ın kuşatılması ve akabinde fethedilmesinde, Yermük Muharebesinde bulundu. Saîd bin Zeyd hazretleri, zamanını devamlı ibadetle geçirirdi. Dünya ve dünya nimetlerinden daha çok ahireti düşünürdü. Makam ve mevkiyi hiç düşünmez, ancak kendisine bir vazife verilirse, bunu en iyi şekilde yerine getirirdi. Cihâdı çok sever, gösterişi hiç sevmezdi.
Sade bir hayat yaşayarak belli mevkilerde görev almamaya çalıştı. 671 yılında Medine yakınlarında bulunan Akik’te vefat etti. Cenazesi Sa’d bin Ebi Vakkas tarafından yıkanıp kefenlenirken, cenaze namazını da Abdullah bin Ömer kıldırdı.
Allah ondan razı olsun...
Emir Külâl (K.S.)
Boyu uzun, kolları geniş ve uzunca idi. Kaşları çatık, gözleri keskindi. Esmer tenliydi. Güçlü kuvvetli ve iri yapılı idi. Şeriat, tarikat ve marifeti cem etmiş bir veliyy-i kâmildi.
Emir Külâl, seyyid-nesebdir. Babasının adı Hamza. Buhara'ya iki fersah mesafedeki Suhar köyünden. Orada 1284 yılında doğduğu rivayet edilir. Burada yaşadı ve burada öldü. Vefat tarihi: 8 Cemaziyelevvel 772 / 29 Kasım 1370.
Ailesinin ve kendisinin çömlekçilikle hayatını kazandığı ve bu yüzden "Külâl" adı ile tanındığı bilinmektedir. Osmanlı sultanlarından Yıldırım Bayezid'e damad olan Bursalıların sevgilisi Emir Sultan hazretleri Emir Külâl ile akrabadır.
Gürbüz bir yapıya sahip bulunan Emir Külâl'in gençlik yıllarında güreş sporuyla meşgul olduğu rivayet edilir. Hatta onun gibi seyyid-nesep birine güreş gibi bir sporla meşgul olmayı yakıştıramayan bir zata aid şöyle bir menkıbe nakledilir: Büyük bir kalabalık arasında güreş tutan Emir Külâl'ı seyredenlerden biri, "Peygamber soyundan gelen biri nasıl olup da, böyle bid'at sayılabilecek bir işle meşgul olabiliyor?" diye gönlünden geçirmiş. Hatırına bu düşünce gelince kendisini bir uyku halı bastırmış. Uykuya dalınca rüyasında "kıyametin koptuğunu ve kendisinin bir bataklık içinde batmamak için çırpındığını görmüş." Öyle bir bataklık ve öyle bir çırpınış ki, çırpındıkça batıyor, battıkça çırpınıyor. Kendisinden ve hayatından ümid kestiği bir anda Emir Külâl hazretleri karşısında zahir olmuş ve kuvvetli pazusuyla onu belinden kavradığı gibi çekip çıkarmış. Adam uyanmış ki, güreşini tamamlayan Emir Külâl kendisine dönmüş ve şunları söylemektedir: "Bizim pehlivanlığımız, çamura düşenleri bataktan çıkarmak içindir."
Emir Külâl, belki de seyyid-neseb ve asil bir ailenin evladı olması sebebiyle manevi bir atmosferde yetişti. Annesinden gelen menkıbeye göre dermiş ki: "Ne zaman şüpheli bir şey yiyecek olsam, karnımı sancı tutardı. Hatta bu sancı üç defa peş-peşe tekrarlardı. Böylece ben yediğimin şüpheli olduğunu anlar ve yediğimi çıkarırdım. Bütün bunlar karnımda taşıdığım çocuğun nuraniliği sebebiyle idi. Bu yüzden yiyeceklerime çok dikkat ederdim"
Emir Külâl hazretlerinin şeyhi Hoca Muhammed Baba Sîmâsî ile tanışması da yine er meydanında olmuştur. Emir Külâl'in asaletini ve maneviyata yatkınlığını bilen Sîmasî ona ulaşmak için er meydanına gidiyor. Yanında bir kaç müridi vardır. Hatta müritleri işin aslını bilmedikleri için, şeyhlerinin böyle bir meydana gelip güreş seyretmesini de yadırgamışlar; fakat şeyhe bir şey söylemeye cesaret edememişlerdi. Ancak Sîmasî onların şaşkınlıklarını ve hali yadırgadıklarını fark edince: "Bu meydanda bir er var ki nice erler o yiğidin nazarıyla istikamet bulacaklar" demişti.
Güreş seyri sırasında çarpıcı bir nazarla Emir Külâl'e bakan Simasi bir ara onunda göz göze geldi. Gözlerin gizlice konuştuğu ve kalplerin sessizce anlaştığı bu nazar alış verişinden sonra Simasi, er meydanından müritlerini alarak uzaklaştı. Emir Külâl ise bu bakışın tesirine kendini kaptırarak şeyhinin peşinden koştu ve dergahına varıp kapılandı. Halvet hanesinde kendisiyle tenhaca görüşen Simasi ona, ilk telkinini yaptı ve onu irşad halkasına kattı. Şeyhinin dergahında seyr u sülûke başlayan Emir Külâl, burada aradığını bulmuştu. Yirmi yıl süreyle şeyhine hizmet etti. Haftada iki gün Simas ile Suhar arasında beş fersahlık mesafeyi yaya olarak kat edip şeyhinden istifade etmeye çalışıyordu. Artık güreş ve diğer dünyevi meşguliyetler onun gözünden silinmiş, gönlü yepyeni bir dünyaya dirilmişti.
Şah-ı Nakşbend Muhammed Bahâeddin Buhârî, Emir'in talebesidir. Emir Külâl hazretleri onu yetiştirdikten sonra irşada mezun kılarken şunları söylemiştir: "Oğlum Bahaeddin, göğsümde ne varsa sana aktardım. İstidadın yüksektir."
Emir Külâl'in dört oğlu olduğu ve bu dört oğlunun eğitimini de yetiştirdiği dört halifesine havale ettiği rivayet edilir. Bunlar da Burhaneddin, Hamza, Emirşah ve Ömer'di.
Emir Külâl'in oğulları ve halifeleri vasıtasıyla gelişen tarikatı, Şah-ı Nakşbend ile devam etmiştir.
-Rahmetullahi aleyhimâ-
Alvarlı Efe'ye göre insan olmak!
Makale: Meryem Aybike Sinan
İnsan olmak, kolay değil. İnsanlığa girmek kolay olmuş ama orada kalmamız, o kadar kolay değil.
İnsani duyarlılığımız iyice azaldı şu son günlerde. İnsanoğlu hiç ölmeyecekmiş gibi canhıraş bir şekilde hayata dört elle değil yüz elle ve ayakla sarılmış durumda. " Yarın ölecekmiş gibi ahirete, hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya çalışın" düsturunun sadece dünyevi olanına sarmış ve sarılmış durumdayız.
Çalışıyoruz! Birbirimizin ayağına basarak, çelme takarak, düşenin durumundan haz alarak çalışıyoruz. Başkasının acısından, hüznünden, yıkılmışlığından, kaybetmişliğinden ve hatta utanmışlığından bile keyif alan tuhaf insanlar olduk. Aslında hepimizin her şeyi, bütün sorunları, bütün sıkıntıları bir kenara bırakıp bu meseleler üzerinde bütün boyutlarıyla tartışmamız lazımdır.
Bizim en büyük meselemiz insani zaaflarımıza yenik düşüyor oluşumuz. Kendimize, nefsimize, isteklerimize, hayallerimize, yaptıklarımıza ve yapamadıklarımıza kapılıp nice kalbin, nice yüreğin üzerine basıp, ezip geçiyoruz. En yakın arkadaşlarımız, en candan dostlarımız ve en güvendiklerimiz bir anda el oluyor ve üzerlerine kalın ve kırmızı bir çizgi çekiyoruz.
Dünya nimetleri hepimizi esir alıp kör etmiş!
Günlerdir Giresun’dayım. Babaannemiz kutsal topraklardan gelmiş ve gelene gidene 'Kabe Hatıralarını' anlatıyor. Bir ara kulağıma kutsal topraklarda bile kavga eden, tartışan, kapışan hacı hikâyeleri değiyor. Şoktayım ben! Orada da zaaflarımız, nefsimiz ve egomuz bizi esir ediyormuş demek ki!
Biz insan olduğumuzun, eşref-i mahlûkat olduğumuzun bilincine bu kutsal topraklarda da varmayacaksak daha başka bir mekan var mıdır insan olmaya?
Artık hiç fark etmiyor insanoğlu için incitmek ve üzmek öylesine alelade bir şeymiş gibi kolayca insan harcanabiliyor. Kolayca bir kuruşa haraç mezat satılabiliyorsunuz. Hiç kimse de gece yatarken bir iç muhasebesi yapmıyor, uykularını bölmüyor, geceyi kendine haram kılmıyor. Ve vicdanı sızlamıyor hiç kimsenin! Benim için asıl gündemimiz insan oluşumuz ve insansızlığımız!
Erzurum semalarına bir yıldız gibi düşüp dönem insanlarının yüreğini ışıklı şiir ve sözleriyle nakışlayan Alvarlı Lütfi Efe Hazretlerinin "İNCİTME" redifli şiiri gündemimizden hiç düşmemeli lakin çer çöp gündemi öylesine meşgul ve işgal ediyor ki asıl mevzularımız gündeme gelemeden hasır altı oluyor:
Hazer kıl! Kırma kalbin kimsenin canını incitme
Esir-i gurbette nalan olan insanı incitme
Tarık-ı ışkta biçare-i hicranı incitme
Sabır kıl her belaya hane-i Rahman'ı incitme!
Felekte hasılı insan isen bir canı incitme
Günahkar olma Fahr-i Âlem-i Zî-Şânı incitme!
Alvarlı Lütfi Efe Hazretlerinin de belirttiği gibi insan olmanın biricik kaydı insan kalbini, gönlünü Rabbin evi bilip ona göre muamele etmektir. İnsan zaten dünya denen gurbettedir, zaten yalnız ve çaresizdir. İşte bir tasavvuf erbabı olan Alvarlı Lütfi Efe Hazretleri dünyanın meşgalesine ve telaşına kapılıp kendini kaybeden, insanı ve insanlığı hiçe sayanlara bu telkin dolu dizeleri gönderirken kaybettiğimiz birçok hususu da hatırlatıyor aslında:
Elin çek meyl-i dünyadan, eğer âşık isen yâre
Muhabbet câmını nûş et, asıl Mansur gibi dâre
Misafirsin felek bağında bendin salma efkâre
Düşersen bir belaya, sabır kıl Mevlam verir çâre!
Felekte hasılı insan isen bir canı incitme
Günahkar olma Fahr-i Âlem-i Zî-Şânı incitme
İnsan olmak, kolay değil. İnsanlığa girmek kolay olmuş ama orada kalmamız, o insan olmanın şeref ve haysiyetini üzerimizde taşıyarak var olmamız sanırım o kadar kolay değil.
Birbirimizin zaaflarını ortaya atmanın şan ve şeref olduğu zannıyla her gün bir kaç insanın daha canını nasıl yakarım mantığıyla hareket eden nice zavallı kimsenin akıbeti fena olmuştur. Zira bu dünyada ne ekerseniz onu mutlaka yeşertir biçersiniz. Ve bu dünyayı terk etmeden mutlaka birilerine attığınız tokadı yer öyle göçersiniz!
Başkasının acısını ve hüznünü kalbimizde taşımamızı kimse beklemiyor ama en azından etrafımızdaki insanlara iyi davranmak, onların kalbini kırmamak, düşeni düştüğü yerden kaldırmak, gözyaşlarını silmek, destek olmak, utanılacak duruma düşmüş insana yaşam alanları açmak, kendimizi onların yerlerine koyarak meselelere bakmak insanlığımızı azaltmaz aksine pekiştirir.
Alvarlı Lütfi Efe'nin de söylediği gibi, insan isen hiç kimseyi incitmeyeceksin ki incinmeyesin!
İnsan olmak, insanlığımızı cilalamak bizi çoğaltır.
Bizi yeşertir. Meyvesi bol olan ağaçlar misali belki tevazu ile eğiliriz, ruhumuz bedenimizin önüne geçer, insanlığımız pekişir, olgunlaşır, ziyadeleşir.
Kim bilir!
Muhabbetle Kalınız!