YİRMİ KATLI GECEKONDULAR

Süleyman Mücahit İyiyolbulan

İnsan yığınların istiflendiği apartmanlar ilk olarak tanrılar için yapılmıştı. Tanrı Firavun’un Musa'nın Tanrısı'nı görmek için yaptırdığı kule, Tanrı Keops için Mısırda yapılan Büyük Piramit ve Tanrı Marduk için yapılan Babil Kulesi. Bunlar tanrılar için yapılan ihtişamlı apartmanlardı. Peki ya günümüzün yirmi katlı gecekonduları, acaba onlarda yeryüzünün küçük tanrıları için mi yapıldı ?    

 

     Göğe merdiven dayayamasak da, asansörler dayadık artık. İki yüz katlı ama tek katmanlı binalar yaptık. Toplumsal katmanlar kendilerine en uygun apartmanlarda oturdular. Kimileri kenar köşede, kimileri tam merkezde inşa ettiler Babil Kulelerini. Binalar yükseldikçe alçaldı tüm değerlerimiz. Kuleleri dolduran kibir abideleri yükseklerden baktılar insanlara, yükseklik korkusundan aşağıya bakamayan gözleriyle.

 

    Apartmanların zararları denildiğinde sadece fiyatlarındaki düşüş akla geliyor. Oysa ne değerlerimizi gömdük biz apartmanların temellerine. Eskiden köy evlerinde, oturulan odada lavabo olurdu, yanında ocak. Yemek orda pişirilir, orda yenir ve orda yıkanırdı. Bu köylü işiydi. Şimdi şekil aynı ama adı farklı. Çağdaş ve modern bir kelime buldular "Amerikan Mutfak" dediler adına. Batı bizim köylüleri taklit ediyor, biz Batıyı nasıl ama ?      

 

     Surlarla kaplı İstanbul'u da gömdük mesela çimento yığınlarına. İstanbul'da silueti bozduğu için kuleler yıkılmıştı, fakat on beş milyonluk nüfusu nereye sıkıştırdıklarına bakarsanız yine göreceğiniz yüksek ardiyelerden başka bir şey değildir. Bu fil dişi kulelerde oturanlar İstanbul Beyefendisi’nin ruhundaki hangi siluetleri bozdu kimsenin haberi yok. Filinta gibi İstanbul Beyefendisini obezite yapan da yine bu apartmanlardı. Kapısının önündeki çöpü ve evinin ekmeğini kapıcıya havale ettiğinden beri doyuramadık İstanbul delikanlısının ne gururunu, ne hırsını ne de karnını.  

 

     Apartmanların makyajını biraz fazla kaçırdık. Evin gözlerini mor koltuklar ve kırmızı halılarla döşedik. Avurtlarımızı dolduran mutfağa allık niyetine beyazdan eşyalar doldurduk ve duvarlarına mavi ojeler sürdük.  Eşyaya köle olan benliğimizle, ortaçağda insanı insana köle yapan sistemleri eleştirdik. Serbest olmayı özgürlükle karıştırdığımızdan olsa gerek bizi o kölelerden ayıran tek şey üstümüzde ropdöşambır ve elimizde sıcak bir espresso oldu.

 

    Apartman işin bahanesi, kursakları insan eti dolu, abide-i kibirlerin kışlık ve yazlık inlerinden bize ne aslında. Bu yazı burjuvalar okusun diye değil, ola ki yarın bu garibin arkadaşları fil dişi kulelere taşınırsa duyguları betonarmeleşmesin diye yazıldı.