Yol

Hakan Bahçeci

             Kendine dair bir yolda olduğunu unutma! Yolun, seni götüreceği yere sen karar veremezsin ama yolun sonunda ne ile karşılaşacağına sebep sen olacaksın. Yolcu gibi davranmak gerektiğini şu kalbine anlat hele, idrakine vardır yolcunun yola ram olması lazım geldiğini.

            Geriye dönüp bakabilirsin, nedamet duymak, ah vah edip şikâyette bulunmak da mümkün senin için önceki adımını sitayişle hatırlamak da. Lakin bir tek adım bile geriye dönemeyeceğini unutma. Attığın adımların hesabını verebilecek kadar sağlam basmayı istiyor olmalısın, bundan sebep geriye dönmek ihtimalini unutup geriye dönmeyi düşünmeyecek kadar güçlü ve kararlı atmalısın adımlarını.

            Yola çıkmamış olmak gibi bir ihtimal ve seçenek hiç olmadı. İnsanın kalbine anlatamadığı şey bu olsa gerek. Geriye dönebilmenin yeni bir başlangıç olacağını zannetme aziz dost, yine aynı yolu yürümek durumunda kalacaktın. Bu yüzden, yolda kalmaya yolun sonunu beklemeye başlaman en doğrusu olacaktır.

            “Yolun yürüdüğün kısmını unut” demek değil niyetim. Bilakis, her adımının sende bıraktığı bir iz olmalı. Sakın yorulduğundan dem vurup sızlanma. Adım atmaya mecalin kalmadığını hissedebilirsin ama bu hissin vehimden ibaret olduğunu sen de biliyorsun. Gücümüz yitip, düştüğümüz zaman değil, bizim için yol bittiğinde yürümeyi bırakabiliriz. Bu nedenle düşüp kalmak değil bizi yıkan şey gücümüzün bittiğini sanmak.

            Yola çıktığın andan itibaren misafirsin bu yolda. Senin yolunda kimse yok, ne önünde ne arkanda… Oysa yalnız değilsin ve hatta çok kalabalık bir âlemin tam orta yerindesin. Yürüdüğün bizzat kendi yolun, bu yolun kimin yoluna ram ve kimin yoluna dek geldiğini gözetle her daim. Yolunda yalnızsın ama yolun, çokça yolların arasında, zor ve çetin.

            Ne çok geçti değil mi yola düştüğünden beri? Kimi zaman geliyor yolun zorluğundan ve uzun oluşundan bahis açıp duruyor kimi zaman bunca yolu ne ara yürüdüğüne şaşalıyorsun. Oysa yol dediğin ne çok uzun ve ne çok kısa, olduğu ve olması gerektiği kadar işte… “Zaman” diyorsun, “ne çabuk akıp geçti, yoruldu” diyorsun ayakların, yarına bakmayı bilemeden ve daha ne kadar yorulacağını hesap etmeden.

            Göçüp giden bir yolcu misali olmalı diyor erenlerden bazıları. “yolcu misali” değil diyor Paşam, bizzat “yolcu” olmalı. Sırtımızda eski püskü bir ceket belki, heybemizde bir dilim ekmek, katık yerine dualarımız, yara bere içinde ayaklarımız…

Derler ki gencin biri uzunca yoldan sonra, bir tanıdığın evine misafir olmuş. Evde kırık dökük bir iki eşyadan başka bir şey yok. Merakını gizleyemeyen genç, ev sahibine sormuş, “nerede mobilyaların, yatağın, eşyaların” diye. Ev sahibi de aynı soruyla karşılık vermiş, “senin eşyaların nerede” diye. Genç şaşkınlıkla “ama ben yolcuyum” demiş. Ev sahibi de aynı kararlı halde “Ben de yolcuyum” diye cevap vermiş.

            Yolun bir gül bahçesine uğraması da mümkün, taş döşeli bir mayın tarlasına da… Yolun yürüneceğinden şüphemiz yok. Yolda kalmış olanlar da gelecek karşımıza uçarcasına mesafe alanlar da geçip gidecek yanımızdan.

            Yolda kalmaya karar vermeli önce. Gerekirse kavga gerekirse direniş, gerektiğin de bir çocuk gibi munis bir ermiş gibi yumuşak kalbin sahibi olabilmeyi öğrenerek ve talim ederek geçecek bu yolculuk. Yoldan şikâyet etmek değil yolda kalmaya niyet etmeli önce, yolun nasıl yürüneceğinden değil yolun sonundan ümitli olmalı Paşam.