İslam dünyasının kadim sorunlarından birisi hala yoksulluk olmaya devam ediyor. İç çatışmalar ve savaşlar nedeniyle binlerce insan evsiz-barksız kaldı, yurdunu ve yuvasını terk etti. Binlercesi şehit ve yaralı. Hala Ege ve Ak denizde köhne botlarla Yunanistan üzerinden Batı’ya geçmeye çalışırken binlerce Müslüman derin suların dibini boyluyor. Kardeşlerimizin cesetleri sahillerimize vuruyor.
Geride yüzlerce, binlerce yetim ve öksüz çocuk kalmakta, kimileri açlık ve bulaşıcı hastalıklarla boğuşmakta, kimileri de organ mafyalarının eline düşmektedir. Her gün televizyon ekranlarında bir deri bir kemik kalmış çocuklarımızın korkunç siluetlerini izlemekteyiz. Bu durum yıllardır yürek burkmaya devam ediyor. Kaldı ki, çadır kentlerde ya da barakalarda yaşayan bu çocukların eğitimden mahrum yetişmeleri bir büyük felaketin de habercisi. Çünkü cehaletin kuşattığı beyinler ileride telafisi güç sorunların yaşanmasına sebep olacaktır. Emperyalistlerin istediği de budur, zaten.
Doğaldır ki, yapılacak olan sadece bu çocukların karınlarını doyurmak değil. Yine de sağ olsunlar, sınırlı imkânlarla yardım elini uzatan yardım kuruluşlarımız var ama yeterli değil. Bu çocuklarımızın karınlarıyla birlikte beyinlerini ve yüreklerini de doyurmak gerekir. Yetimler, ümmetin emanetleridir. Onun için Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de yetimi itip-kakan, yoksulları doyurmayan ve doyurmak isteyenlere de engel çıkaranların dini yalanladıklarından bahsetmektedir. İlahi iradenin bu uyarılarına rağmen İslam dünyasında fazla bir şey değişmemektedir.
İslam dünyasında keskin sınıflar oluşmaktadır. Bir yerde umursamaz şekilde yetimi-yoksulu düşünmeyen, benim karnım tok başkaları bana ne diyen ve günü gün eden varsıllar, diğer tarafta “komşusu açken tok yatan bizden değildir’” sözünü rehber edinerek biçarelere kol-kanat germek için ekmeğini bölüşen dar gelirliler. Allah’a hamd edelim ki, kalbi sökülmüş bu dünyada hala iyiliksever insanlarımız var. Yeterli mi? Elbette değil. Kurumların ve devlet organizasyonlarının bu işe el atması lazım. Bunun başında İslam İşbirliği Teşkilatı ve zengin İslam ülkeleri geliyor.
Hz. Peygamber’den gelen bir rivayette: “Fakirlik insanı küfre yaklaştıra yazdı” buyrulur. Ünlü yazar Wiktor Hugo da; “aç insan, inançlarını yer” der. Fakirlik ve işsizliğin dibe vurduğu ülkelerde bir takım sosyal problemler ortaya çıkmaktadır. Alım gücü düşen ailelerde boşanmalar artmakta, aile kurumu büyük yara almaktadır. Beraberinde ahlaki yozlaşma gürül gürül gelmektedir. Allah korusun, bataklığa dönecek olan toplum yapısının buradan çıkması güç olur. Debelendikçe çamura batmaya devam eder. Bu sebeple yoksulluğun asgari düzeye indirilmesi için üretime dönük yatırımlar yapılmalıdır. Ayrıca sosyal devlet anlayışına bağlı olarak sosyal adalet hakkaniyet ölçülerinde tüm toplum kesimlerine yansıtılmalıdır. Erdem, alan el olmakta değil, veren el olmaktadır. Geçici pansuman da olsa merhamet ve bereket ayı Ramazanı bir fırsat bilerek fakirlerin durumunu düzeltmeye ve iyileştirmeye yönelik tedbirler süratle alınmalıdır. Zekât, fıtır sadakası, karz-ı hasen, infak, nafaka, sadaka, keffâretler gibi mali yardımlarla yoksullara dönük dinî-mali sorumluluklarımız yerine getirilmelidir.
Ne mutlu paylaşma ahlakını bir yaşam tarzı haline getirenlere!..