Vaktiyle çok da uzakta olmayan, oldukça eski bir tarihe sahip, mümbit topraklarıyla büyükçe bir köy varmış. Bir yanı ormana bir yanı dağa yaslı genişçe bir ovanın ortasında yeşillikler içinde, suyu soğuk bir derenin kenarında kurulmuş. Köyün bulunduğu yer öyle güzel, toprakları öyle bereketliymiş ki civarda ne kadar köy varsa hasetle, kıskançlıktan çatlar bu köyün sahip oldukları nimetlerden rahatsızlık duyarlarmış. Her fırsatta bu köye zarar verelim de ne olursa olsun diye hinlik, kurnazlık düşünüp dururlarmış.
Ne zaman köy biraz huzur bulup refaha erecek olsa, düğünler coşkuyla, bayramlar heyecanla kutlanacak olsa akabinde bir kara bulut gelip çökermiş köyün tepesine. Köyün sakinleri, çiftçisi, rençperi, hayvancısı, çobanı biraz rahatlayıp gün görecek olsa kimse ne olduğunu anlamadan bir kavga, gürültü bir fitne fesat çıkar köyün tüm huzuru kaçar ve bu deveran böyle devam edip halk fakir fukara kalmaya devam edermiş.
Her köyde olduğu gibi bu köyün de bir muhtarı, bir ihtiyar heyeti varmış. Kâh aşağı mahalleden kâh yukarı mahalleden seçilen muhtarlar köyü idare eder gidermiş. Bazen köyün bekçisi çevresine topladığı üç beş adamı ile muhtarı al aşağı eder, tarlayı tapanı talan edermiş. Halk ne yapsın, bir yanda çevre köylerin fesatlığı, düşmanlığı diğer yanda köyün içindeki sen ben kavgası, aşağısı mı yukarısı mı hak nedir kimledir ayırt edemeden razı olurmuş olana bitene.
Gel zaman git zaman köyün delikanlılarından biri niyet etmiş, ceht etmiş azmetmiş muhtarlığa aday olmuş. Olurdu olmazdı yaptırmayız beceremez dese de birileri köy halkı omuz verip arkasında durunca köyün muhtarı olmuş.
Yeni muhtar çalışmış, çok çalışmış. Hem aşağı mahalle hem yukarı mahalle ne istediyse ne lazımsa karartmış gözünü girmiş işin içine. Tarlalara su getirmiş, dereyi ıslah etmiş, teknolojiydi, makineydi, üretimdi bir adım atmış kocaman. Çobanından başlayıp, arıcısına kadar, köyün imamından öğretmenine kadar dün arayıp bulamadığını bulur hale gelmiş köyün halkı. Artmış çoğalmış her şey. Evi olan yaylaya ikinci evini yaptırmış, arabası olamayan araba, olan ikincisini hanımına almış.
Köyün çehresi değişmiş, evler güzelleşmiş, teknoloji gelişmiş, yollar, köprüler derken herkesin evinin önüne kadar asfalt yol gelmiş. Hastanın ayağına doktor, yoksulun evine yemek gitmiş. Konfor desen yerinde mal mülk para desen cebinde…
Muhtar çabaladıkça köyün adı sanı bir daha nam salmış. Civarda ne kadar köy varsa dönüp bir daha bakmış. Kimi saygı duymuş kimi hizaya geçmiş. Kimin bir ihtiyacı varsa ta bu köyden o köye yardım gitmiş. Kim medet beklese “sabret yettim” denmiş. Kavgaysa kavga, merhametse merhamet deyip dikilmiş karşısına “dayıyım” diyenin.
Hal böyle olunca “şu işe bir el atıver, komşu köye bir bakıver, şu genci bir evlendiriver, misafirim geldi ağırlayıver yetiş” diyen çoğalınca bizim muhtarın adı olmuş; “Yetiş Muhtar”
Yetiş Muhtar, isminin hakkını vermek istedikçe engeller de büyüyüp çoğalmaya başlamış. Hainler çıkmış önce, köy meydanını karıştırıp darmaduman etmişler her yeri. Sonra yol arkadaşları, arkadan bıçaklarcasına kast emişler köyün huzuruna. Çevre zaten düşman dolu. Çekemeyenler, fesatlık besleyenler, hazımsızlar derken uzayıp gitmiş bu zararlı kımıllar.
Yetiş Muhtar, belki de kendi bireysel hayatının imtihanına hazırlanırken halkı için zemini ve iklimi müsait hale getirmiş. Buna rağmen gün gelmiş, yıl gitmiş Yetiş Muhtar ne yapsa birilerinin gönlünü hoşnut edememiş. Etrafındakiler onun gölgesinde geçinip işine ayar vermekle meşgul diğerleri kuyusunu kazmakla zihin yorarken Yetiş Muhtar yalnız kalıvermiş.
Hiçbiri değil de Yukarı Mahalleye bir camii inşa edelim dediğinde buna karşı çıkanları görünce ah etmiş ve usulca başını önüne eğmiş. Köyün emekli imamı, daha dün yok sayılıp köye bile girmesi neredeyse yasakken Yetiş Muhtar zamanında hali vakti düzelip bir itibar kazanmış da Yukarı Mahalleye yapılacak camiye ilk o burun kıvırıp laf etmiş.