Geçenlerde, bir ikindi üzeri eski bir dostla buluştuk. Bir parktaki güzel bir kafeteryaya gidip oturduk ve kahvelerimizi yudumlayarak derin bir sohbete daldık.
Lüks cipiyle oraya giderken son zamanlarda yaşamış olduğumuz sokak olaylarından söz ederken CHP’ye oy veren bir kimsenin Müslüman sayılamayacağını iddia etmiş, ben de kibarca bunun doğru olmadığını, çünkü dinin bütün siyasal görüşlerin üstünde olduğunu ve parti tercihinin doğrudan doğruya dinden bir rükün olduğu kanısında olmadığımı söylemiştim.
Her neyse… Kafeye gidip oturduktan sonra pek çok zaman olduğu gibi konu dönüp dolaşıp İslam’a gelmiş, sevgili dostum bilinçli ve nitelikli her kardeşimiz gibi derinlemesine İslamî tahliller ve saptamalar yapmak suretiyle engin bilgisini göstermişti.
Derken güneş batıp alaca karanlık gökleri kapladığında akşam ezanı okundu. Müslümanlar ezan okunup vakit ilerleyince namazı kaçırma olasılığından tedirgin olurlar. Ben de sırf bu nedenle rahatsızlık duymaya, dolayısıyla sohbetten yavaş yavaş kopmaya başlamıştım. Bir süre sonra biraz toparlanarak namaz kılmak için kendisinden izin istedim. Sağ olsun, garsonu çağırıp namaz için uygun bir yerlerinin olup olmadığını sorarak bana yardımcı oldu. Garson da mescitlerinin olmadığını, ancak yardım edebileceğini belirterek kendisini izlememi söyledi ve ibadetimi yapabilmem için kafenin sağ camekânın hemen dışına bir seccade serdi. Orası, açık bir alandı. Beş altı metre kadar arka tarafımda ağaçların altındaki bir bankta oturan birilerinin seslerini kabaca duyabiliyordum. Arada bir, yanımda birileri geçiyordu. Hatta onlardan birinin beni görünce şaşırarak:
“Aman!” dediğini, hemen ardından da “Allah kabul etsin!” diye eklediğini duydum.
Namazı bitirdikten sonra, tekrar dostumun yanına döndüm. Sohbetimize kaldığımız yerden geri dönmüştük. Arkadaşım İslam’dan söz etmeye devam etti. Konuştu, konuştu, konuştu…
Nihayet yatsı ezanı okunmaya başladı… İslamcı dostum hala İslam’dan söz ediyordu…