Şehirler büyüdü, mahalleler büyüdü, evler büyüdü, yollar genişledi, trafiği rahatlatmak için üst geçitler alt geçitler inşa edildi.
Devasa alışveriş merkezleriyle, aradığımız herşeyi buduğumuz kışın sıcak yazın serin rahat rahat alışverişimizi yaptığımız mekanlara kavuştuk.
Kırkar, ellişer dairelik binalarda yalnızlaştık...
Komşuluklar vardı hani? Külüne muhtaç olacaktık komşularımızın...
Sokak aralarında oynayan çocukların sesleri duyulmaz oldu?
Oynanacak sokaklar da kalmadı oyun oynayacak çocuklar da...
Pencereleri balkonları süsleyen saksılar nerde?
Bina cephelerini camla kapladık diye mi kayboldular ortadan?
Selamlaşmalar vardı, hal hatır sormak vardı, derdiyle dertlenmek vardı eşin dostun...
Bayram tatilleri var artık... El öpmek, bayramlaşmak yerini denize, kuma,güneşe bıraktı.
Sıla-i rahimlerin yerini tatil beldeleri aldı...
Şehirler ruhunu kaybetti...
Soğudu, yabancılaştı...
İçinde yaşayanlar bizler de şehirlerin akıbetinden nasibimizi aldık...
Ruhumuzu kaybettik...
Bu durumu o eski fotoğraflarda ki bakıp bakıp imrendiğimiz orjinal haline döndüremeyiz belki ama düzeltmenin bir yolu olmalı...
Keşke yıkmasaydık o güzelim tarihimizi.
Yıkılan yerleri düzeltmekte pek mahir olduğumuz söylenemez çünkü.
Restorasyon facialarıyla doldu memleketin her yanı...
...
Peki ne yapmak lazım?
İmar planlarını hazırlarken tarihi kent dokusunu göz önünde bulundurmak lazım.
Yüksek yüksek binalarla şehir silüetinin yitirilmesine mani olmak lazım.
Yaşanacak mahalleler oluşturmak demek bina yapmak yol yapmak demek değil bunu anlamak lazım.
Mahalle kültürünü neyiden imar etmek lazım...
Şehirleri doğru tanıtmak lazım...
Yitirdiğimiz değerleri yeniden özellikle yeni nesillere kazandıralım ki geleceği kazanalım...
Sözün özü: “Büyük şehirlere bağlanma mehmedim
öyle bir şehre yerleş ki
küçük fakat bizim olsun
sokaklarında tanımadığın yüz
ensesine şamar atamayacağın kimse dolaşmasın
her ağacına elin
her karış toprağına terin değsin
ve kuytu evlerden birinde
senden habersiz ölenler olmasın.”Bedri Rahmi Eyüboğlu