Yeni Türkiye’yi ve üstüne para verip Eski Türkiye’yi alacak arkadaşa ithafen…
İnsan çabuk unutur. Hele bu topraklar ve bu topraklardan beslenenler daha çabuk unutur her şeyi. “Dün ne yediğini unuttum” diyen insanımız aslında espri yapıyor, bir gerçeği ifşa ediyormuş. Demek istenen şudur; “daha dün yediğimiz kazıkları, ihanetleri, savaşları, barışları, iyilikleri ve kötülükleri kısaca her şeyi çarçabuk unuttum.” Benim yaşımda olanlar 60’ları ve 70’leri kitaplardan yani başkalarının gözüyle yaşamıştır ama 80 ve 90’ları çok iyi bilirler. En azından görünen kısımları…
Sık sık hatırlatmak gerekiyor sanıyorum o günleri. Çünkü bugünleri o günlerle değiştirmeye niyetli arkadaşlar var.
Tek katlı karakolun penceresinden atlayarak ölüme yürünen günleri; sabah evinden alınıp bir daha kendinden haber alınamayan insanların yaşadığı bir ülkeyi; belli başlı bölgelerde kümeleşmiş fail-i meçhul cinayet merkezlerini; arkasını arayamadığın, sorgulayamadığın kolluk güçleri dayaklarını, işkencelerini; hiçbir şeyini sorgulayamadığınız Genel Kurmay Başkanlığını; neredeyse bütün siyasi cinayetleri kimsenin ismini cismini bilmediği İslamcı Örgütlere yamamaya çalışan gazete manşetlerini, ilgisizlikten, bilgisizlikten, umursamazlıktan, pislikten, uzun sıralardan, ilaçsızlıktan öldüren Hastane cinayetlerini; odalarında farelerin cirit attığı, tek yatağında üç kişinin yattığı SSK’yı; Emniyetçi, Mitçi, Siyasetçi ve Kırmızı bültenle aranan tetikçinin aynı kazada öldüğü yolları; Bir sınıfta 70 kişinin okuduğu okullları, yüzde 80-100 enflasyonları, Malı durduğu yerde her gün para kazanan esnafları, malı bile olmadığı halde sadece sömüren bir faizle zenginliklerine zenginlik katanları; Kimin, neden, nasıl şehit ettiğini bilemediğimiz Mehmetçikleri, sıfırları yüzünden üstündeki yazılar ve resimler okunamayan banknotları; Değil duble, asfaltı bile olmayan yolları, elektriği bile olmayan köyleri; Bırakın tatil yapmak karnını bile doyuramayan memurları; Değil teknolojiyi takip etmek insanca bile yaşayamayan çiftçileri, birikim yapmak şöyle dursun günü bile kurtaramayan esnafları; bilgi üretmek yerine geleceğinden şüphe ile yaşayan öğrencileri; yurtdışına gitmeyi planlamak şöyle dursun hayalini bile kuramayan üniversitelileri, okullarına alınmayan başörtülüleri, tek sesli eğitim sistemini, hiçbir şekilde kontrol edilmeyerek yapılan binalarda şehit düşen depremzedeleri, Başbakana fırlatılan yazar kasayı, Cumhurbaşkanına fırlatılan anayasa kitapçığını, parti başkanlarına kumar masalarında atılan yumrukları; Namuslu insanlara atılan iftiraları, namussuzlara verilen plaketleri; Dünyanın her yerindeki sebepsiz, saygınsız, sonuçsuz, ezik dış politikayı,(ki bunda asla Ecevit’in, ABD Başkanının karşısındaki duruşunu kastetmiyorum) dünyanın her yerinde ezilen vatandaşımızı, sahipsiz vatan toprağını, yarım kalmış projeleri, hatta sadece proje aşamasına geçememiş düşünceleri, hayalleri; Hiç ilgilenilmemiş şehirleri, kimsenin uğramadığı kasabaları, varlığından bi- haber yaşanan köyleri; anti-demokratik, kendinden başka sese ve soluğa tahammül bile edemeyen siyasi konjonktürü; kılınamayan namazları, tutulamayan oruçları, vs. vs. vs. ÖZLEYENLER VARMIŞ! (bu mesele uzayacak)
“Şanlı bir geçmişe kanatlanma” arzusunu yanlış anlayanlar oldu sanırım. Bu cümledeki “şan” bir sanatçının ismi değil. Bir sıfat. Ve o zamanın durumunu anlatıyor. Öyle bir zamanki sizin de yanınızdaki arkadaşınıza fikirlerinizi anlatmaya çalışırken ya da evinize maklube yemeye çağıracağınızda “başıma ya da harekete bir zarar gelir mi? diye tir tir titrediğiniz” günler değil. Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en güçlü Hükümetine karşı akıl almaz bir savaş verdiğiniz ve akıl almaz şekilde sesinizi yükseltebildiğiniz bu günler ise hiç değil.