YÖK’ün kurulduğu 1982 yılından itibaren Türkiye, yükseköğretim reformunu tartışmaktadır.
Yükseköğretim sistemimiz 2000’li yıllarda gençliği kontrol ve vesayetin aparatı olmak dışında işlevi olmayan tükenmiş bir yapı idi. Hem nitelik hem de erişim sorunu yaşamakta idi. 2003 yılında AK Parti iktidarı ile birlikte bu tartışmalar yoğunlaştı. 28 Şubatın travmasını yaşayan AK Parti nitelik sorununa odaklanma yerine, yükseköğretime erişim problemini çözmeyi önceledi. Doğru bir tercihti ve % 20’ler seviyesindeki yükseköğretime erişimi 10 yılda % 45’ler seviyesine ulaştırdı.
Az sayıda seçkin zümrenin yararlandığı elitist yükseköğretim hizmeti, bugün isteyen herkesin erişebildiği kamu hizmetine dönüşmüştür. Bugün Türkiye, isteyen her yurttaşına yükseköğretim hizmeti verebiliyor.
2003 yılında 53 devlet üniversitesi varken bugün 132 devlet üniversitemiz var.
1982’de 150 Bin üniversite öğrencimiz varken, bugün açıköğretim dahil 9 milyona yakın öğrencimiz var.
1982’de 15-16 Bin akademisyenimiz var iken bugün 190 Bin akademisyenimiz var.
Sayılar destansı bir başarıya işaret ediyor. Peki nitelik!...
İlk tespitimiz, yükseköğretimin niteliğine dair tartışmaların veri temelli olmadığına dairdir. Çoğu zaman algıların olgulara hakim olduğu bir düzlemde tartışılmaktadır.
Yükseköğretimin nitelik göstergelerinde on yıllardır 20'li sıralardayız. Ekonomi büyüklüğümüzün 17-20 olduğunu düşündüğümüzde akademimizin dünya ligindeki yerinin makul olduğu söylenebilir.
Son 30 yılda akademisyenlerimizin yayın performanslarında da bir düşüş bulunmamaktadır.
Altı çizilmesi gereken nokta;
Yükseköğretime ulaşılabilirlik noktasında destansı bir başarıya imza atan, her bir göstergede Dünya ortalamalarından daha iyi durumdaki Türkiye, yükseköğretimin niteliği noktasında benzer bir başarıya neden imza atamamaktadır?
Yükseköğretime erişimde destansı bir başarıya imza atan Türkiye, yükseköğretimin niteliği noktasında da benzer bir başarıya imza atabilir.
Cumhurbaşkanımızın ‘YÖK’ün teşkilat yapısı reforme edilecektir. Yeni Türkiye Yüzyılı yükseköğretim dahil her alanda hayat bulacaktır.’ açıklamasını bu çerçevede okumak gerekir.
Bu reform 14 Mayıs sonrası ‘bismillah’ diyeceğimiz Türkiye Yüzyılında gerçekleşecek, inşAllah…
Bu amaçla;
Toplumun en muhafazakar kesimini oluşturan üniversitelerimizin ve bunun çatı örgütü YÖK’ün iç dinamikleri ile böylesi kapsamlı bir reformu başaramayacağı açıktır. Ancak yine de yükseköğretimin çatı kuruluşu YÖK’ün ortak aklı arayan bir bakış açısı, tüm paydaşlara alan açarak 2547 Sayılı Kanunu tartışmaya açması ve siyasi iradeye rehberlik etmesi mümkündür. Bu süreç katılımcı bir anlayışla kurgulanmalı, en aykırı düşüncenin bile kendisini ifade etmesine imkan verilmelidir. Bu çerçevede her bir üniversitede tüm toplumsal kesimlerin ve alan STK’larının katılımı ile bölgesel çalıştaylar düzenlenmelidir. Çalıştay raporları, Yükseköğretim Vizyon Metnine kaynaklık etmelidir.
Tabi bu süreçte siyasi iradenin karar vermesi gereken en öncelikli husus Yükseköğretim sisteminin kim tarafından ve hangi örgütsel modelle yönetileceği sorunudur. Halen koordinatör çatı yapı olarak kurgulanmış ancak koordinasyon boyutunu çoktan aşmış Yükseköğretim Kurulu’nun Türk yükseköğretim sistemini yönetme kapasitesinin olmadığı defaatle test edilmiştir. Yükseköğretim sistemimizin bakanlık yapısı üzerinden yönetilmesi tartışılmalıdır. Üniversitelerimiz ile bilim üreten TUBİTAK, Uzay Ajansı, Atom Ajansı gibi kuruluşların Yükseköğretim Bakanlığının ana hizmet birimlerini oluşturması düşünülebilir. Yükseköğretim Kurulu ise genel kamu yönetiminde örneklerini çokça gördüğümüz Regülatör Yapı (EPDK, RTÜK, vb.) olarak kurgulanmalıdır. Standart belirleyen ve bu standartları denetleyen bir kurul olarak işlev görmelidir.
Tematik üniversiteyi, araştırma üniversitesini, istihdam odaklı üniversiteyi, öğretim programlarını, üniversite-sanayi işbirliğini, üniversite yönetimini, üniversite gençliğine dair değerlendirmelerimizi sizlerle defaatle paylaştık, tekrar tekrar da paylaşacağız.
İlerde detaylandıracağım bir hususu kamuoyunun tartışmasına açmak istiyorum;
Yükseköğretimin insan kaynaklarını daha nitelikli hale getirecek olan Yükseköğretim Hizmetleri sınıfının ihdasına dair…
1964 yılında çıkan, artık yeniden yazıma muhtaç hale gelen 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 36. Maddesi’nde bir düzenleme yapılarak sağlık hizmetleri sınıfı, eğitim hizmetleri sınıfı, din hizmetleri sınıfı, avukatlık hizmetleri sınıfı gibi hizmet sınıflarının yanına 13. Hizmet sınıfı olarak yükseköğretimde çalışan akademik ve idari personelin mensubu olduğu mesleğe giriş dahil olmak üzere yetiştirme ve yükselme sistematiğinin özel mevzuatla düzenlendiği Yükseköğretim Hizmetleri sınıfının ihdasıdır.
Sonraki yazılarımızda bu boyutu detaylandıracağım…