Türk sinemasının emektarı Yeşilçam filmlerini seyretmeyenimiz yoktur. Çoğunluğunu siyah beyaz görüntülerin oluşturduğu, seslendirmeden, repliklere, konuşma biçimlerinden olay örgüsüne kadar günümüz sinemasından oldukça farklı olsalar da, bir döneme damga vurmuş ve milyonlarca seyirciyi peşinden sürüklemişlerdir.
Hüzünlü sahnelerde gözyaşlarına boğulduğumuz, kötü adamlara beddua ettiğimiz, kahramanı alkışladığımız, kısacası tüm hislerimizle etkilendiğimiz Yeşilçam filmlerinden aklımızda kalansa yalnızca başrol oyuncularıdır. Filmin kötü adamına, fettan kadınına, sinsi ve arabozucu arkadaşlara, işkence yapıp zulmeden karakterlere dair hatırladıklarımızsa oldukça siliktir. Bu oyuncuların neredeyse hiç birini tanımayız. Figüranlardan aklımızda kalansa yalnızca iyiliği ve güzelliği temsil edenlerdir. Ancak aynı filmi defalarca izlememize ya da benzer birçok filmde görmemize rağmen “Kötü karakterleri” hatırlamayız.
Yeşilçam’ın “Böyle insan olur mu” dedirten ve çoğu zaman bizleri sinir eden oyuncularını hatırlamama nedenimiz ise ortaya hiçbir zaman bir eser, bir sevgi ve en önemlisi bir oluşum koyamamalarıdır.
Yalnızca dertleri yapılanı bozmak, başarıları sömürmek, hedeflenenden geriye gidilmesini sağlamak, mutlak ve mutlak suretle birşeyler başarmak isteyenlere engel olmaktır. Fakat asla tamamen başarılı olamazlar. Tüm uğraşlarına karşın yaptıkları kötülük er-geç ayaklarına dolanır. Ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar can sıkmaktan ve işleri zorlaştırmaktan öteye gidemezler.
Alışılagelmiş Türk filmlerinin tamamındaysa, özellikle final sahnesine doğru kendi kötülükleri içerisinde kaybolup giderler. Yaptıkları zulüm boyunlarına dolanır. Harap ve bitap bir halde pişmanlıklar arasında ya ölürler ya da meczup bir halde yaşarlar.
Ekranda gördüklerimiz bir senaryonun parçalarıdır. Kötü adam ya da kötü kadın rolüne girmiş figüranların birçoğu gerçek hayatta muhakkak ki bu karakterde değillerdir. Ekmek parası için ya da sinemayı çok sevdikleri için kendilerine verilen role bürünmüşlerdir.
Zaten asıl kötü olan da, içinde bulunduğu hayat senaryosunda kararlarını senariste yada olay kurgusuna göre değil kendi tercihlerine göre veren, bilerek ve isteyerek yanlış olana hizmet edenlerdir.
Bahsettiğim insanların sayısı hiçte küçümsenmeyecek orandadır. İçimizde yaşarlar ve toplumun her aşamasında vardırlar. Çevremizde de gerek medyada gerek siyasette, bu tür kişileri sıklıkla görürüz.
Hatta bir kısmı oldukça popülerdir. Tanınırlar, şöhrete, paraya sahiptirler. Ülkesine ve halkına ihanetin bedelini hizmet ettikleri kişi ya da kurum tarafından başarı ve maddi imkanlar şeklinde alırlar.
Dikkatle bakıldığında aslında ortaya koydukları tek bir eser yoktur. Buna karşın varlıkları ülke için neredeyse zorunluymuş gibi lanse edilirler. Arkasına aldıkları sahiplerinin gücüyle içlerindeki fesatlık ve kin tohumlarını ekmekten geri durmazlar.
Tüm olumlu gelişmelerin ülkemiz ve insanımız için atılmış tüm adımların karşısındadırlar. Gözyaşlarıyla beslenir, halkının mutsuzluğundan hoşnutluk duyarlar. Bununla da kalmazlar, halk için bir eser ya da bir oluşum meydana getireceklerinde karşısında durup engel olmaya çalışırlar.
Kimi zaman, hizmet eden ve kendini bu ülkeye adayan dava adamlarına sanki dostmuşçasına yaklaşıp çeşitli vaatlerle kandırmaya çalışırlar. Yaptıkları işin olmayacağına dair ikna etmeye uğraşırlar. Tüm çabaları sonuç vermeyince de doğrudan düşmanlıklarını gösterirler. Küçümsemelerle, alaya almalarla, hatta ihanetle suçlayan yaftalar yapıştırırlar.
Dış mihrakların kuklaları olan, ruhlarını ve hayatlarını ihanetle değişmiş bu insanlar, uzun vadede asla planlarını gerçekleştiremeyecektir. Çünkü onlarda, Yeşilçam’ın kötü karakterleri gibi bu hayatta yalnızca figüran olarak kalacaklardır.
Hizmet ettikleri zümrede kendilerini zamanı geldiğinde kullanıp kullanıp atacaktır. Yaptıkları kötülükle, her iki âlemde de veremeyecekleri hesapların eşliğinde yaşayıp gideceklerdir. Bir zamanların “medyatik” ve “tanınan” bu isimlerini zamanla halkta hatırlamayacaktır. Çünkü onlarda halkın savunucusu olmamışlardır. Kendi şahsi kaprisleri, korkuları, makamları, statüleri peşinde koşmuşlardır.
Yanlış olanı seçmişlere karşın, tüm cesaretiyle kötü gidişe, gözyaşına ve ezilen insanına sahip çıkanlarsa hala duayla, minnetle ve şükranla anılmaktadır. Halkının gönlündeki sevgisi her zaman tazeliğini koruyan ve geçtiğimiz hafta 20. ölüm yıldönümüyle andığımız rahmetli Turgut Özal da aktardıklarıma oldukça güzel bir örnektir.
Kendisi, milletimizin yetiştirdiği değerli bir lider ve devlet adamı olarak, kişiliği, fikirleri, idealleri ve başarıları ile doğru ve etkin siyasete damgasını vurmuştur.
Halkımız Menderes’ten Özal’a, ülkesi ve insanı için mücadele eden dava adamlarını asla unutmayacaktır. Bu güzel isimler bize göstermiştir ki, “Korkak olup yüz yıl yaşayacağına cesur ol bir gün yaşa”
Hayırlı işlerinizde başarılar diliyorum.