Yükseköğretim Kurulu, cuma günü yine bir kriz belgesine imza attı.
Lisans ve önlisans programlarında tercih yapabilmek için geçerli olan baraj puanı uygulamasını sona erdirdi. Açıklama YÖK’ün web sayfasında yayınlanır yayınlanmaz büyük bir tartışma başladı. Eğitim bilimciler ve akademisyenlerin önlisans programları için tercih sınırı olan 150 puanın, lisans programları için 180 puanın çok düşük olduğunu, 150 puanlık hazır bulunuşluk seviyesinde önlisans programlarını, 180 puanlık hazır bulunuşluk seviyesinde lisans programlarını takip edilemeyeceğine dair eleştirileri varken şimdi bu puanların da kaldırılmasının büyük bir eleştiri üreteceği açıktı.
Geçen yıl barajın 10’ar puan düşürülmesi pandemi koşullarında doğru idi. Ama pandemi koşullarında…
Seçim atmosferini yaşayacağımız 2022-2023’te böylesi tartışmalı alanlara YÖK niye girer ki?..
Eğitim-Bir-Sen olarak 2017’de yayınladığımız Yükseköğretim İzleme Raporu’nda Meslek Yüksek Okulları başta olmak üzere boş kalan kontenjanların büyük bir krizin habercisi olduğunu vurgulamıştık. Rapor kamuoyunda büyük tartışma üretince YÖK Bürokrasisi bir sonraki yıl boş kalan kontenjanların nedenine odaklanmak yerine, Meslek Yüksek Okullarının kontenjanlarını azaltarak doluluk oranlarını matematiksel olarak artırmıştı. Sonra da kamuoyuna üniversitelerin doluluk oranının arttığı üzerinden kamuoyunu maniple etmişti. Halbuki sorunu o günde ifade etmiştik, demiştik ki;
Yükseköğretim cazibesini kaybediyor. MYO’lar başta olmak üzere üniversite programları işgücü piyasasının istediği nitelikleri öğrencilerine kazandıramıyor. Bu da işsizlik üretiyor. Bu nedenle de yükseköğretim mezunlarında işsizlik oranı, genel işsizlik oranının 2 katı demiştik. Ama YÖK rakamlarla oynama peşinde. Taban puan uygulamasını kaldırarak boş kalan kontenjan sorunu çözeceğini sanıyor. Evet, matematiksel olarak boş kalan kontenjanlar oransal olarak düşecek. Ama bu kafa ile yine üniversite mezunlarının işsizlik oranı genel işsizlik oranının 2 katı olmaya devam edecek.
Ne yapılmalı?
Çok basit, defaatle söyledik, yine söyleyelim;
‘Üniversite birbirini klonlamaktan vazgeçmeli, yatay büyümeyi durdurmalı, misyon ve fonksiyon farklılaşmasına gitmeli, öncelik alanlarına odaklanmalıdır. Tematik alanlarda ihtisaslaşmalıdır. Sağlık Bilimleri, Sosyal Bilimler, Teknik-Mühendislik Bilimleri gibi tematik alanlarda özgün, işgücü piyasasının taleplerine uygun program tasarımlarına yoğunlaşmalıdır. İşlevselliği kalmayan, iş gücü piyasası ile bağları zayıflamış programlarda içerik düzenlemesi, dönüşümü hatta gerekiyorsa kapatılması da dahil olmak üzere nitelikli bir çalışma yürütülmelidir.
Üniversite, Yüksek Lisans ve Doktora Programlarını akademisyen yetiştirmek üzere değil sanayi ve hizmetler sektörünün AR-GE’si ve bilgi ihtiyacını gidermek üzerine yapılandırmalıdır.
MYO öğretim programları 1 yılı teorik eğitim, 1 yılı da işletmede işbaşında eğitim olarak kurgulamalıdır. Mühendislik programları başta olmak üzere uygun lisans programlarında da 3 yılı teorik eğitim, 1 yılı da işletmede işbaşı eğitim olarak planlanmalıdır. Hatta 5 dönem teorik, 3 dönem işletmede eğitim dahi düşünülmelidir. Tıp eğitimindeki model iyi bir model olabilir, transfer edilebilir. Bu reel sektörün iş gücü maliyetlerinin düşürülmesine katkı sunarken, öğrencilerimiz de hayatın içinde bir eğitim alma şansını yakalayacaktır.
10 yıldır çıkabilmek için çabaladığımız orta gelir tuzağından çıkabilmemiz bu reformu başarabilmemize bağlıdır.
Üniversite öğretim programlarını işgücü piyasasının istediği yeterlilikleri kazandıracak şekilde yapılandırmak zorundayız. İşgücü piyasasının hem sayısal talebini hem de niteliksel talebini dikkate almayan bir yükseköğretim sistemi diplomalı işsiz yetiştirmekten başkaca bir işlevi olmayacaktır. Bir meslek kazandıramayan, beceri transfer edemeyen üniversitelerin anlamını kaybeder.’
Diyoruz ama biliyoruz ki ne YÖK’ün ne de üniversitelerin kurumsal kapasitesi, öğretim programlarını işgücü piyasasının talepleri çerçevesinde yapılandıracak düzeyde değil.
Bir haykırış;
‘Konya örneğinde, sadece bir banka şubesinin olduğu Akören, Hadim, Taşkent, Yunak ve Doğanhisar’a Bankacılık ve Sigortacılık Programını açmak için talepte bulunan MYO Yönetimleri, YÖK’e teklif eden senatolar, üniversite yönetimleri, programın açılmasını onaylayan YÖK;
Hiç mi vicdanınız sızlamadı!...
Aynı bölümden Ereğli, Beyşehir, Akşehir ve merkez kampüste varken…’ demiştik, demeye de devam edeceğiz.
Türkiye ölçeğinde benzer örnekler o kadar çok ki…
Yazıktır, günahtır…
Kontenjan doluluk oranlarını yükseltmek için YÖK’ün ikinci öğretim programları kapatmaya çalışmasını doğru buluyorum. Ayrıca metropol şehirlerdeki üniversitelerdeki kontenjanlar da %20 azaltılmalıdır.
Peki, YÖK’ün taban puan sınırlaması uygulamasını sonlandırmasının olumlu bir tarafı var mı?
Evet, hem de 2 tane var;
İlki, kontenjanları boş kalan özel pardon vakıf üniversiteleri boş kalan kontenjanlarını dolduracak. Özel üniversite lobisi çalışmış. Bu lobi tıp, hukuk, mühendislik ve eğitim gibi alanlardaki başarı sırası kriterini de kaldırtır.
İkinci ise daha ilginç;
Bizim lise diplomalarımız Avrupa ülkelerinde büyük oranda akredite değil. Bir yükseköğretim kurumuna yerleştirme işlemi yapıldığında lise mezuniyeti tanınıyor, diploma akredite oluyor.
YÖK Bürokrasisi ne yapmak istiyor?
Bir reforma mecbur olan yükseköğretimde reformu ertelemek için siyaseti maniple edeceği argüman üretmeye çalışıyor. 2022 yılı üniversite yerleştirmeleri açıklandığında diyecek ki;
‘Doluluk oranlarımız 2021’de % 79 iken 2022’de % 90 olarak gerçekleşmiştir.’
Ama yükseköğretim mezunlarımızın işsizlik oranı yine genel işsizlik oranının 2 katı olmaya devam edecektir.
Biz de ‘Yükseköğretim bir reforma muhtaç!’ demeye…
Siyaset kurumu YÖK Bürokrasisine şu iki soruyu sormalı;
- Bu aldığınız kararın üniversitelerin inovasyon kapasitesine, bilgi üretimine katkısı olacak mı?
- Bu aldığınız karar, üniversite mezunlarının istihdam sorununa çözüm olacak mı?