Meşum darbe girişimi bugün 25 yılını doldurdu. Girişim klasik darbelerden farklı biçimde planlanmakla kalmadı, toplumsal dinamiklerimizi doğrudan biçimde hedef aldı. Post modern olduğu söylendi. Öncekilerden farklı olduğu kesindi.
Eğitim, kültür, inanç ve değerlerimizi hedef aldı. Vefatı nedeniyle rahmetle ve minnetle andığımız Prof. Dr. Necmettin Erbakan hocamızın Başbakan sıfatıyla katılmış olduğu MGK toplantısında, kendisine dayatılmaya çalışan maddeler hiçbir vatan evladının kabul edebileceği hükümler içermiyordu.
Toplantıyı yöneten Cumhurbaşkanı’nın karşı çıkmadığı, bürokrat cuntacıların hadlerini aştığı Kurul toplantısı çok tartışıldı.
Sürecin ‘sivil’ aktörleri olan Beşli Çete ve destekçileri ile YÖK, yargı, medya, sanatçı ya da kanaat önderi lakaplı şarlatanlar demokrasi oyununu, çığırından çıkardılar. Milyonlarca mağdur üretti.
Sadece İmam Hatip okulları değil, bütün bir mesleki ve teknik eğitim mağdur edildi. Böylece ülkenin temellerine dinamik yerleştirdi: Üretim engellendi, toplumsal ihtiyaçlar karşılanamadı.
Din ve dini kurumlar görevli ahlaksızlar eliyle dejenere edildi. Hain Fetö yapılanmasının önü bu dönemde açıldı. Eli kanlı elebaşı yurtdışına çıkmış olsa da bunun bir plan neticesinde gerçekleştiğini söyleyebiliriz.
Toplumda ve bürokraside bir jurnal dönemi başladı. Karaktersiz insanlar birbirlerini suçladılar, paçalarını kurtarabilmek için masumları yaktılar.
Güvenlik toplantılarının ana gündem maddesi haline gelen ‘irtica’ söylemi, samimi duygularla dini inançlarının gereğini yerine getirmek isteyenleri vurdu.
MGK bir karar merkezi haline getirilerek, demokratik teamüller ve yönetim yaklaşımları tersyüz edildi.
Ekonomide yozlaşma ile hırsızların asker ve rejim destekçilerinin arkasına gizlendiği bir talan düzeni kuruldu. Bankaların içi boşaltıldı; ülkenin zenginlikleri yandaşlara peşkeş çekildi; işinde – gücündeki insanların emelleri, emekleri, alın terleri ve hakları yağmalandı.
Böylece, toplumu ayakta tutan tüm bileşenler hedef alındı. Sistem çığırından çıkarıldı, mağduriyetler, işkenceler, iftiralar, ihanetler kol gezdi.
Evet, bütün bu gelişmeler yirminci yüzyılın son yıllarında gerçekleşti. Nehirler tersine akıtıldı. Ülkenin gözbebeği kurumları olan silahlı kuvvetler, emniyet, bürokrasi, yargı ve akademi Fetö uşaklarınapeşkeş çekildi. Müslüman ‘görünümlü’ Siyonist beslemelerinin önü açıldı.
Hırsızlık, haksızlık, hukuksuzluk, sömürü, manda mantığı, fikri kirlenme, topyekûn ihanet düzeni ikame edildi. Ülkenin genleriyle oynandı, toplum belirsizliğe sürüklendi.
Olumsuzluk listesini çoğaltmak, her bir alandaki yıkıma dair eklemeler yapmak mümkün.
1997 – 2001 dönemi yolsuzlukların gölgesinde geçti. Ülke tarihinde görülmemiş bir ekonomik krizle uyanan millet ve bürokrasi artık dönemin o şekilde devam edemeyeceğini acı biçimde tecrübe etti.
Peki, bu girişimdenmillet ne öğrendi, siyasal İslam olarak nitelendirilen siyaset hangi dersleri çıkardı?
Konu tartışmaya açık. Mutlaka bir öğrenme süreci yaşandı, ancak, istenen hız ve nitelikte olup, olmadığı belirsiz.
Fetö belası mesela, öngörülemedi.
Yolsuzluk konusunda bir kazanım elde edildi.
Eğitim, kültür, sosyal hayat ve değerlerin mecrasından çıkarıldığını müşahede ettik.
Güven kayboldu.
Tekelleşme oldu,devlet varlıkları yağmalandı.
Yaşanan hak ihlalleri, mağduriyetler, meslek liselerinin önlerinin kapatılması, yükseköğretime girişteki haksızlıklar, işini kaybeden memurlar, geçim kaynakları ellerinden alınan insanlar ve yasaklı listesine alınan esnaf.
Aradan geçen zaman içindesivil bilinç gelişti; direnç kültürü köklendi; kimlik temelli hassasiyetler derinleşti.
27 Nisan ve 15 Temmuz bunun bir delilidir.
1000 sürmesi öngörülmüşken, bugün ‘cami avlusuna’ bırakılan bir teşebbüs haline geldi. Bu, olayın merkezinde olanların bile kabullendiği bir gerçeğe dönüştü.
Bize düşen haksızlıkları unutmamak, unutturmamak suretiyle tekerrür etmesini engellemek.
Müsebbipleri bu dünyada da diğerinde de hesabını versinler.