YÖK VE ÜNİVERSİTELER

Prof. Dr. Önder Kutlu

Cumhurbaşkanı Erdoğan görevini devraldığı gün bu köşede yeni dönemin en önemli meselelerini ve gündemini sıralamıştım. Öncelikle HSYK meselesinin halledileceğini sonra da 12 Eylül döneminde getirilen vesayetçi kurum ve anlayışların tasfiye edileceğini söylemiştim. HSYK seçimlerinden sonra, şimdi sıranın vesayet kurumlarına geldiğini rahatlıkla söyleyebilirim. Geçtiğimiz hafta, tam da YÖK’ün kuruluş günü olan 6 Kasım’da YÖK Başkanı Gökhan Çetinsaya görevinden alındı.

Bunun sembolik öneminin bulunduğunu düşünüyorum. Söylenmek istenen şey şudur: Atanacak olan yeni Başkan yeni bir YÖK inşa edecek; eski ilişki ve alışkanlıkları temizleyecek. Yani yeni dönem, Yeni Türkiye yolunda ‘restorasyon’ dönemi olacak.  Cumhurbaşkanımızın YÖK’ten ve üniversitelerden hoşnut olmadığını biliyorduk. Haksız da sayılmazdı doğrusu. YÖK, Ak Parti döneminde kayda değer bir dönüşüm sağlayamadı. 2008 – 2010 yıllarında bir görev dolayısıyla YÖK’te çalışmalar yürüten bir akademisyen olarak yakinen biliyorum. ‘YÖK cephesinde’ değişen bir şey yok.

Zamanlama, yani ‘6 Kasım’ konusuna gelince; Cumhurbaşkanı bu tür sembollerin önemine inanır, çünkü siyaset çoğu zaman semboller üzerinden yürütülür. Sembollerden yararlanmanın esprisi şudur: Her şeyi açıkça ve tüm çıplaklığıyla ifade etmeden, ama muhataplarının anlayacağı dille ve ince detaylarla meramını anlatmak. ‘İnce’ siyaset, yönetimde ‘usta’lık bunu gerektirir. Kırmadan, dökmeden, ilgisiz kesimleri rahatsız etmeden ama mesajı kamusal kanallarla ilgililerine ulaştırmak. ‘Kaba’ siyaset, yani bağırma, çağırma, hakaret, tehdit gibi yöntemler ‘iş bilmeyen’ insanların, acemi siyasetçilerin yani ‘çırakların’ kullanacağı bir yol.

Peki, yeni başkan ve yeni YÖK nasıl olacak? Cevap basit: Yeni Türkiye neyi gerektiriyorsa öyle. Halka inanan ve güvenen, şeffaf, risk alan, kararlı, istişareye ve katılıma duyarlı, yetkiyi paylaşan, iletişime önem veren ve her şeyden önce koltuktan değer almayan ama ona ‘değer’ katan. Sadece başkan değil YÖK üyeleri de bu özellikleri haiz olmak zorunda. Hatta Denetleme Kurulu üyeleri, danışmanlar ve YÖK bürokratları da. ‘İyi niyet’ yeterli değil. Sonra, insanların ‘iyi’ niyetli olduklarını da bilmiyoruz. Bilmek zorunda da değiliz. Değerlendirmelerimizi yaparken, ‘niyete’ değil, icraata bakarız.

Üniversiteler farklı mı? TÜBİTAK farklı mı? TÜBA farklı mı? Değil, elbette. Şimdi sıra oralara da geldi. Türkiye’de değişim yukarıdan aşağıya doğru oluyor. YÖK değişmeden üniversitelere, üniversiteler değişmeden fakültelere ve enstitülere, onlar da değişmeden öğretim üyelerine ve görevlilerine değişim sirayet etmiyor. YÖK rektörleri, rektörler dekan ve müdürleri, onlar da üniversitelerde istihdam edilecek kişileri belirliyorlar da ondan.

Rektörlük seçimleri, ‘dostlar alışverişte görsün’ mesabesinde. Öğretim üyeleri gruplandırılıyor, sınıflandırılıyor ve ayrıştırılıyorlar. Seçim sonuçları bir önceki rektörün ve YÖK’ün politika ve girişimleriyle ‘belirleniyor’. YÖK rektörlere kadro veriyor. Rektörler bu kadroları kendisine veya işaret edeceği şahıslara oy verecek kişilere tahsis ediyor. Sonuçta seçim var; adaylar var; propaganda var ama ‘demokrasi’ yok. YÖK önüne gelen adayların içinden üç tanesini Cumhurbaşkanına öneriyor. Önerirken de muhtemelen bir takım bilgilendirmeler ve yönlendirmeler yapmaktan geri durmuyor.

Türkiye’deki 183 üniversite içinde kaç tanesinin ‘paralel’ yapılanma içinde olduğunu bilmiyoruz. Ama bildiğimiz bir şey varsa, üniversitelerin paralel yapılanma açısından çok önemli olduğu hususu. Özerk yapılanmaları, esnek personel alımı ve harcama yetkileri, kullandıkları muazzam bütçeler ve toplumu yönlendirmede ve paralel bürokrasiye eleman devşirmedeki avantajları nedeniyle üniversiteler olmadan paralel devlet ol(a)maz.

Yeni Türkiye’de paralelle ilişkisi olanlara yer yok. Devlet ve kamu gücü ‘paraleli’ kabul edemez. Bir şeyin normali, görevdeki, icranın başındaki varken, paraleline tabii ki izin verilemez. Yoksa, üniversite imamı, kampus imamı, fakülte imamı gibi yapılanmalar kamu sorumluluğu açısından sorun oluşturur. Resmi görevin, makamın sorumluluğu kime verilmişse, yetki ve sorumluluğu o kimse kullanmalıdır. ‘İmamdan’, ‘ağabeyden’ yetki alanların bu denklemde nerede durduğu aşikârdır.

Yeni YÖK Başkanına ve yönetimine benim önerim şu: Son 7 yılda, yani Erdoğan Teziç döneminden sonra başka kurumlardan üniversite idari kadrolarına, uzman, öğretim görevliliği gibi yardımcı akademik pozisyonlara ve Yardımcı Doçentlik gibi akademik kadrolara yapılan atamalar ne şekilde olmuş? Araştırsınlar. Taşeron elemanı olarak alınanlar kimlerin referansıyla alınmışlar? Önceki dönemlere de bakabilirler ama ben olsam bu döneme bakmakla yetinirdim. Hareketliliğin bir haritasını çıkarsınlar. Kaç kişi gitmiş, kaç kişi gelmiş, bir baksınlar. Anlamlı ilişkiler var mı, değerlendirsinler. Kim nereden, nereye gidiyor? Nereye geliyor?

Rektörlerin icraatlarını da incelemeye alsınlar. ‘Kadrolaşma’ var mı? Kaynaklar etkin ve etkili biçimde kullanılmış mı? İhaleler kimlere verilmiş? Senato ve yönetim kurulu kararlarında birilerini koruyucu, birilerini korkutucu, zarar verici kararlar alınmış mı? Akademik birimlerin önerileri/kararları ‘bertaraf’ edilmiş mi?

Meselenin YÖK ayağına da bakmak lazım. Burada görev yapan üyeler Üniversitelerarası Kurul, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından seçiliyorlar. Ama bunlar içinde kaç tanesinin paraleli tasvip ettiğini veya paralelle dirsek teması içinde olduğunu bilmiyoruz. Geçmişte Ak Parti tarafından göreve getirilen çok sayıda bürokratın paralel yapıya mensup ya da sempatizan olduğu gerçeğinden hareketle, pekala YÖK’te de benzer bir yapılanma olabilir, diyebiliriz.

Mesela, üyelerden biri veya birkaçı belli üniversiteleri koruyucu, kollayıcı hareket içinde mi? Gene bir kısmı belli üniversitelere ve rektörlere karşı, düşmanca hareket içinde mi, bakmak lazım. Mesela, Cumhurbaşkanına sunulacak rektör adaylarını belirlerken yapılan oylamalarda kim, nasıl hareket etmiş?

Yeni dönemde, Bakanlar Kurulu kontenjanından YÖK’e üye olarak seçilen, paralelle işi olmadığını kesin olarak bildiğimiz iki kişinin değerlendirme ve yönlendirmeleri çok etkili olacak: Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından YÖK Başkanlığını vekâleten yürütmekle görevlendirilen Yekta Saraç ve Selçuk Üniversitesi öğretim üyesi Yavuz Atar. Süreçte görüşüne başvurulacak Konya’dan başka kişiler de var, ama isimleri bende mahfuz kalsın. Yoksa ’28 Şubatçıların yaptığını biz yapmayalım’ demek suretiyle YÖK’te paraleli savunan kişiler etkili olamayacak. Onların yaptığını tabii ki yapmayacaksınız. Ama bu değerlendirmede karıştırılan şey roller: ‘Paralel’ 28 Şubatçıları, karşısındakilerse mağdurları temsil ediyor. Zannımca, insanların özelini dinleyen, fişleyen, cezalandıran, hapse atan, millete tuzak kuran kimse 28 Şubatçı o.

Yeni Türkiye yavaş yavaş bağırsaklarını temizliyor. YÖK bunun için çok önemli bir başlangıç. Unutmayalım, YÖK, 1982 Anayasasından önce kuruldu ve ona da model teşkil ediyor. Onu temizlemeden vesayetten kurtulmak mümkün değil.

Yapılacak daha çok şey var…