Geçtiğimiz Cuma günü Yeni Zelanda’nın Christchurche kentinde Brenton Tarrant isimli bir teröristin otomatik silahlarla iki camiye yaptığı saldırıda elli Müslüman kardeşimiz şehit oldu. Onlarca Müslüman da ağır yaralandı. Şehitlerimize Yüce Allah’tan rahmet, yararlı kardeşlerimize acil şifalar diliyorum. Ümmetimizin başı sağ olsun. Kâtil terörist ve arkasındaki terör odaklarını şiddetle lanetliyorum.
Avrupa’da İslam karşıtlığı ve Müslüman düşmanlığı 11 Eylül (2001) saldırılarıyla birlikte güç kazanmıştır. 2006 yılından itibaren blog ve ağlarda güçlenen yeni Batının İslam ve yabancı düşmanlığı üzerinden yürüttüğü ırkçı söylemi uzun süredir seçim meydanlarında dile gelmeye ve de oy getirmeye başladı. Bu yaklaşım biçimi git gide Avrupa siyasetinde daha çok taraftar buldu. Örneğin:
Marine Le Pen, Müslümanların Fransız sokaklarına taşan namaz görüntülerinden hareketle, ülkesini Nazi işgaline benzetti.
İslam karşıtlığıyla bilinen Hollanda’lı siyasetçi Geert Wilders, mukaddes Kitabımız Kur’an-ı Kerim’i bir terör ve nefret kitabı olarak nitelendirmekle kalmadı, başta kendi ülkesi de dâhil tüm Avrupa ülkelerinden Müslümanların ve göçmenlerin çıkarılıp kovulmasını istedi.
Bir başka ırkçı söylem de İtalya’dan yükseldi. İtalya’nın Kuzey Ligi Partisi lideri Matteo Salvini, ülkesinde bulunan göçmenlerle kendi vatandaşlarının aynı otobüste seyahat etmesinin yasaklanmasını dile getirdi. Hatta trenlerde yerli ve yabancılara ait ayrı vagonlardan söz etti.
Avusturalya başbakanı Tony Abbott ise, açıkça “Batı kültürünün İslam kültüründen üstün olduğunu” dile getirmenin utanılacak bir hareket olmadığını söyledi.
ABD başkanı Donald Trump ise, nefret suçu işleyerek, ülkeye göçmen ya da turist olarak hiçbir Müslümanın kabul edilmemesi gerektiğini ileri sürdü. Bunları çoğaltmak mümkündür.
Batı ülkelerinde ırkçı partilerin topyekûn Müslümanlara ve Müslüman göçmenlere karşı yürüttükleri aşırı karşıt söylemler, Breivik ve Tarrant gibi gözü dönmüş teröristleri yüreklendirdi. Gittikçe Almanya, Hollanda ve Fransa gibi ülkelerde ırkçılık ve İslam karşıtlığı bilinçli olarak yükseltildi. Bu ve benzeri Batı ülkelerinde her hafta mutat veçhile yürüyüşler ve toplantılar yapılıyor. Müslümanların camileri ve iş yerleri kundaklanıyor ve saldırılar düzenleniyor. Avrupa ülkelerindeki ırkçı/sağcı parti ve temsilcilerinin demeçleri İslam karşıtlığını besliyor ve güçlendiriyor.
Yeni Zelanda’da ibadet eden masum Müslümanlara saldırı düzenleyen terörist Brenton Tarrant’ın manifestosunda yer alan ifadelerle Netanyahu’nun oğlunun twitter’de paylaştığı ifadeler ve bazı Batılı politikacıların benzer ifadeleri bu işin ortak güçlü bir organizasyona dayandığını gösteriyor. Bu nefret söylemlerinde, başta Türkiye olmak üzere, Ayasofya, Cumhurbaşkanımız ve İslam’ın hedef tahtasına oturulduğu görülüyor. Türkiye’de Beka sorunu yoktur, diyenler şapkalarını önüne bir defa daha koyup yeniden düşünmeleri gerekir.
Sonuç olarak, Yeni Zelanda’da Müslümanlara yapılan saldırı, bütün Müslümanlara ve değerlerimize yapılmış bir saldırıdır. Öyle masum akıl hastası birisinin yaptığı vaka-i adiyeden bir saldırı değildir. Önceden hazırlanan manifesto, ideolojisi olan organizeli bir çalışmanın ürünü olduğunu kanıtlıyor. Ayrıca katilin silahlarının üzerinde yer alan yazılar ve canlı yayında bu menfur terör saldırısının bütün dünyaya izletilmesi yenilir yutulur bir olay değildir. İyi okumak lazım. Eğer batılı siyasetçiler bu ayrımcı ve ırkçı politikaları önlemek için girişim başlatmazlarsa korkarım ki bu yayılmacı terör saldırıları bütün bir dünyayı ateşe atacaktır. Bütün bu olup bitenlerden biz Müslümanlar ders çıkarmalı, dünyada tırmandırılan ırkçı ve İslam karşıtı söylemleri durdurmak için seferber olmalıyız. Ne zaman? Yarın değil, hemen şimdi…