Türkiye'ye gelen Suriyeli mültecilerin sayısındaki çok hızlı artış, göçün etki alanını genişlettiği gibi aynı zamanda etkisinin derinleşmesine de neden oldu. Çünkü Almanya ve Fransa gibi ülkelerde göç hareketliliği 50-60 yılda gerçekleşirken, Türkiye'de 10 yıl gibi hızlı bir zaman diliminde gerçekleşti. Dolayısıyla yaşanan bu demografik dönüşümle göçmenler hem dönüştüler, hem de dönüşürken dönüştürdüler.
Ne var ki mülteciler bir şehre imkân sağladıkları kadar bazı zorlukları da beraberinde getirirler. Türkiye'de, yoğun göçe bağlı olarak büyük şehirlerdeki hızlı nüfus artışı, ekonomik alanda olduğu gibi siyasal, sosyal ve kültürel alanlarda yeni gerilim ve kutuplaşmaların ortaya çıkmasına neden oldu. Yükselen mikro ve etnik düzeyli bir milliyetçilik duygusunun oluşumunu tetikledi.
Öte yandan göçle gelenlerin şehirle ilişkisi yerleşik insandan farklı olması, şehirlerin fiziki yapısı yanında kimyasının da bozulmasına yol açtı. Hatta kamu politikalarının bile değişmesini zaruri kıldı.
Körüklenen algılar ve yaşanılan deneyimler ise Türk toplumunun, Suriyeli mültecilere bakışını oldukça olumsuz etkiledi. İlk başlarda savaş mağduru ve din kardeşi olarak görülen Suriyeliler, zamanla kalıcı olduklarının anlaşılması ve paylaşım sorunlarının ortaya çıkmasıyla giderek ''ötekileştirildi.''
Nitekim Metropol'ün, Ağustos 2021 tarihli araştırmasında, Türk toplumunun yüzde 82'sinin, ''Suriyelilerin ülkelerine geri dönmelerini istediğini'' ortaya koyması, toplum nezdinde Suriyelilere karşı ne kadar geniş bir konsensüsün sağlandığını da göstermektedir.
Buna karşılık Türkiye'deki Suriyelilerin yüzde 78'inin, ''Suriye'ye gitmek istemiyorum'' demesi, mülteci olarak gelenlerin büyük çoğunluğunun, savaşın bitmesi halinde bile ülkede kalacaklarını ve dönmeyi gerektiren yasal bir dayanak olmadığı sürece de, gönüllü bir geri dönüşün olmayacağını yeterince izah ediyor. Ne de olsa aradan 13 yıl geçmiş ve Suriyeliler, ülkenin her bir tarafına dağılıp düzenlerini kurmuşlar.
Misal olarak Kilis’te, yerli nüfus ile Suriyeli nüfus neredeyse yarı yarıya. Suriyelilerin uzun süreli yerleşmiş olmaları ve sayılarının da çok olması, işçilik ücretlerinde azalmaya, gayrimenkul fiyatları ve kiralarda ise artışa neden oluyor. Bir kısmının da maliyetlerin altında ve kayıt dışı olarak çalışması, hem yerel nüfustaki işsizlik oranını artırıyor hem de Suriyelilerin ucuz iş gücü gibi görülmelerinden ötürü sömürülmelerine yol açıyor. Tüm bunların sonucunda da Suriyeliler, çalıştıklarının karşılığını alamamaktan, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları ise karşılığını alabilecekleri iş bulamamaktan şikâyetçiler.
Suriye'deki savaştan kaçarak evlerini ve yurtlarını terkeden Suriyelilerin dramı sadece bunlarla da bitmiyor. Mütemadiyen umuda kaçışta can veren mülteciler, şehir ve büyükşehir yaşamında da çeşitli sıkıntılarla karşı karşıyalar. İş ve kiralık ev bulmakta zorlandıkları gibi, buldukları evin kirasını ödemekte ve maişet giderlerini karşılamakta da zorlanıyorlar. Öyle ki hayat pahalılığı ile adeta yaşama tutunmaya çalışıyorlar.
Suriyelilere yönelik yapılan bir saha çalışmasında, iki toplum arası kültürel farklılıklardan dolayı Suriyelilerin, bulunduğu şehirlerde birbirinden alışveriş yapma ve diğer Suriyelilerle birlikte yaşama davranışları geliştirerek kendi aralarında dayanışma gösterdikleri tespit edilmiş. Dolayısıyla bu insanlar büyükşehir yaşamlarında adet, kültür, gelenek ve görenek olmak üzere kendilerine ait olanı sürdürmede ve yinelemede doğal olarak ısrarcılar. Tabi bu durum da arabesk tarzı ara bir kültürün oluşmasını ve İstanbul'un Fatih ilçesi örneğinde olduğu gibi yaşadıkları bölgeyi küçük Şam'a çevirme durumunu ortaya çıkarıyor.
Diğer yandan, ''onlar bizim din kardeşimiz'' demek de yeterli olmuyor. Ne yazık ki sorunlarda böyle çözülmüyor. Eğer bu insanlar geri gönderilemiyor ise o vakit, eğitim ve istihdam ile üretim alanlarına yönlendirilmeleri, potansiyel bir kalkınma aracı olarak değerlendirilmeleri ve faydalı hale getirilmeleri gerekiyor. Uyum ve entegrasyon politikalarının işlerlik kazandırılması, ülkeye duyacakları aidiyet bağlarının güçlendirilmesi için bir takım çalışmaların yapılması icap ediyor. Zira bunlar da yapılamazsa, hayatlarını idame ettirmek için suça karışabilecekleri veya zaman içerisinde illegal yapılara bulaşabileceklerinin iyi hesap edilmesi gerekiyor.
Hülasa olarak Türkiye’nin, kalacaklar için uyum ve entegrasyon, gidecekler içinse geri dönüşü ihtiva eder, halka anlatılabilir, kısa, orta ve uzun vadeli, şeffaf ve içi doldurulmuş geniş bir göç politikasına ihtiyacı bulunuyor. Diğer yandan sınırdan sadece masum insanlar gelmiyor. Terörle iltisaklı olanlar ve istihbarat uzmanları da geliyor. Kimileri yakalanıp sınır dışı edilseler bile bir zaman sonra yine geldikleri tespit ediliyor? Dolayısıyla yurtiçinde yakalananların gönderilmesi şu haliyle tam bir başarı değildir.
Asıl başarı, kimin sınırdan içeri alınacağını, kimin alınmayacağını, alınanların hangi bölgeye, hangi şehirlere gönderileceğini ve kriterlerin neler olacağını yeni göç politikasıyla belirlemek olacaktır.
Bunun yanı sıra bundan sonra açık kapı politikalarının sınırlandırılarak uygulanması ve detaylandırılması, mutlak surette olası yeni göç dalgalarına yönelik gerekli tedbirlerin önceden alınması gerekir. Ayrıca bu hususta bir kamu politikası oluşturulması ve diplomasi kanalıyla tampon bölge stratejisinin işlerlik kazandırılması, hem gelen mültecilerin yaşam kalitesinin artırılması, hem de kamu düzeninin sağlanması adına oldukça önemli görünmektedir.