Hızlı geçen günlerin ardından bir bakmışız ki eylül ayı gelmiş bile. Eskilerin hazan mevsimi diye nitelendirdiği sonbahara yavaş yavaş adım atıyoruz. Geriye dönüp baktığımız zaman o kadar hareketli bir yaz mevsimi geçirdik ki durup düşünmeye bile fırsat bulamadık.
Soğukları sevmeyen benim gibiler için eylül ayı hüznü de beraberinde taşır. Geride bırakılan yaz mevsiminin tam anlamıyla hakkının verilmemesi, değerlendirememenin pişmanlığının yanında bir de öğrencilik günlerinden kalma bir alışkanlıkta var. Eylül ayı aynı zamanda sorumluluk ayıdır. Yazın rehavetinin bir kenara bırakılıp, yeni kararların alındığı, başlangıçların yapıldığı bir dönemdir. Elbette her ayın, her mevsimin ayrı bir güzelliği, hikmeti vardır. Buna bir itirazımız yok. Fakat bana kalsa 12 ayıda mayıs-haziran ayları gibi yaşamak isterim. Özellikle günlerin kısalmasının iyice belirginleşmeye başladığı, akşamüstü serinliklerinin baş gösterdiği eylül ayının ikinci yarısında modern zamanda depresyon diye nitelenen bir iç huzursuzluk kaplar beni. Fakat bu yıl eylül ayını bir fırsat olarak görüyorum. Geçtiğimiz yaz mevsiminde yaşadığımız onca acıyı, öfkeyi, çaresizliği ardımızda bırakıp, yeniden bir başlangıç yapma fırsatı. Sonbaharda alınacak kararlarla, atılacak adımlarla ilkbaharda ayağa kalkmanın fırsatı…
Bu yıl yaz mevsiminden bir şey anlayamadık. Çünkü haziran Ramazan ayının rehavetiyle geçti. İnsanlar bayramdan sonrası için plan yaparken peşine 15 Temmuz’daki hain darbe girişimi yaşandı. Sonrasında ise bugüne gelene kadar yaşadığımız süreç… Ülke olarak kritik bir dönemden geçiyoruz. Romantik takılacak günlerde değiliz. Öte yandan bari en azından kendimizi sorgulamaya biraz vakit ayıralım. Günler, aylar ve mevsimler geçiyor. Peki, biz ne yapıyoruz. Haziran ayının başında yaz ile ilgili planlarımız neydi, ne kadarını gerçekleştirebildik? Sonbahardan ne bekliyoruz? Vuslata doğru hızlandırılışmış adımlarla ilerlerken hazırlıklarımız ne durumda sorgulamalıyız. Niyetim kişisel gelişim ukalalığı yapmak değil. Fakat mevsimsel geçişler gibi dönemeçlerde ruhumuzu biraz yoklamalıyız. Koskoca yaz mevsimi geçti. Bu süreçte Allah için, kendim için, vatanım, milletim için ne yaptım. Geçirdiğim, öldürdüğüm zaman için vicdanım rahat mı en azından bunun muhasebesini yapabilmeliyiz.
Ben yine sonbahar ve kışı bir geçiş dönemi gibi görüp, bahara, yaza kavuşabilmenin motivasyonuyla hareket edeceğim. Sonbahar bir yana ama özellikle kış mevsimi Ankara gibi gri şehirde daha da zor geçiyor. İnsan ister istemez Konya’nın kışlarını bile özlüyor. Her şeye rağmen TNK grubunun şarkısı gibi “Yine yaz’ı bekleriz…”
***
Hafta içerisinde Konyamızın yetiştirdiği çok değerli sanatçımız “Kör Ahmet” hakkın rahmetine kavuştu. Yiğit namıyla anılır denir. Ahmet Özdemir’de sadece söylediği türkülerle değil, yerel ağızla yaptığı taklitlerle de özellikle sözlü kültürümüze önemli katkılar yapmıştı. Konya halkı ahir ömründe kör Ahmet’e hak ettiği değeri vermişti. Fakat bildiğim kadarıyla Kör Ahmet ile ilgili dört başı mamur bir belgesel yok. Yerel basına, iletişim fakültemize bu konuda önemli bir görev düşüyor. Ahmet Özdemir’in kayıtları kaynak olarak kullanılıp memleketimizin bu değerli insanını gelecek nesillere aktarabilecek doyurucu bir belgesel şart. Kör Ahmet’in vefatıyla Konya önemli bir rengini kaybetti, Allah geride kalanlara selamet versin.