Referanduma sayılı günler kala ortalığı karıştırmaya çalışan şer odakları klasik numaralara sarılmaya başladı. Toplumu Evetçi-hayırcı diye gruplara ayırıp karşılıklı operasyon düzenlemeye çalışıyorlar. Bu iki kesim arasında kan çıkarmaya dayalı bir projeden bahsediyoruz.
Önce Müjdat Gezen sanat merkezine saldırı yapıldı, ardından gazeteci Cem Küçük’ün evine ateş açıldı. İnternette biraz araştırsanız “Evet dedi diye, tartaklandı, taciz edildi vb. ya da hayır dedi diye işinden atıldı, baskı altına alındı, dövüldü” gibi çok sayıda haberle karşılaşabilirsiniz. Bu haberlerin sadece küçük bir kısmı gerçekken diğerlerinin bir kısmı kurmaca bir kısmı ise diğer adli olayların sanki referandumda evet/hayır diyecek diye yaşandığı algısını oluşturmaktır. Nihai amaç ise belli. Referanduma kadar ülkemizin güvenlik bakımından istikrarsız bir hale getirilmesi, insanların 70’li yıllarda olduğu gibi toplumsal kamplara bölünmesi ve referandumun yapılmaması veya sonucunun geçersiz kılınması.
Peki, daha önce onlarca farklı formatını gördüğümüz tuzağa niye düşmek üzereyiz hatta kısmen düşmüş sayılırız. 70’li yıllarda aynı silahın sabah sağcıların, öğleden sonra solcuların kahvehanelerinin taranmasında kullanıldığı gerçeği klasik bir hikâye haline gelmiştir. 90’lı yıllardaki faili meçhul cinayetler veya 28 Şubat sürecindeki Fadime Şahin, Ali Kalkancı, Müslüm Gündüz gibi figürler üzerinde yapılan algı operasyonları dün gibi aklımızda. Sanki geçmişte bu acı tecrübeler hiç yaşanmamış gibi “Kutuplaşıyoruz, referandum yüzünden insanlar birbirine düşüyor, ne gerek vardı referanduma falan ne güzel gül gibi geçinip gidiyoruz” diye etrafa gülücük saçan tipler ülkedeki yaşanılan, birçoğu provokasyon kokan olayları hiç utanmadan referandum sürecine bağlayabiliyorlar. Onların terör ve yabancı istihbarat örgütleri tarafından görevlendirildikleri için böyle davranmaları normal. Normal olmayan bizim oltaya gelmek için bu kadar teşne vaziyette beklememiz.
Geçmişten ders çıkarmak dururken hemen gaza gelip, olayın aslını öğrenmeden ortalığı velveleye verip intikam yeminleri ediliyor. Sosyal medya, provokasyonun yayılması açısından bulunmaz bir nimet. Montajlanmış bir fotoğrafın eşliğinde “İşte evetçilerin ya da hayırcıların gerçek yüzü. Bunun için Evet/Hayır” gibi paylaşımlarla pekâlâ insanların akılları çelinebiliyor. Demokrasi nöbetlerinde en ön safta yer alıp daha sonra tutuklanan o kadar çok bürokrat haberi okuduk ki içinden geçtiğimiz süreçte kimin kim olduğuna karar vermek için en az iki kere düşünmek gerekiyor. Bence akıl süzgecini bir kenara bırakıp, holigan bir taraftar havasında evet veya hayır propagandası yapan herkesten uzak durulmalı. Bunların kısa süre sonra rüzgârın yönüne göre saf değiştirmeyeceklerinin bir garantisi yok.
Öte yandan bir de kendini AK Parti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan konusunda bilirkişi ilan eden tipler meydana çıkmaya başladı. Birkaç yıl öncesine kadar isimleri bile bilinmeyen parti tabanında bir karşılığı olmayan bu tipler nasıl olduysa hemen “en, öz, has, hakiki Reisçi” benim havalarına bürünüp kafasına göre önüne geleni davaya ihanetle itham etmeye başladılar. Eminim gerek Cumhurbaşkanı Erdoğan, gerekse de hükümet yetkilileri bu tiplerin kimler olduğunun farkındadır ve kısa zamanda önlem alacaklardır. Bu sözde dost görülen tiplerin saldırıları referandum sürecinde provokasyonlardan daha fazla zarar verebilir.
Referanduma giden süreçte hiçbir zaman olmadığımızdan daha fazla uyanık olmak zorundayız. 70’li, 80’li yıllarda bizzat bu oyunları kuran veya oyuna gelen insanların bir kısmı günümüzde medyada söz sahibi pozisyonunda. İçlerinde iyi niyetlilerin sayısı o kadar az ki. Birçoğu sanki bu oyunlarla ilk defa karşılaşıyormuş gibi rol kesiyor. Fakat unuttukları bir şey var. Bu millet artık uyandı, zokayı bu sefer yutmayacağız…