Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde kamuoyu ile paylaştığı ve seçim sonuçlarının gösterdiği kadarıyla toplum tarafından da onaylandığı anlaşılan ‘Yeni Türkiye’ kavramının ne getirdiği, neyin ‘eski’ ve neyin ‘yeni’ olduğu tartışması gündemimizi meşgul etmeye devam ediyor. Kavramla ilgili yöneltilen en ciddi eleştiri, içinin ‘dolu’, içeriğin ‘net’ olmadığı iddiasıdır.
Türkiye kavramı tartışsa, ortaya atanlar daha fazla teferruat vermek zorunda kalsa, muhalefet eden de eleştirilerini yöneltse aslında ülkenin normalleşmesi için çok hayırlı bir iş yapılmış olurdu. Son bir yılda ülke gündemindeki olağanüstü yoğunluk, içeride ve dışarıda pek çok olayın ve gelişmenin gündelik hayatımızı derinden etkilemesi her zaman olduğu gibi, sağlıklı tartışma ortamını maalesef tahrip ediyor.
Öte yandan, iyi niyetinden şüphe etmediğimiz belki farklı siyasal görüş ve tercihlere sahip akademisyen ve entelektüellerin ‘kafalarının karışık’ olması önümüzdeki dönemde daha çok kullanacağımız Yeni Türkiye kavramının daha fazla tartışılması gerektiğinin en önemli göstergelerinden biridir. Toplumun kavramı tam olarak anlayamadığını düşünüyorum. Hatta kabinede görev yapan bazı bakanlar demek istemiyorum ama kesinlikle milletvekillerinin, belediye başkanlarının ve parti teşkilatlarının bile kavram konusunda kafa karışıklıklarının bulunduğuna inanıyorum.
Mesnevide geçen ‘körlerin’ fili tarifi gibi, herkes ya anladığı şekliyle kavramı tanımlamaya çalışıyor ya da sadece çok küçük bir boyutuna yoğunlaşmak suretiyle ‘ağaç yüzünden ormanı görememe’ riski ile karşı karşıya kalıyor. Gündemin yoğunluğu arasında, yazılarımda sıkça kullandığım ‘Yeni Türkiye’ kavramından ne anladığımı, ne anlamam gerektiğini ‘ortak bir dil’ oluşturma ve kavramdan aynı çıkarımlar yapma açısından yararlı görüyorum. Ortak dil olmadan, aynı olay ve kavrama farklı farklı anlamlar atfederek toplumun gidebileceği yerin sınırlı olacağı kanaatindeyim.
Çıkış noktamız; ‘küçük insanların kişileri, vasat insanların olayları, büyük insanların fikirleri ve kavramları tartışacağı’ gerçeğidir. ‘Büyüğe’ talip olmak için kavramları ve fikirleri değerlendirmemiz gerektiğine inanıyoruz. Kavramları ve yöntemleri tartışmamız halinde hem düşünce dünyasına pozitif anlamda katkı vermek suretiyle fikirlerin netleşmesine katkı sağlayabiliriz hem de gündelik hayatın kısırdöngülerinden kurtularak soyut düşünme yeteneğine kavuşabiliriz.
Yeni Türkiye kavramının ilk kez kapsamlı bir şekilde ortaya konulduğu Cumhurbaşkanlığı Vizyon Belgesi Açıklama Toplantısına davet edilenlerdendim. Temmuz ayında İstanbul – Haliç Kongre Merkezinde Tayyip Erdoğan’ın kendi ağzından meseleyi dinleme imkânım oldu. Uzunca süredir gözlemlediğim gelişmeler neticesinde, ‘Türkiye’nin son dönemde kat ettiği mesafenin kavramsallaştırılması acaba nasıl olmalıdır’ sorusuna aradığım cevaba sahip olduğumu düşünüyorum. Konu benim açımdan bugün son derece net. Kullanılan yöntem, yararlanılan mekanizmalar, paradigma değişimi, aktörlerin tavırları ve gidiş mecrası konusunda bugün dünden daha fazla netiz.
Temel meselemize dönerse: ‘Yeni Türkiye’ ne getiriyor?
‘Yeni’ bir dönemi başlatmak, ‘yeni’ vurgusu yapmak bireylerin siyasal sisteme olan güvenini yükseltmenin en önemli yollarından biridir. Yeni yapılar oluşturmak, yeni başlangıç yaptığını kamuoyuna göstermek devlete olan vatandaş güveni artırmanın en önemli yollarından biridir. Eğer ‘eski’ dönemde devlete karşı ‘güvensizlik’, ‘acı’ ve ‘gözyaşından’ kaynaklanmaktaysa, ‘yeni’ ‘eskinin’ hilafına olacağı için psikolojik anlamda vatandaşları ‘rahatlatacaktır’.
Türkiye Cumhuriyeti kurulalı beri her dönemde hak, hukuk ve özgürlükler aynı şekilde sunulmadı. Farklı etnik, dini ve siyasi gruplar çeşitli dönemlerde türlü baskılara maruz kaldılar. İstiklal Mahkemeleri, isyanlar, 6-7 Eylül olayları, varlık vergileri, darbeler, müdahaleler, şiddet ve insan hakları ihlalleri herkesin bir şekilde devletten tecrübe ettiği kötü deneyimlerdir.
‘Yeni’ vurgusu, ‘eski’nin üzerine sünger çekmek, ‘beyaz’ sayfa açmak ve ‘yeni’ bir başlangıç yapmak için gerekliydi. Kötü tecrübenin bertaraf edilmesi için mutlaka bir ‘milat’ oluşturulmalıydı. İlk kez halk tarafından seçilen bir cumhurbaşkanına sahip olmak ve nispeten sorunsuz atlatılan seçim ‘yeni’ bir başlangıç için en avantajlı dönem anlamına gelmekteydi.
Yeni Türkiye ülkenin bir anlık fotoğrafından, görünümünden ziyade organik, yani canlı/dinamik bir kavramdır. Dolayısıyla sadece bir durum tespiti değil, geleceğe dönük öngörüde bulunma, planlama yapma imkânı sağlaması nedeniyle bir ideali yansıtır. İdeal olduğu için de dinamik bir görüntü arz eder. Bir başka ifade ile; kendisine doğru yaklaştıkça ilerleyen ve tekamül eden bir kavramdır. İdealleri olan toplumlar ilerlemeye aday toplumlardır. İdealler kaybolduğu zaman dinamizm de kaybolur. Zira o durumda ulaşılacak bir hedef kalmamış olacaktır.
Kavramın farklı boyutlarını değerlendirmeye almak suretiyle, yönetimin dayandığı temel unsurlara yönelmekte fayda bulunmaktadır...
Önceki yazılarımızda da ele aldığımız gibi, cumhurbaşkanının doğrudan halk tarafından seçilmesiyle süreç fiilen işlemeye başladı. Yeni dönemdeki ilişki ve mantığı anlama noktasında bize ipucu verebilecek boyutları ele almamız gerekiyor.
Kavram çok boyutlu ve çok aşamalı bir görüntü arz eder. Topyekûn bir mesele olduğu için ekonomik, siyasal, sosyal ve kültürel boyutları bulunmaktadır. Aynen kalkınma gibidir. Ama kalkınmanın çok daha ileri bir safhasına tekabül eder. Dört boyut birbiriyle etkileşim halindedir. Her bir boyut diğer boyutları etkileyebilir: Mesela, kültür toplumu, toplum ekonomiyi, ekonomi siyaseti etkiler. Nitekim önceki akşam TRT’nin konuğu olan Başbakan Davutoğlu Türkiye’nin önceliğinin ‘siyasi istikrar, makroekonomik dengeler ve yapısal reformlar’ olduğunu ifade etmek suretiyle aslında bu dört faktörü de teyit etmiş oldu.
Üç yazılık bir dizi halinde kavramı ele alıyoruz. Bundan sonraki yazımızda Yeni Türkiye’nin altyapısını oluşturan ve yukarıda sıraladığımız dört boyutu ele alacağız. Son yazımızda ise metodolojik boyutu, yani Yeni Türkiye’nin yumuşak (soft) boyutunu ve değişimi değerlendireceğiz.