Venezuela’da neler oluyor?
Venezuela tarihi günlerinden birini 23 Ocak 2019’da yaşadı. Cumhurbaşkanı Nicolas Maduro karşıtı (son derece dağınık olan) muhalefet, 2015’ten beri ilk defa, net bir şekilde beraber hareket etmeye başladı ve ilk defa Maduro karşıtı muhalefete net bir şekilde uluslararası destek geldi. Amerika Birleşik Devletleri (ABD) dahil, Avrupa ve Latin Amerika’dan bir çok ülke Maduro’nun lağvedip yerine Kurucu Meclis kurdurduğu eski meclisin başkanı Juan Guaido’yu yasal geçişin cumhurbaşkanı olarak tanıdı. Muhalefet ve batılı ülkeler, Maduro’nun görev süresinin 10 Ocak 2019 itibariyle bittiğini ve 2018 baharında yapılan ve Maduro’nun 6 yıllık için yeniden seçilmesiyle sonuçlanan seçimin yasal ve meşru olmadığına inanıyor. Peki buraya nereden gelindi? Bundan sonra süreç nasıl ilerler ve neler olur? Türkiye nasıl bir politika izleyebilir?
Buraya nasıl gelindi?
Hugo Chavez 1999 yılında iktidara geldiğinde üç şeye sahipti: Karizma, vizyon ve siyasetini şekillendirebileceği maddi kaynak. 2002 yılında girişilen başarısız askeri darbeden sonra hem karizmasını hem de vizyonunu perçinleyen Chavez, 2005 sonrasında petrol fiyatlarının aşırı yükselmesiyle kıtadaki en güçlü lider konumuna gelmişti. 2013 yılında Hugo Chavez hayatını kaybedip yerine Nicolas Maduro geldiğinde Venezuela’da bu üçünden de eser kalmadı. Petrol fiyatları 30-40 dolarlara kadar düştü; uzun boyu dışında bir karizması olmayan Maduro iktidara geldiğinde zaten Latin solu vizyonunu çoktan kaybetmeye başlamıştı, dolayısıyla Venezuela’da vizyon da kayboldu. Yani Venezuela kendisini güçlü kılan üç temel şeyi kaybedince siyasi çıkmaza girdi.
Bütün ekonomi politikasını petrol gelirleri üzerine kuran Venezuela’nın muhalefeti de benzer bir çıkmaza girdi. Chavez karşıtlığı dışında hiçbir ortak noktası olmayan ve egosu yüksek onlarca liderin birleşmesiyle oluşan “Demokrasi İçin Birlik Masası” (MUD) 2015 yılında meclis seçimlerinde başarı sağlasa da çok kısa bir süre sonra dağıldı. Yani işin özü, Venezuela’da hem iktidar kanadı hem de muhalefet siyasi bir açmazın içine girdiler. Aynı süreçte ekonomi her geçen gün kötüleşti. Venezuela en son 2013 yılında yüzde 2 civarında büyüdü. O tarihten beri Venezuela'nın ekonomik büyüme rakamları hep eksi oldu. 2015 yılında ekonomisi yaklaşık yüzde 7 oranında küçülen Venezuela’nın 2018 yılının ilk çeyreğinde ekonomik küçülmesi yaklaşık yüzde 15 civarındaydı. Son dört yılda (Luftansa, Air France ve Avianca dahil) birçok havayolu şirketi Venezuela’ya uçuşlarını durdurdu. Öyle ki arabası bozulanlar yetersizlik sebebiyle arabalarını tamir ettirecek parçaları dahi bulamıyorlar. Asgari ücret şu an için Venezuela’da 4 dolar civarında. Bu paranın her hafta değişen bolivar/dolar paritesine göre ayrıca değerini kaybettiğini de vurgulamak gerekiyor. 2017 yılı enflasyon oranı yaklaşık yüzde 2400’dü. Bir öğle yemeği yemek için bir poşet dolusu bolivar götürmek gerekiyor.
İşte tam bu dönemde, ülke her anlamda kötüye giderken, iktidar savaşı her şeyin önüne geçti. 2015 Aralık ayında yapılan meclis seçimlerini muhalefet kazandı ve 16 yıllık Sosyalist Parti egemenliğine son verdi. Bundan sonraki ilk seçimlerde cumhurbaşkanlığını kaybedeceğini düşünen Maduro, ilk önce 2017 yılında meclisi feshetti ve yerine Kurucu Meclis kurdu. Kurucu Meclis daha sonradan cumhurbaşkanlığı seçimlerinin 2018 Mayıs’ında yapılmasına karar verdi ve seçimi Maduro kazandı. Meclisin feshini, kurucu meclisi ve yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerini anayasal bulmadığı için muhalefet kabul etmedi. Mayıs 2018’de seçimi kazanan Maduro, 10 Ocak 2019’da yemin ederek ikinci 6 yıllık görevine başladı. Maduro’nun ikinci dönemini anayasal bulmayan muhalefet, lağvedilen meclis üyeleri, yeni bir seçim yapılıncaya kadar meclis başkanı Guaido’yu geçici başkan olarak atadı. 23 Ocak 2019’da son derece koordineli bir şekilde ABD, Kanada ve çoğu Latin Amerika ülkesi Juan Guaido’nun cumhurbaşkanlığını tanıdı.
Süreç nasıl ilerler, nereye varır?
Bundan sonra Venezuela bölgesel anlamda tamamıyla izole edilecek, ciddi şekilde sıkıştırılacak. Özellikle 13 üyeli Lima Grubu ülkeleri bu politikada başı çekiyor. Maduro yerine yeni cumhurbaşkanıyla doğrudan çalışıp işleri koordine etmeye çalışacaklar. Dolayısıyla Maduro ve Venezuela politikaları üzerinden Latin Amerika ülkeleri açısından kıtada ciddi bir kutuplaşma ve iç bölünmeyi göreceğiz. Bölgede ilk defa ortak bir Venezuela politikası gelişiyor; ilk defa Bolivya hariç Latin Amerika ülkeleri bir konuda beraber hareket ediyorlar. Bu birlikteliğinin yine kıtaya yayılan yaklaşık 4 milyon Venezuelalı göçmenlere yönelik olarak da devam etmesi beklenebilir. Bütün bölge ülkeleri Venezuela’yı göçmen sorunu konusunda Latin Amerika’nın Suriye’si olarak görüyor.
İç siyaset alanında çok gösterili, şiddet meyilli bir süreç Venezuela’yı bekliyor. 2015’te ilk defa beraber hareket eden çok parçalı Venezuela muhalefeti ilk defa farklılıklarını kenara bırakıp tekrar beraber hareket etmeye başladı. Maduro karşıtlığı bir şekilde ona siyasal anlamda can verdi. Buna karşılık Maduro kendi taraftarlarını ve özellikle de silahlandırdıklarını sahaya sürerse şiddet olayları kaçınılmaz olacaktır. Ayrıca iç siyaset açısından Sosyalist Parti içinde bölünme yaşanıp yaşanmaması da son derece belirleyici. Muhalefet eğer sürece askerler destek verirse onların affedileceğini ve yargılanmayacağını şimdiden ilan etti.
Venezuela iç siyasetinde siyasal bir vizyon birlikteliğinden ziyade, iktidarda kalmanın getirdiği ortak çıkar paylaşımı, Maduro ve taraftarlarını hayatta tutuyor. Eğer bu kırılırsa Maduro’nun gitmesi kaçınılmaz olur. İç siyasetteki diğer bir denge gettolarda yaşayan 16 milyon civarındaki Venezuelalı. Bunlar büyük oranda devlet desteğiyle hayatlarını sürdürüyorlar. Eğer Maduro gıda ve diğer konularda bu insanlara yardımda yetersiz kalır ve gettodakiler artık iktidarın değişmesi gerektiği yaklaşımı içine girer ve sokağa çıkarsa Maduro rejimi bitmiş demektir. Bu ihtimalde Maduro taraftarları arasında hızlı ve belirleyici bir çözülme beklenebilir.
Küresel anlamda işler daha da karışabilir. Rusya Maduro’ya desteğini ilan etti. Çin kısmen Maduro’nun arkasında duruyor; en azından siyasal anlamda net bir destek mesajı vermiyor. Venezuela üzerindeki kutuplaşma sertleşirse ABD ile Rusya arasında, aynı Suriye’de olduğu gibi sistemsel bir güç mücadelesi krizini göreceğiz. Silahlandırma, farklı grupları destekleme ve her türlü vekalet savaşının yaşanabileceği bir sürece girebilir Venezuela. Bu durum eğer sert giderse yeni bir 1962 Küba krizine, eğer yumuşak giderse Trump için yeni bir pazarlık malzemesine dönüşecektir. Sert bir sistemsel kriz oluşursa Maduro’nun geleceği Beşşar Esed’e çok benzeyecektir. Kriz çok sert olmazsa ABD ile Rusya arasında sistemsel krize dönüşen Venezuela konusu, Trump ve Putin arasında, birinin Suriye’yi, diğerinin Venezuela’yı etkisi altına aldığı bir anlaşmayla da sonuçlanabilir. Yani işin özü, Rusya Venezuela’dan çekilme karşılığında Amerika’nın Suriye’den vazgeçmesini isteyebilir. Bu durumda Maduro’nun iktidarda kalamayacağı açıktır. Bu anlamda Kırım ve Suriye’den sora Venezuela, üçüncü bir sistemsel kriz oluşturmaya gebe bir durumda.
Türkiye’nin dış politika seçenekleri neler?
Türkiye Maduro’ya desteğini hemen açıklayan ülkelerden biri. Önünde en az iki seçenek var: Bunlardan biri, ciddi bir diplomasi hamlesi başlatarak krizi çözmeye çalışmak. Bu konuda benzer düşünceye sahip olan İspanya ve Meksika ile koordineli bir şekilde arabuluculuk girişimlerinde bulunabilir. Bu politika tercih edilirse başarılı olunmasa bile en azından prestij kazanılır ve Türkiye Venezuela ile olan özel ilişkisini pozitif katkı için kullanmış olur.
İkinci seçenek “bekle-gör” politikasıdır. Bu politikada Türkiye’nin özellikle altın ticareti dolayısıyla suçlanması ve İran meselesinde olduğu gibi cezalandırılmak istenmesi ihtimali açığa çıkabilir. Yine aynı şekilde, neredeyse bütün Latin Amerika ülkelerinin Venezuela’da Maduro karşıtı bir politika takip ettiği bir dönemde, Türkiye’nin en azından görünüşte “aşırı Madurocu” duruşu, derinleşen Türkiye-Latin Amerika ilişkilerinde sorunlar doğuracak ve Latin Amerika’da Türkiye hakkında oluşan pozitif algıya zarar verecektir.
Bunların yanı sıra, Türkiye için asıl mesele, eğer Venezuela ABD ile Rusya arasında bir sistemsel krize dönüşürse nasıl bir politika izleyeceğidir. Suriye konusunda olduğu gibi, ikisi arasında gelgitli ve dalgalı bir politika mı izleyecek, yoksa doğrudan Rusya’nın ve Maduro’nun yanında mı yer alacaktır? Her iki seçeneğin de çeşitli maliyetler getireceği açıktır. Ayrıca Venezuela konusunda Türkiye’deki bilgi/uzman eksikliği de düşünüldüğünde, Ankara’nın bu süreci nasıl yöneteceği ayrı bir sorudur.
İşin özü, 23 Ocak 2019 itibariyle Venezuela krizinde yeni bir aşamaya geçildi. Küresel ve bölgesel aktörler pozisyonlarını güçlendirip, ülke içindeki muhalefete ciddi bir can verdiler. Bu gidişat Venezuela’da iktidarı hemen değiştirmese bile, ciddi şekilde ülkeyi bir tür kaosa götüreceği son derece açık. Türkiye’nin de bu süreci yakından takip edip aktif bir politika takip etmesi şart. Bunun da ilk adımı, hem süreci yakından takip edebilmek hem de etkin bir diplomasi yürütebilmek için, Venezuela konusunda bir özel temsilci atamak olabilir.
[2015-2018 yılları arasında Kolombiya’da TİKA Latin Amerika Direktörü olarak görev yapan Doç. Dr. Mehmet Özkan Pontificia Universidad Javeriana, SETA ve Polis Akademisi dahil birçok kurumda uluslararası ilişkiler alanında dersler vermiştir]