Yorgun İnsanlar Memleketi

Gökhan Darılmaz

Bayram tatilini bitirdik. Gözler yirmi dokuz ekimde…

Salı gününe rastlıyor ya, şimdiden tatil planı yapanlar var.

Nasıl yeni bir program içine girilmesin ki…

Hele ki hafta sonu tatili olan kurumlar daha bir heyecanlı.

Pazartesi içinde izin alındı mı, dört gün tatil demek…

Bu denli sık tatillerin ard arda gelmesi her zaman olduğu gibi bir tartışmayı da beraberinde getiriyor.

Biz niye bu kadar çok tatil yapıyoruz.

Karşıdan bakınca konu kolay gözükse de aslında tartışması da, konuşması da oldukça tehlikeli.

Neden derseniz, eğer dini bayramlardaki tatilleri eleştirirseniz İslam düşmanı, milli bayramlardaki tatilleri sorgularsanız vatan haini diye yaftalanıyorsunuz.

Kimi milli bayramların stadyumlarda kutlanmasının kaldırılması üzerine bir kısım kıyameti koparmışken, böylesi tartışmalara girmek gerçekten yürek ister.

Andımız süreci bile neredeyse vatan elden gidiyor gümbürtüsüyle tartışılırken bayramlara ve tatillere objektif yaklaşmak ve hakkında konuşmak ancak uzun yıllar sonra mümkün gibi.

Fakat bir parça cesaret diyerek, tüm tepkileri göze alarak doğruya doğru, yanlışa yanlış demek gerekmez mi?

İnsanların nazarındaki tabuları yıkmak, gelenekselleşen ama ne inançla nede milli değerlerle bağdaşmayan davranışlardan artık kurtulsak olmaz mı?.

İnancın kalple ve samimi imanla, vatanseverliğin ise ülkesi için çalışarak ve bir şeyler üreterek gerçekleşeceğini ne zaman fark edeceğiz.

Lafla peynir gemisi yürümez hesabı , yalnızca kısır tartışmalardan ve gereksiz gündemlerden kurtulmakta niye bu kadar zorlanıyoruz?.

Açıkçası ne olduğumuzu idrak etmeden nasıl davranmamız gerektiğini tahlil edemeyiz. Yönelttiğim sorulara cevap aradığımız gün çözüm yolunda da önemli adımlar atmış olacağız.

 Milli ve dini bayramlarla kutlanan tatiller ve sürelerinin ne kadar gerekli olduğu, başka ülkelerde bu günlerin sayısı, ülkemize uğrattığı kayıp bir taraf bence asıl tartışılması gereken konu çalışmayı ne kadar sevip sevmediğimizdir.

 İsterseniz hiç tatil kullandırmayın, devamlı çalıştırın, eğer kişi işini sevmiyorsa verim almanız mümkün değildir.

Bürokrasinin varlığını devam ettirdiği (çok şükür ki geçmiş yıllara göre daha da azaldı) iş ortamlarında, yükü birbirine atmaya çalışan kişiler olduğu müddetçe tatiller uzun olsa neye yarar kısa olsa neye…

Özel sektörde bu anlattıklarım kurumların büyük bir çoğunluğunda mümkün değil. Hele ki rekabetin bu denli arttığı günümüzde patronların çalışmayı sevmeyen elemanlara tahammülü yok.

Fakat kamu da hele ki bazı kurumlarda aktardıklarımın yaşandığını görmekteyiz.

Eski memurlar için yapacak bir şey yok.

Emekliliklerinin kendilerine ve ülkesine yarar sağladığını ikna etmeye çalışmaktan başka.

Fakat yeni nesli, hele ki eğitimli gençliğimizi çalışmaya kanalize etmeliyiz.

Üretmeyi, hizmet etmeyi, tembel olmamayı, kazandığını son kuruşuna kadar helal ettirmek için didinmeyi öğretmeliyiz.

Kolay yoldan para kazanmanın, popüler kültürün sunduğu meşhur olma yollarının, tembelliğin ve işinde hileye başvurmanın insanı felakete sürükleyeceğini anlatmalıyız.

Eğer toplumun genelinde hele ki orta yaşta ve genç nüfusta bu zihniyeti samimiyetle oluşturmuşsak tatil kavramını sorgulamamıza bile gerek kalmaz.

Aktardıklarım okurken bile ne kadar hoş gözüküyor değil mi?. Hemen hemen herkes bu konularda benimle hemfikir.

Düşüncede birleşsekte davranışta ayrılıyoruz.

Bazı hallerde ise tam tersi davranış sergileyenler çoğunlukta.

Hele ki bazı manzaraları gördükçe yorgun insanlar memleketiyiz diyorum.

İşten kaytarıp mesai içinde saatleri sayan, ruhu ve bedeni tembelliği karamsarlığın ve mutsuzluğun etkisiyle uyuşmuş umutlu olmaya sırtını çevirmiş adeta mızmız çocuklar gibi davranan bir millet görüyorum.

Memuru, işçisi, emeklisi, öğrencisi, çiftçisi kısacası her kesimin önemli bir kısmında ağır bir miskinlik var.

Yalnızca bu kadarla kalsa iyi. Tıpkı Sovyet Rusya döneminde halkın devletin ağır yaptırımlarından intikam almak için yaptığı gibi bizde de halk devlet malını hor kullanıyor, önemsemiyor.

Kamuya ait yapıları kendi eşyasından, kendi malından aziz bilmeyen ve zarar verince alacağı mesuliyeti düşünmeyen bilinçsiz bir halktan başta türlü davranmakta beklenemez ki.

Genel halk tablomuzu sorgulayan, üzülen ve çözüm üretmek isteyenlere ise Grigory  Petrov’un Beyaz Zambaklar Ülkesinde isimli eserini önermek istiyorum. Kitap milletçe uyanmanın nasıl gerçekleşeceğini akıcı ve en önemlisi akılcı bir şekilde aktarmış.

Rus yazar bugün Dünya’nın en modern ülkelerinden birisi olan Finlandiya’yı 1920’li yıllardan itibaren değerlendirerek, cahil, fakir ve birçok imkânları kısıtlı bir ulusun yeniden dirilişini, “Nerden nereye gelinmiş” dedirten ve hayran bıraktıran bir yükselişi paylaşmış.

Finlandiyalılar yeryüzünün en değerli mahlukatı insanoğlunun olduğunun farkına varmışlar ve daha iyi bir hayat için mücadele etmişler. Bu düşünce tarzı İslam inancına yakın olmasına rağmen biz Müslümanlar neden böyle yaşamıyor , neden böyle davranmıyoruz acaba?.

Karar vermek başarmanın yarısı derler ya. Biz önce en iyiyi, en güzeli hak ettiğimizi düşünelim

İnanıyorum ki bu ölçüde davranış biçimi zamanla oluşturulacaktır.

Hayırlı İşlerinizde Başarılar Diliyorum.