Ramazan ayının ilk haftasını geride bıraktık. Ne kadar farkındayız, ne derece yaşayabiliyoruz tartışılır. Korona günlerinde ağzımızda hep kekremsi bir tat var. İftar daveti yok, teravih yok, toplu iftarlarda mahalleli ile bir araya gelmek yok, steril bir hayat ayağına komşular arasında kokmuştur diye yapılan yemekten paylaşmak yok, çoğu mahallede davulcu bile yok, daha bunun gibi sıralayabileceğimiz onlarca yokun arasında Ramazanı var etmek çabamız takdire şayan…
Ramazan ayında kendi muhasebemizi yapıp, hayatımıza çekidüzen vermeye çalışmak, ibadetleri artırmak, gündelik hayatın saçma rutinlerinden uzaklaşabilmek gerekir. Uzaklaşabiliyor muyuz derseniz en azından kendi adıma nerede diyebilirim. İtikâfa girmenin kıymeti günümüzde daha da arttı. Diğer türlüsü her açıdan bir kuşatmanın altında yaşamaya çalışıyoruz. Bildirimler, haber bombardımanları, sosyal medya çöplüğünde bugün daha nasıl rezil olabilirim çabaları… Oruç tutuyoruz, sabahtan akşama, hatta sahurda bile bununla ilgili sosyal medyada paylaşımlar peşindeyiz. Yediğimizin, içtiğimizin hatta yaptığımız ibadetin bile görünür olması için özel bir çaba sarf ediyoruz.
İyi şeylerde olmuyor mu, elbette oluyor. Zaten o iyiliklerin sayesinde bu dünya ayakta duruyor. Belediyeler başta olmak üzere vakıf ve dernekler ihtiyaç sahiplerine yemeğin yanı sıra erzak yardımları yapıyor. İnsanlar marketten bir yerine iki alıp çevresindeki muhtaçlara veriyor. Çok şükür bu kadarını bari yapabiliyoruz. Millet aç aç lakırdısının boş olduğunu, asıl aç olanların milleti yemeye doymayanlar olduğunu şu mübarek günlerde bir kez daha anlıyoruz. Onların açlıktan kastettikleri şey başka. Herkes daha iyi bir hayat yaşamak ister. Asgari ücretli emin olun altı bin lira maaş alsa birkaç ay sonra o da yetmez. Çünkü gelire göre ihtiyaçta artmakta, işte buna kapitalizm diyoruz. Yılmaz Erdoğan’ın Neşeli Hayat filminde canlandırdığı Rıza Şenyurt karakterinin dediği gibi gözünü yukarı dikince aşağıda daralıyor insan.
Helal değil, kolay yoldan para kazanmanın derdine düştük. Korona da bu duruma tüy dikti. Borsaya giren yeni küçük hissedarlar, bitcoin vb. dijital paralara olan ilgi falan hep kısa yoldan para kazanma hırsı. Günümüz dünyası insana kazan diyor, önemli olan kazanmak, nasıl kazanırsan kazan… Çocuklarımızın, gençlerin hali ortadayken, onlara ulaşacağız diye komik duruma düşen ekran hocalarının hali daha vahim. Sırf gençler üzülmesin diye açık, tartışma bile götürmeyecek düzeydeki günahlara, haramlara haram, günah dememek için top çevirenler var. Gençlerimiz aman üzülmesin, gerçek hayatla tanışmasınlar onları pamuklara sarıp sarmalayalım da nereye kadar? Bu sadece Z kuşağı muhabbeti değil. Her kuşakta sıkıntı vardı, bunlarınki biraz daha görünür oldu. İnternet, sosyal mecralar imtihanları büyük. Aileler bunun ne derece farkında tartışılır. Çocuğunla aynı dili konuşmak onun seviyesine inmek, onu taklit etmeye çalışmak değil ki.
Ülkemizi eleştirirken hep eli daha da yükseltiyoruz. Özellikle gençlerimiz bu ülkede yaşanılmaz diye başlayıp, dünyanın en mutlu ülkeleri arasında son sıralarda yer almamızı da sözde bilimsel referans olarak gösteriyorlar. Anlamadıkları şu ki biz bu dünyaya mutlu olmaya gelmedik. Bu dünyada geçiciyiz, iyi bir şekilde heybemizi doldurup ahiret yurduna göçeceğiz. Diğer yandan bencillikler üzerinden elde edilecek mutluluğa da karşıyız. Geçtiğimiz hafta dünyanın en mutlu ülkeleri arasında gösterilen Danimarka, kanda pıhtılaşmaya yol açtığından ölümlere sebep olan Astra Zeneca markalı korona aşısının ellerinde kalan kısmını kullanmayıp yoksul ülkelere bağışlama kararı aldı. Yani pıhtılaşmadan öleceklerse de yoksullar ölsün diyorlar. Aynı ülke Suriyeli mültecilerin ziynet eşyalarına zamanında el koymuştu. Böyle mutluluk bizden uzak olsun(!)
Yarının ne olacağının belli olmadığı günlerden geçiyoruz. Şimdiden Ramazan bayramında milleti evinde nasıl hapis ederiz diye hesap yapan sözde bilim adamları var. Tam kapanma, şöyle kapanma, böyle kapanma derken, her türlü değerimizi, örf ve adetlerimizi alenileştirdiler. Sözde her şey bizim için. Virüsün ne zaman biteceğine de emin olun onlar karar verecek, biz de kafesteki kobay fareler gibi beklemeye devam edeceğiz.