Başkan Erdoğan ile Putin arasında Çarşamba günü gerçekleşen Soçi Zirvesi vesilesiyle bu zirvelere yönelik bir değerlendirme yapma gereği oluşmuştur. Zirve diplomasisi, devlet ya da hükümet başkanlarının iki devlet arasındaki sorunları görüşme yoluyla çözmesine imkan sağlayacak bir mekanizma olarak tanımlanır.
İki devlet başkanı eğer bir araya gelebiliyor ve kendi aralarındaki veya üçüncü bir ülkeye dair problemi çözme iradesi ortaya koyabiliyorlarsa, aralarındaki mesafe belli bir düzeye inmiş demektir. Yani, diplomatlar ya da daha alt seviyedeki siyasiler tarafından halledilemeyen görüş ayrılıklarının bulunduğu, ancak bu ayrılıkların makul seviyede olduğu anlaşılır.
Türkiye’ye karşı oldukça soğuk duran Biden ile Erdoğan’ın Ekim ayı sonlarında görüşeceği açıklandı. Bu bile farklıların bulunduğuna delalet ederken, aynı zamanda anlaşma zemininin var olduğunu da gösterir.
Türkiye ile Rusya iki tarafın menfaatine olabilecek konularda belli seviyede diyalog şansına sahipler. İlişkileri, birbirlerine ihtiyacı olduklarını düşündükleri sürece devam edecek.
Görüşme bazı sorunların çözülmesine imkan sağlayacağı için önemli.
Ülkeler arasında farklı sorunlara dair menfaat çatışma ve çakışmaları mevcut. Suriye bu alanların başında geliyor. Türkiye 2019 yılından itibaren Suriye ve Suriyeliler konusunda politika değişikliğine gitti. Suriyelilerin ülkelerine dönmelerini istiyor. Bu konuda birtakım adımlar da attı.
İki ülke de Suriye’deki kargaşanın bitmesini istiyor, ama ikisi de aynı şekilde bitmesi taraftarı değiller. Rusya, Esed rejimi ve statükonun devamını isterken, Türkiye buna karşı. İki devlet, iki tarafı da memnun edecek bir noktada anlaşsalar, her şey bitecek.
Karadeniz ve Boğazlar iki devleti karşı karşıya getiren, fakat sorun olarak algılanmasını istemedikleri bir başka başlık. Türkiye Karadeniz’de petrol ve doğal gaz arıyor. Belli bir başarı da elde etti. Boğazlar konusunda Montrö ile getirilen düzenin sürdürülemezliği anlaşıldı, hatta Ruslar Kanal İstanbul’a ses çıkarmıyorlar.
Akdeniz’de ve Libya’da Ruslarla yine ayrı alanda mücadele veriyoruz. Türkiye, milli menfaatlerinin gerektirdiği politikalarda ısrarcı; bu durum Rusya’nın kabul edebileceği hükümler içermiyor. Henüz burada keşfedilmiş bir doğalgaz ya da petrol sahası ilan edilmedi. Edilmemesi, edilmeyeceği anlamına gelmiyor.
Kırım meselesinde Türkiye, taraf haline gelebilecek kadar konuyla ilgileniyor. Bağımsızlık ya da özerkliğini savunduğu Kırım’ın bir oldu-bitti ile Rusya tarafından ilhakına her platformda karşı çıkıyor. Bazen ileri de gidip, Ukrayna’nın tezlerini savunuyor ve sahip olduğu SİHA teknolojisini bu ülkeyle paylaşmakta bir beis görmüyor.
Orta Asya Türk Cumhuriyetleri konusunda Türkiye her geçen gün daha müdahil hale geliyor. Oyun kurucu olmak için çabalıyor.
Tam bir yıl önce Rusya, Dağlık Karabağ konusunda tarafsız gibi görünerek işgal altındaki toprakların büyük bir kısmının Azerbaycan’a geçmesine sarı ışık yaktı. Sonuçta kazanan Türkiye ve Azerbaycan oldu.
S-400’lerin satılmasından, nükleer reaktörün imaline kadar pek çok alanda Türkiye ile iyi ilişkiler içinde gibi görünüyorlar.
Rus turistlerin Türkiye’ye gelmelerine izin vermiş olmaları, Türkiye’nin farklı alanlarda sergilediği Rus menfaatleriyle uyuşmayan eylem ve söylemlerine zımni bir destek olmasa da, görmezden gelme şeklinde açıklanabilecek bir tavır biçiminde değerlendirilebilir.
Soçi Zirvesi iki ülke ilişkilerindeki sorunların çoğunun bertaraf edilmesi anlamına geliyor.
Geçtiğimiz Pazar günü yapılan seçimle koltuğunu devretmeye hazırlanan Merkel, ABD Başkanlığını bırakan Trump, hatta Fransa’nın çılgın Cumhurbaşkanı Makron bu diplomasi sayesinde belli bir noktaya getirilmişti.
Türkiyenin bu türden zirveleri iyi kullandığı söylenebilir. ‘Kazan – kazan’ stratejisi çerçevesinde kimseyi kandırmadan, kimse tarafından kandırılmaya izin vermeden menfaatlerini savunmaya çalışıyor. Böylece kazanan safta bulunup; amansız düşman görünenlere karşı kayda değer bir başarı elde edebiliyor.
Diplomasiyi biz icat etmedik, ama nimetlerinden faydalanmayı başarıyoruz. Artık sadece savaş alanında değil, masada da kazanmaya başladık.
Geleceğe güvenle bakabilmemizin yolu da galiba buradan geçiyor.