Ramazan Yaşar
Ramazan Yaşar TÜRKİYE İNSANLIĞIN VİCDANIDIR

TÜRKİYE İNSANLIĞIN VİCDANIDIR

Dünya’nın dört bir yanında mazlum halklar, daha önce sömürüldükleri emperyalistler tarafından bugün de öldürülüyor VE yurtlarında çıkarılıyorlar. Sömürge döneminde kendi işledikleri cinayetleri şimdi kurdukları ve destekledikleri terör örgütleri eliyle yapıyorlar. Ancak katilin adı değişmiyor. Biz de bunu bilmiyormuşuz gibi, “Dünya neden bu katliamlara sessiz” diye de saf saf Batı’ya tepki gösteriyoruz.

Bu insanlık dışı katliamlar ve soykırımlara karşı son on yıldır bir ülkenin duruşu ve tepkisi farklılık arz ediyor. O ülkenin adı Türkiye…

Türkiye’nin, dünyanın vicdanı ve ana kucağı oluşu, Osmanlı Devleti’nden devraldığı bir mirastır. 600 yıl, üç kıtada farklı din, dil, ırk ve mezhebe mensup milyonlarca insanı adaletle yöneten Osmanlı, Birinci Dünya Savaş’ından sonra dağılınca özellikle İslam Coğrafyası günyüzü görmedi. Sahipsiz ve korumaz kalan halklar, emperyalizmin kanlı çarkı arasında ezildi. Özellikle komşu ülkelerimiz, son dönemdeki yükseliş ve atılımıyla yeniden Türkiye’nin kanatları altında.

1988’de Saddam’ın Halepçe katliamı, 1990’da da Kuveyt işgalinin tetiklediği dalgayla Türkiye 500 bin Kuzey Iraklı Kürt’e kucak açtı. Ogün bugündür değişik saldırı ve tehditlerden kaçan Iraklıların sığındığı ülke her zaman Türkiye oldu. 2011’de “Arap Baharı” ateşinin kuşattığı Suriye’de Esat’ın zulmünden kaçan Suriyelilerin kaçabildiği ilk ülke de Türkiye olmuştur.

Türkiye bu göçleri, bu nüfus hareketlerini sınırları içine alırken; hiçbir dini, ırki, mezhebi ayırım yapmamıştır. Türkmen, Kürt ve Arap nüfusun, Sünni, Şii ayırımı yapılmadan barındığı Türkiye’ye, İŞİD saldırılarından sonra Ezidiler de dahil oldu.

İslami kesimi temsilen çalışan yardım kuruluşları da Türkiye’nin politikasına uygun olarak hiçbir ayırım yapmadan bu mağdur insanlara el uzatmaktadır. Batı emperyalizminin iliklerini kuruttuğu coğrafya ve insanlara Türkiye’den imdada koşan yardım kuruluşları cansuyu vermektedir. Katarakt ameliyatı olamayacak kadar fakir ve eğitimsiz bırakılan topraklarda bu sivil toplum örgütleri insanların umut ışığı olmuş durumda. Bunu başarmalarındaki en önemli faktör, Osmanlı torunlarının yardım severlikteki cömertliği ve Türkiye’nin devlet olarak bu çalışmaların arkasında duruşudur.

Türkiye’nin mazlumlara ana kucağı, insanların fırtınada sığındıkları liman olması ülkemize biçilen bir görevdir. Bu görevi en iyi şekilde yerine getiren Türkiye, ülkelerindeki savaş ve katliamlardan kaçan 2 milyon insanın tüm ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde oluşturduğu şehirlerle tüm dünya kamuoyunun takdirini kazanmıştır.

Türkiye mazlumların, mağdurların, savaşların vurduğu insanlığın ana kucağıdır. Bu dramların ve acıların vicdanının adıdır Türkiye. Bu vicdanın sesi ise Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Davutoğludur. Mıyanmar’da katledilen Müslüman’ın olduğu kadar Kuzey Irak’ta İŞİD teröründen kaçan Ezidilerin de sesi olmuşlardır. İsrail’in Gazze’de yaraladığı 10 bin mazlumun yaraları nasıl Türkiye’de sarılıyorsa, Suriye’de yaralanan on binlerce Arap’ın, Kürt’ün, Sünni ve Şii’nin tedavisi de Türkiye’de yapılmaktadır.

Vicdanı kuruyanların, Başbakan’ın Rabia Meydanı’nda şehit edilen Esma için ağlamasını nasıl eleştirdilerse, Türkiye’nin bu mazlum ve mağdur insanların yaralarını sarmasını da eleştirmektedirler. Dünyanın, zalimlerin ve diktatörlerin insafına terk ettiği tüm mazlumların umudu Türkiye olmuştur.

Davutoğlu’nun “Komşu ülkelerle sıfır sorun” politikası, komşulardaki iç karışıklıklar nedeniyle akamete uğramış olsa da aslında; başarılı olmuştur. Türkiye, bu politikanın sonucu olarak, komşu ülkelerin halklarıyla sıfır sorun hedefine ulaşmıştır. Darbeci, zalim ve diktatörlerin yönettiği komşu ülkelerle sorunlar oluşmuş, ancak haklının ve halkın yanında duran Türkiye, dünyaya yeni bir diplomatik başarı örneği ve seçeneği sunmuştur.

Türkiye’nin yıllardır aslında yapması gereken buydu. Bölge ülkeleriyle iyi ilişkiler adı altında darbeci, diktatör, zalim yöneticilerin yanında durulması tarihi bir hataydı. Türkiye, sonucu ne olursa olsun, bu ülkelerdeki insanların; özgürlük, hak ve hukuklarının yanında durmalıydı. Bugün geç kalınmış olsa da doğru bir politikayla, doğru şeyler yapılmaktadır.

Davutoğlu, çevre ülkelerde yaşanan insani trajedilere yardım noktasında hiçbir etnik, mezhebi ve dini ayrım gözetmediklerini söylerken, “Yürüttüğüm bu diplomasinin adı: Vicdani Diplomasi” tanımlamasıyla da dünya literatürüne yeni bir kavram hediye etmiş oldu. Vicdanların kuruduğu, köreldiği, sağırlaştığı bir zamanda böyle bir tanımlamayla dünyanın karşısına çıkan Davutoğlu, belki kazananın, güçlünün değil ama mazlumun, mağdurun, masumun yanında durarak tüm ülkelere ve liderlerine “İnsanlık dersi” veriyordu.

Türkiye yeni dönemde, “Yurtta kardeşlik, Dünyada kardeşlik” prensibiyle tüm mazlum ve mağdur insanlığa el uzatıyor. Maddi ve manevi ağır bedelleri olsa da, ortaya çıkan sonuç bütün sıkıntıları unutturacak güzellikte.

Bu eli tutanı Türkiye hiçbir zaman bırakmadı. Mazlumlara el uzatmayanların Türkiye’yi eleştirdikleri tek nokta “neden onun elini tuttun da şununkini tutmadın” sığlığından ileri gidemeyen şeytani propagandalardır. Türkiye, elinin ulaştığı tüm mazlum ve mağdurların elini hiçbir ayırım yapmadan tutan dünyadaki ilk ve tek ülkedir… 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ramazan Yaşar Arşivi