Çocuk, son bir kez dönüp baktı annesinin elini sıkıca tutarak. Canavar homurtularıyla bahçenin duvarını yıkıp eve yönelen iş makineleri sadece bir binayı değil bir evi, bir yuvayı geçmişi ile beraber yıkmaya yemin etmişlerdi sanki. Toz dumana karıştı, gözlerini yumdu, biraz isyan biraz çaresizlik ve çokça hüzün vardı.
Daha geçen yıl gelmişti evlerine üç beş adam, son model arabalarıyla evin önüne durup her an her şeyi alıp pazarlayabilirim havasında bahçeden içeri girmişlerdi. Dedesinden kalan bahçeli iki katlı bu ahşap ev iştahlarını kabartmış müteahhitlerin.
Dededen kalma müstakil cumbalı ahşap ev; odalarında yıllarca biriken anılar, ahşabın güneş ışığıyla değişen renkleri, dantelli örtüler, tahta zeminin çıkardığı gıcırtılı sesler… Evin sağlamlıktan yana bir derdi yok, kocaman bir bahçe, her mevsim açan türlü çiçekler ve bahçenin tam ortasında ulu bir ceviz ağacı…
Tek başına direnilmiyor işte Paşam… Buralara on kat imar verilince mahallenin canına minnet oldu. Hele gençler pek bir heveslendi üç beş daire almaya. Çok değil iki yılda değişti mahallenin çehresi.
Mahallenin en güzel en gözde yerinde dedesinin evi. Kendileri yapmışlar, ana baba evlatlar. “Her bir köşesinde el emeği var oğlum” derdi ninesi vefatından önce. Şimdi annesi ve babası, üç erkek kardeş ile birlikte yaşıyorlar. Atadan kalma bu evin etrafındaki üç beş evle, devasa büyüyen yapıların arasında bir savaş vardı sanki ve yeni binalar gerçekten çok güçlüydü.
Geçen yıl evin önüne gelen müteahhitler, evin büyüğü ve halen reisi durumundaki Yusuf Dayıyı ikna edememişler, ne dedilerse kabul ettirememişlerdi. Yusuf Dayı, bahçedeki cevizi göstererek “babamla ektik bu cevizi biz, nasıl bırakırım onu, işte geldim gidiyorum, ben göçünce çocuklar ne yapar bilmem” diyerek “Nuh” demiş “Peygamber” dememişti. Bu işe en çok gelini ve çocuklar sevinmişti.
Şunun şurasında ne kadar oldu Yusuf Dayı ahirete irtihal edeli. Ne çabuk duyup ne hızlı geldiler bu adamlar. Şimdi direnme sırası annesinde ve çocuklardaydı. Evin en küçüğü karşı çıkıyordu duruma. Ceviz ağacının tepesine çıkıyor, ağaçla konuşuyor ve ağacın en yüksek dalında olmasına rağmen büyüyüp giden binaların en üst katını seçemiyordu.
Evlerini daha önce satıp giden aileler zaman zaman ziyarete geliyordu mahalleyi. Güya evi verip lüks dairelerde oturacaklardı ama çoğu bu yeni yapılarda barınamadı. Ne komşu edinebildiler ne sitenin bahçesinde ekmek eyleyebildiler? Kendi öz sokaklarına yabancı kalmışlardı çoktan, çeşmesinden su doldurdukları, kaldırımında odun kırdıkları bu yerlere şimdi güvenlik görevlisi sokmuyordu bile.
“Yeni yaşam alanları açmak gerekiyormuş, yer kalmamış, şu kadar yere iki daire veriyorlarmış” deyip duruyordu babası. Konfor gelecekmiş, mahalle başka bir yer olacakmış lafları alıp başını gitmişti. Daha düne kadar bu mahalleyi, bu sokakları şehir dışına iten, buraların yolunu bile bilmeyen, burada oturanları küçümseyen o kocaman amcalar, yengeler burun kıvırdıkları yerleri şimdi büyük bir iştahla parselliyorlardı.
Çok geçmedi… evin içinde hem de en çok sevdiği odanın sedirinde el işi sehpanın üzerinde tomarla kağıtlar olduğunu bulunduğu yerden görebiliyordu. İçinde garip bir sızı ve sessiz bir çocuk çığlığı…
Ceviz ağacının ellerine tutunarak indi aşağıya. Ne zaman canı sıkılsa sinesine sığındığı bu ağacın gövdesine dokunup eve doğru koştu. Annesi bir köşede başını ellerinin arasına almış dalıp gitmişti. Babası el sıkışıyordu gelen adamlarla. “Bir yuvayı yıkmak nasıl bu kadar keyif verir” diye düşündü çocuk aklıyla.
Çok uzun sürmedi evi toparlamaları, göç hazırlanmış, ev sahibi iken kiralık bir yere çıkılmıştı. Buraya dönülür müydü tekrar ve dönülse aynı tat bulunur muydu? Sadece bir evi değil, bir hikâyeyi yıkacaklardı. Hangi gerekçe bir çocuğun hayallerini yıkmak için yeterlidir?
Daha göçü kamyona yüklerken geldi o amcaların o kocaman iş makineleri. Evin her bir odasını annesinin elinde gezdiler, her bir odada gözyaşı döktüler. Ne çok ağladı annesi, gömme dolapta bulunca eldivenini… Çocuk son kez bakarken o bahçeli eve, bir kez daha yıkıldı derinden, çünkü söktüler ceviz ağacını yerinden. Her şey tamam da ne istediler o ceviz ağacından?