Darbe teşebbüsünün üzerinden iki hafta geçti, ilk şokun atlatılmasının ardından yavaş yavaş toparlanmaya başladık. Devletin her kademesinde bu terörist yapı ile mücadele devam ederken bir yandan da gündelik yaşamın pratikleri ihmal edilmemeli. Öncelik ekonomiye verilerek toplumsal hayatımızdaki soru işaretlerinin çözülmesi içinde çeşitli hamlelerin yapılması gerekiyor.
15 Temmuz darbe girişiminin ardından daha kararlı ve hızlı adımlar atılması için olağanüstü hal ilan edildi. Silahlı kuvvetler ve emniyet teşkilatı başta olmak üzere kamunun her alanında terörist yapı ile mücadele devam ediyor. Geçtiğimiz son 3-4 yıllık zaman dilimine baktığımız zaman ülkemizin yaşadığı süreci en iyi özetleyecek kelimedir mücadele. Sürekli yeni bir soruna karşı mücadele etme durumunda kalıyoruz. Türkiye’nin ekonomi başta olmak üzere her alanda ivme kazandığı 2003-2012 arasındaki dönemde oyun kurucu pozisyonundaydık. Sürekli yeni hamleler yapıp, enerjimizle bölgemizi yönlendiren özellikle ekonomik alanda hızla kalkınan bir ülkeydik. Atlattığımız onca badireye rağmen şu anda bile ekonomimiz çok kötü durumda değil, bir şekilde büyümeye devam ediyoruz ama bahsettiğimiz döneme göre de durağanlık yaşadığımızda bir gerçek.
Son 3 yıllık dönemde gezi olayları, 17-25 Aralık komplosu, terörle mücadelenin yeniden sıcak çatışmalara dönmesi, İstanbul ve Ankara başta olmak üzere artık sayısını bile bir çırpıda hatırlayamadığımız canlı bomba saldırılar ve son olarak bu hain darbe girişimi. Elbette arada unuttuğumuz bazı olaylarda vardır, belli başlı olanları ele alıyoruz. Bu sıraladığımız olaylar hep üst üste geldi. Biriyle mücadele ederek tam bertaraf ettik derken bir yenisi başladı. Bunlar yaşanırken biz hiç hücuma kalkamadık. Satranç oyununda örnek vermek gerekirse rakiplerimiz sürekli bize şah çekiyorlar, bizde mat olmamak için mücadele veriyoruz. Bu mücadelelerimizin dönüşünde maalesef hamle şansı onlara geçtiğinden bir kısır döngü etrafında dönüyoruz. Bu aşamada artık yeter deyip hamle hakkını elimize geçirmemiz lazım. Kurulan oyunun bir oyuncusu olmak yerine yeniden senaryo yazan, oyun kuran bir ülke haline gelmemiz gerekiyor. Bu elbette bugünden yarına kısa zamanda olacak bir şey değil fakat kararlı, kendimizden emin hamleler yaparsak savunmadan hücuma hızlı bir geçiş yapabiliriz.
Bir yandan bu terörist yapı ile mücadele ederken bir yandan da nerede yanlış yaptık sorusuna cevap aramak durumundayız. Bu hastalıklı yapı devletin her kademesini bir ur gibi sararken maalesef gereken önlemler alınmadı. Araba devrilince yol gösteren çok olur sözü misali şimdi hemen herkes ben demiştim demeye başladı. Aralarında elbette samimi olanlar var ama daha düne kadar çıkarları doğrultusunda bu yapı ile işli dışlı olanların söylediklerinin milletin nazarında bir kıymeti harbiyesi yok. Yeniden aynı hataları tekrar etmemek için kamudaki personel politikasının gözden geçirilmesi gerekiyor. Herhangi bir kurumda ya da genel olarak kamu sektörünün tamamında sadece belli bir cemaatin, tarikatın, belli bir siyasi ideolojinin hâkimiyetine izin verilmemeli. Çeşitlilik sağlanmalı. Bazı kelimeler çok tekrar edilince sanki değerini yitirmeye başlıyor. Bir ara dış güçler, üst akıl kelimeleri çok kullanılarak sıradanlaştırılmıştı, insanlar artık bu kelimelere inanmıyordu. Peki, bu sıradanlaştırma son yaşadığımız darbe teşebbüsündeki dış güçlerin parmağını yok sayacağımız anlamına mı geliyor. Aynı şekilde liyakat kelimesi de basite indirgendi. Hâlbuki kamu personel politikasında anahtar kelime liyakattir. Bir kurumda görevin, kişinin her türlü dini, etnik, siyasi kimliğinden bağımsız bir şekilde o işi en başarılı yapabilecek olana verilmesidir. Bunu yeniden başarmalıyız.
İşimiz çok, yükümüz ağır ama milletimizde bu azim, yeniden ayağa kalkma isteği olduğu sürece inşallah başaracağız. Hatalarımızdan ders çıkarıp daha kararlı ilerleyeceğiz. Yeniden dirileceğiz…